'Doğan Partisi' diye bir parti kuruldu da haberimiz mi yok?
Ak Parti Başkanı ve Başbakan İstanbul'da daha kaç ilçe kongresine katılacak bilmiyorum.
Benim kanaatim, Başbakan'ın arta kalan kongrelere katılmayıp bir an önce Ankara'ya dönmesi yönünde.
Neden?
Çünkü, sizi bilmem ama Bayrampaşa, Beyoğlu, Şişli kongrelerini izleyen birisi olarak bende giderek şöyle bir kanaat belirmeye başladı:
Son dönemde ülkedeki “siyasi partiler yelpazesi” içine kuruluşunu hiçbirimizin fark etmediği yeni bir parti katıldı sanki. Üstelik, adının “Doğan Partisi” olduğunu sezdiğimiz bu yeni parti iktidar partisinin karşısındaki yeni ana muhalefet partimizdir.
Siz ne düşünürsünüz bilemem ama benim son günlerin gündemine ilişkin algılarım bu yönde.
Başbakan'ın kongre konuşmaları -herhalde- yaklaşan yerel seçimleri düşünerek yeni ana muhalefet partisi konumuna gelen “Doğan Partisisi”ni daha işin başında oyun dışında bırakmaktır.
Günlerdir yatıp kalktığımız manzara-münazara ile ülke tarihinde ilk kez karşılaşıyoruz. Bir benzeri ile başka diyarlarda karşılaşabileceğimizi ise hiç mi hiç sanmıyorum.
DP döneminin öne çıkan bazı olaylarını (Hüseyin Cahit ve Metin Toker'in tutuklanması gibi) bu vesileyle hatırlayabiliriz; ama bu ve benzer olayların da bugün şahit olduğumuzla ilgisi yoktur. (Bir kere her şeyden önce o dönemde, saatler süren kongre konuşmalarını canlı yayınlayan televizyon kanalları, interneti ve o günden bugüne çok gürbüzleşmiş gazeteleriyle milleti bu derece meşgul eden bir “medya” yoktur.)
Hükümet ve matbuat arasında yaşanan bu derece sert, kırıcı, itham edici bir polemiğin tarihimizdeki bir benzeri ile -olsa olsa- zamanında Serbest Fırka'nın hızla serpilmeye başlamasıyla birlikte CHP'li matbuatın yeni Fırka'nın üzerine var gücüyle çullanması sırasında karşılaşılmıştır. Hatırlayanlar vardır muhakkak; bu harekat “vatandaş”a gerçekten parmak ısırtacak cinstendir.
“Doğan Partisi” adında yeni bir partiye kavuştuğumuz kanaatine hem Başbakan'ın hem de bu partinin genel başkanı Aydın Doğan'ın açıklamalarından-konuşmalarından varıyoruz.
Başbakan, kongre konuşmalarında başta “ana” olmak üzere muhalefet partilerinden -yani siyaset sahnesindeki asıl rakiplerinden- ancak dolaylı olarak (“bozacı-şıracı” benzetmesi çerçevesinde) söz etmektedir. Demek ki, yaklaşan yerel ve henüz uzakta duran genel seçimlerde karşısına ciddi rakip olarak çıkacak partinin “Doğan Partisi” olduğunu sezmektedir.
Bizler fark etmesek de “Doğan Partisi” adıyla bir partinin faaliyette olduğu kanaatini pekiştiren ikinci önemli delil Aydın Doğan'ın yaptığı şu açıklamadır: “Benimle ne meseleniz varsa bir televizyon kanalında sizinle canlı yayında tartışmaya hazırım.”
Aydın Doğan böyle bir istekte bulunabildiğine göre demek ki partiyi kurdu haberimiz olmadan... Aksi takdirde sadece hatırı sayılır sayıda televizyon izleyicilerinin “Evet! Evet! Gerçekleşsin bu Teke Tek!” diye destek çıkacakları bu derece manâsız bir öneri dile getirilir mi?
Düşünebiliyor musuz; Aydın Doğan ve Başbakan karşı karşıya ve gelsin ekrana Fener-Hilton, rafineri-RTÜK, yandaş medya-özgür medya polemiği...
Ama anlaşılan o ki, “Doğan Partisi”nin faaliyete geçtiğinden bizim gibi Başbakan da çok emin değil. Bu yüzden olacak (Allah'tan) Teke Tek önerisini şu sözlerle derhal reddetti:
“Reyting mi sağlamak istiyorsun? İnsan hiç mi yerini bilmez. Ar damarın bu kadar çatladıysa ben ne yapayım?”
Yazıyı noktalamadan ciddiye bağlayalım:
Başbakan'ın İstanbul ilçe kongrelerinde yaptığı konuşmaların önemli bölümünün -yukarıda yer alan sözleri gibi- ülkenin “sakin” vatandaşlarını memnun ettiğini hiç sanmıyorum. Kongrelere hakim olan ve mecburen tanık olduğumuz bu son derece sert açıklamalardan olumlu bir şey çıkması da imkansız. Bir başbakanın “ücretli kalemşorlar”, “yandaş medya”, “özgür medya”, özgür medyada olup da “Bazı yanlışlara yataklık etmeyi âdet haline getirenler”, “anlatın yoksa ben anlatırım”, “yazarlarıyla baş edemeyen patron” gibi konuları işlemek için saatlerini ayırması uygun mudur? Hele de idareye hükmeden bir başbakanın vatandaşlara kötü rüyalar gördürmesi kuvvetle muhtemel şu sözleri: “Yerin kulağı var her şeyi duyuyoruz. Şunu bilsinler ki yerin kulağı var, yeri geldikçe her şey açıklanacak.”
İçinizden bazıları son satırları okuduktan sonra şöyle mırıldanabilirler: Ya Doğan Medya, ya onun 28 Şubat'tan bugüne okurlarını iğfal etmek için yaptığı manipülasyon-dezenformasyon vs numaralar, onları da anlat biraz...
Madem mırıldandınız ben de cevaplayayım o zaman:
“Türk medyası”nın özellikle “merkez”e takılan kısmından (“çevre”de de eksik değil tabii ki) ayrıca söz etmeye gerek var mı?
Açık bakın: Sadece akçeli işlerle ilgili sayılarını-sayfalarını ya da 28 Şubat'ı değil; 6-7 Eylül, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül vs gibi bütün kritik günlere-dönemlere ait sayılarını önünüze koyun. Bu ülkede “medya”nın ne işe yaradığının belgeleridir. Açın Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını haber veren dönemin Tercüman'ını; “Dini telkini reddettiler” manşeti karşısında söyleyecek söz bulamazsınız...
Özel olarak “Doğan Medya Grubu”na gelince: Bizim bir zamanlar yayına soktuğumuz “MedyaKronik”i şantajla kapattıran -ve sonradan inkâr eden- Hürriyet'ten başkası değildi.
Yani diyeceğim, bugün “medya eleştirisi” yapmıyoruz. Bugün “siyaset”in elini nerelerden uzak tutmasını anlama çalışıyoruz. “Medyanın halleri” eski mevzuu; oysa tartıştığımız yepyeni bir konudur.
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT