Doğru soru şu: Bu toplum yapısıyla darbe yapılır mı?
Bir generalin Cumhuriyet yazarının “ruzname”sinde yer alan şu sözlerini aktararak başlayalım: “Söyleyin Sayın Balbay, bu medya yapısıyla bugün darbe yapılır mı? Yapılmaz. Bugün medyayı arkanıza almadıktan sonra bir şey yapamazsınız.”
Ve de hemen arkasından, “ruzname”nin başka sayfalarında da sıkça karşılaştığımız “bir tek siz varsınız” ifadesiyle dile getirilen çaresizlik…
Alper'in yayınladığı “günlük”ten de biliyorduk ki, komutanlar cephesinde, 21. yüzyılın darbe girişimlerini “medya desteği” olmadan hayal edilmesi imkansızdı. Devir değişmiş, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül'de olduğu gibi “medyasız” bir darbe hayal etmek imkânsız hale gelmişti.
28 Şubat deneyimi “klasik” tarzda bir müdahale olmasa da, medya ile sağlanan işbirliğinin ne derece verimli sonuçlar doğurduğunu göstermemiş miydi zaten?
O halde, “Söyleyin Sayın Balbay, bu medya yapısıyla bugün darbe yapılır mı?”
Buraya kadar çizdiğim çerçeve ilk bakışta insana bayağı inandırıcı geliyor. Değil mi ki artık bırakın eski yılları 10 yıl öncesindekinden bile çok farklı bir “iletişim çağı” toplumuyuz, o halde pek çok şey gibi darbeleri de “medyasız” düşünemeyiz.
Peki, “ruzname” bu açıdan okunacak olursa, ülkenin bir darbe girişimi tehdidi altında olmadığını, dolayısıyla ortada korkacak bir şeyin bulunmadığını düşünmemiz gerekmez mi? Çünkü görüyoruz ki (ruznamede) darbe heveslisi komutanlar “medyalı” olmanın, üzerine biraz tuz biber (yani biraz Ciner, biraz Karamehmet) ekilmiş Cumhuriyet gazetesi (“bir tek siz varsınız”) ile gerçekleşemeyeceğinin son derece farkındadırlar. En heveslisinin “Biz artık yaralı bir kuşuz” sözlerinde dile gelen hayal kırıklığı bunun ifadesidir.
Bu durumda çıkarsamamızı şöyle kurmak gerekiyor: “Medya desteksiz darbe olmaz” / “Bu medya yapısıyla darbe yapılmaz” / “O halde biz artık hevesi her zaman kursağında kalacak olan yaralı birer kuşuz”.
Görüyorsunuz; “medya”nın olduğundan fazla büyütülmesinin, ona taşıdığından fazla önem-güç atfedilmesinin böyle hoş yararları da var. “Gündemi medya belirliyor” türünden yalan yanlış klişelerin inandırıcılığının hoş sonuçları bunlar. Destekçi medya varsa darbe var, yoksa yok… Komutanlar da bu daire içinde düşünür, planlarını-stratejilerini medyaya atfedilen bu orantısız güç ve role inanarak hazırlamışlar.
Söylemek istediklerimi Cengiz Çandar'ın geçen günkü yazısında yer alan satırları hatırlatarak sürdüreyim:
Çandar, “ 'Balbay Günlükleri'nde bir orgeneralin 'Bu medya ile darbe olur mu? Olmaz!' sözleri aslında her şeyi olanca çıplaklığıyla yansıtıyor” diyor. Gerçekten de, “medyanın bu kadar çeşitlendiği, iletişim teknolojisinin bu kadar geliştiği, her şeyin 'küreselleştiği' ve dolayısıyla Türkiye'nin dış dünyaya kapanamayacağı bir dönemde”, günlükte adı geçen komutanların darbe heveslerine medyanın desteğini sağlamak yönünde verdikleri uğraşın nasıl bir önem ve anlamı olabilir ki?
Demek ki –diyebiliriz artık- “medya destekli darbe girişimleri”ni çok da abartmamak gerekiyor. Çünkü bunun (Leninist jargonla) “objektif şartları” mevcut değildir artık. TSK içindeki darbe heveslisi komutanlar “medya desteği”nde ısrar ettikleri sürece bu amaç gerçekleşemeyecek demektir.
Korkulması-çekinilmesi gereken “girişim” “Başlarım medyaya da medya desteğine de..” diyerek yola çıkacak olanıdır ki (maazallah) Tanrı Türkiye'yi korusun…
Buradan şu sonucu da çıkarabiliriz: “Objektif şartlar” Türkiye'nin günlerini bundan böyle “sulh” içinde geçirmesine son derece uygundur. Bu uygunluk da, “medya”nın da içinde yer aldığı daha büyük dairenin, yani toplumun artık değişmiş olmasıdır. İşin bu önemli cephesine ilişkin olarak da Mustafa Erdoğan'ın (Star) şu tespitini aktarabiliriz:
“Öte yandan, 'Yeni Türkiye'de toplum da eskisinden epeyce farklı görünüyor. Daha önceki tecrübelerden ders almış görünen farklı toplum kesimleri hem darbenin Türkiye'ye maliyetinin artık farkında, hem de bu türden karanlık tertipçilerin oyununa gelmeme konusunda daha duyarlı. İnsanları gerçeklere karşı manipüle etmek, Atatürkçülüğe referansla bile, artık o kadar kolay değil.”
Erdoğan bu değişim süreci içinde “medya”nın yapısının değiştiğini, “kısmen de olsa çoğulculaştığı”nı söylüyor.
O halde demek ki, “biz” de dönüp dolaşıp, daha doğrusu epeyce yol alıp demokrasiyi yükseltecek olan gücün sadece toplumda bulunduğu fikrine epeyce yaklaştık. Ve unutmayalım ki bu noktaya “siyaset” ile geldik ve yine onun sayesinde ilerleyeceğiz. Gerisi “teferruat”tır diyebiliriz. Beklentimiz artık, Yargı'nın bu “teferruat”ın cezasını kesmesi-kesebilmesi ve bugüne kadar yüzbinlerce insana büyük acılar veren bu hoyrat tarihin -nihayet- son bulmasıdır.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT