Doğu Türkistan ve Gazze'de yaşananlar birlikte hareket edememe sorunumuzla alakalı!
Yasin Aktay, Müslümanların sorunlarına karşı bir arada bulunma imkanlarını yok eden siyasi fikirlerin tesirinden kurtulup ortak bir siyasi yönelim içinde olmalarının gereğine vurgu yapıyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Doğu Türkistan’a da baksak, göreceğimiz şey
Siyonist işgalci İsrail’in Gazze’de bütün dünyanın şahitliğinde irtikap ettiği soykırım vahşeti 288. gününe ulaştı. Bütün insanlığın gözü önünde cereyan ediyor olduğu için dünyanın başka yerlerinde cereyan eden başka soykırımları veya Islamofobik katliam ve zulümleri doğal olarak kenarda bıraksa da unutturmamalı. Bugün dünyada sistematik katliamlara, soykırımlara, apertheid uygulamalara maruz kalan topluluklara dair bir liste yapmak istesek neredeyse tamamının kurbanlarının Müslümanlar olduğu bir tablo ile karşı karşıya kalırız.
Filistin’de ABD’nin ve Avrupa’nın sınırsız desteğiyle Arap ülkelerinin de sınırsız lakaytlığı ile 75 yıldır uygulanan sistematik işgal ve soykırımın geldiği nokta ortada. Gazze’de bu 75 yıllık, hatta 108 yıllık (Balfour deklarasyonu ile) siyonist düzenin bütün foyaları da ifşa oluyor.
Myanmar’da zaten bulundukları ülkede sayıları azınlığa düşürülmüş mazlum ve güçsüz bir halk yıllardır Budist din adamlarının da kışkırtmaları ve gözetimiyle en vahşi, en acımasız katliamlara, tehcire ve toplama kamplarında işkencelere, aşağılık muamelelere maruz bırakılıyor.
Bugün Hindistan’da iktidardaki Bharatiya Janata Partisi (BJP)’nin seçimleri tekrar kazanmasıyla birlikte, ana paramiliter hareket olan Rashtriya Swayamsewak Sangh (RSS) arasındaki ortak siyasi-paramiliter işbirliği altında çok agresif bir “Hindistan’ın Hinduizasyonu” siyaseti izlenmekte ve bu siyasetin asıl hedefi Müslümanlar olmaktadır. Müslümanlara karşı ayırımcılıkların belli bir felsefe ve plan dâhilinde olduğu ülkede yaşanan süreç -“Hindistan’ın Nazileştirilmesi” olarak ifade ediliyor ve bu konuda uygulanan politikalar Nazi uygulamalarıyla birebir karşılaştırılabiliyor. Keşmir’de yaşananlara değinmiyoruz bile.
Bir de Doğu Türkistan var, bütün dünya Müslümanlarının kanayan, acıtan, hüzünlendiren başka bir yarası. Çin devletinin Müslümanlar için hiç de hayırlı olmayan mevcut dünya düzeni içindeki farklı tutumu Müslümanlara karşı bir farklılık oluşturmuyor. Burada da Müslümanlara yönelik 75 yıldır devam eden sistematik ayırımcılık, asimilasyon, katliamlar, zulüm ve baskılar son zamanlarda daha da artmış durumda.
Gazze’deki soykırım anında belgelenen, konuyla ilgili bütün verileri anlık kayda alınan, tarihteki ve günümüzdeki birçok yerdeki soykırımlara nazaran en fazla belgelenen bir soykırım. İsrail’in pervasızlığı, sırtını dayadığı dünya düzenine olan aşırı güveni dolayısıyla çoğu kez bir şey gizlemeye ihtiyaç bile hissetmiyor. Nasıl olsa sırası geldiğinde bütün belgeleri bir yana itip istediği hükmü verebilecek bir iktidar şımarıklığı. Doğu Türkistan’da ise yaşanan zulümlerin ciddi belgelenmeye ihtiyacı var, çünkü Çin burada olup bitenlerin dünyaya olduğu gibi yansımasını istemiyor veya istediği gibi yansımasına çok önem veriyor. O yüzden en büyük baskısı basın ve yayın üzerine. Aliya İzzetbegoviç, soykırımları unutturmamayı tavsiye ediyordu çünkü, “unutulan soykırım tekrarlanırdı”. Oysa unutturmamak için önce kaydedilmesi, duyurulması, insanların şahitliğine sunulması gerekiyor.
Doğu Türkistan’da yaşanan sistematik asimilasyon, baskı ve zulümler Çin hükümeti ne kadar aksini söylese de dünyanın her tarafından duyuluyor. Çin’in veya onu savunanların sarıldıkları en büyük argüman bu duyumların Çin’in yükselişini tehdit olarak gören ABD ve Batı merkezli bir propaganda endüstrisinin yansımaları olduğudur. Çin’e karşı böyle bir mekanizmanın çalıştığı elbette doğrudur ama Doğu Türkistan’daki baskı ve Islamofobik politikaların gözardı edilemeyecek canlı şahitleri ve kurbanları da var.
Doğu Türkistan İnsan Hakları İzleme Derneği (www.ethrw.org) 2024 yılına ait raporunu geçtiğimiz hafta içinde kamuoyuyla paylaştı. Rapor, Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı zulümlerin hem tarihsel boyutlarını hem günümüzdeki somut uygulamalarıyla bütün boyutlarını güncel verilerle ortaya koyuyor. Bu sayede Doğu Türkistan davasının dayandığı bütün tarihsel ve güncel veriler güncel olarak kayda alınmış oluyor. TÜGVA Genel Merkezinde sunumu yapılan ve benim de değerlendiren panelistler arasında yer aldığım raporda son zamanlarda Türklere yönelik birer toplama kampına dönüşmüş olan eğitim kampları uygulaması, bunun üzerinden toplumun bütün detaylarına kadar nüfuz etmiş gözetleme, kontrol ve disiplin mekanizmalarına dair detaylar ürkütücü bir manzara arzediyor.
Mesela 2019 yılında ele geçirilen ve The Intercept isimli haber ajansı tarafından paylaşılan çok sayıda polis dosyası, gözetimin ulaştığı vahim boyutu gözler önüne sermektedir. Yurtdışına çıkanlar ya da sığınma talebinde bulunanlar terörist olarak damgalanmakta, pasaportu olanlar daha sıkı bir şekilde denetlenmektedir. Daha önce kampa alınmış olan ya da yakınları kampta olan kişilerin bayrak törenlerine katılımı ve tören esnasındaki tutumları takip edilmektedir. Sızdırılan belgelerden bazıları bayrak törenlerinin kimlerin “yeniden eğitim” kamplarına gönderileceğine karar vermek için kullanıldığını göstermektedir. Camilere katılım oranlarını düşürmek amacıyla camilere girişler sıkı bir şekilde denetlenmektedir. Sızdırılan bir belgede, bir camiye gelenlerin sayısının iki yılda % 96 oranında düştüğü büyük bir başarı gibi not edilmiş. Rapora göre, kontroller sayesinde ibadetler yasalara uygun olarak yürütülmüş, memurların ve 18 yaşından küçüklerin camiye girmesi engellenmiş, çok sayıda “sorunlu” kişi ya gözaltına alınmış ya da “yeniden eğitime” gönderilmiştir.
Doğu Türkistanlılar camiye bağış yapmak, Kur’an uygulaması indirmek, telefonda Allah yazılı görseller bulundurmak, dini sohbet dinlemek veya dini içerikli mesaj paylaşmak gibi hükûmetin dini aşırılıkçılık içinde tanımladığı eylemler sebebiyle kamplara gönderilmekte veya gözaltına alınmaktadır. ÇKP hükûmeti, Doğu Türkistanlıların hayatının her alanına sirayet eden gözetim sisteminin “terörizm” ve “dini aşırılıkçılıkla mücadeleye” hizmet ettiğini iddia etmektedir. Gerçekte ise bu gözetim araçları aracılığıyla bireylerin kişisel dini inançları ve günlük ibadetleri kontrol edilmekte ve engellenmektedir. Raporda insan hakkı ihlallerine dair bir sürü detaydan sadece bir kesit bu.
ABD’ye karşı dünyanın her yanında bir ittifak arayışı içinde olan Çin’in Doğu Türkistan’da bütün Müslümanları karşısına alma sonucunu veren böyle bir politikada ısrar etmesi, üzerinde durulacak asıl konulardan biri. Aslında Müslümanlara ihtiyaç duyan Çin, Müslümanları kendisine soğutan, hatta ötekileştiren böyle bir uygulamada neden ısrar ediyor?
Konu aslında yine geliyor Müslümanların birliği meselesine.
Çin nezdinde Müslümanların bu konudaki ortak hassasiyetini ifade edecek bir siyasi birlik var mı dünyada? Bazı İslam ülkelerinin içinde Müslümanlara yönelik baskılar, Çin’in veya başka herhangi bir gayr-ı Müslim gücün Müslümanlara baskılarını çoktan fersah fersah geçmişse? Bugün Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta, Mısır’da, Tunus’ta Müslümanın görünümlü yöneticilerin Müslümanlara yaptığı zulümler ortadayken, bunlardan Hindistan, Myanmar, Doğu Türkistan veya Gazze’deki Müslümanlara yönelik baskılara dur demeleri nasıl beklenebilecektir?
Bu da baş etmemiz gereken asıl sorun ve bir siyasi girişim oluşacaksa, arkaplanında bu sorunla da yüzleşmiş olması gerekecektir.
HABERE YORUM KAT