Diziler, toplumu “kurşuna diziyor”!
Ramazan ayında Müslüman bir ülkede oruca bu kadar saygısızlık gösterilmesi, sadece ilkellik değil, hadsizliktir!
Yusuf Kaplan, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında televizyonda yayınlanan dizilerde toplumun nasıl ifsad edildiğini yorumluyor:
Bu ülkedeki en büyük kültürel, ontolojik cinayet, önce eğitim sonra da medyalar üzerinden gerçekleştiriliyor.
Özellikle gençlik ve kadın dizileri tam bir kontrol ve kolonizasyon aracı gibi işlev görüyor hem toplumu hem de değerlerimizi “kurşuna diziyor”.
Savaş meydanlarında yapamadıklarını medyalarda yapıyor emperyalistler ve zihni köleleşmiş uşakları!
LAİKLİK, İÇKİ VE ORUÇ PROVOKASYONU!
“Burası laik bir ülke. İçkiden rahatsız olan varsa gitsin evinde açsın orucunu. Bu halk bunun için çok mücadele verdi.”
Kızılcık Şerbeti adlı dizide böyle söyledi oyuncu!
İçki ve oruç meselesinin laiklik açısından kışkırtıcı bir dille bu şekilde ele alınması çok tehlikeli! Burada, üstelik de Ramazan’ın ilk günlerinde böyle bir şeyin yapılması, provokatif ve oldukça düşündürücü. Diziyle laik militanlık yapıyor adamlar! Üstelik de toplumun birliğinin ve kardeşliğinin zirveye çıktığı huzur ve sükûn ayı, rahmet ve kardeşlik ayı Ramazan’da! Ramazan’ın içine edecek şekilde hem de!
Oysa büyük deprem felâketinden sonra öylesine şiddetle ihtiyacımız var ki Ramazan gibi bir huzur ve kardeşlik ayına!
Bir bu eksikti: Ramazan ayında Müslüman bir ülkede oruca bu kadar saygısızlık gösterilmesi, sadece ilkellik değil, hadsizliktir!
Londra’da sokaklar Ramazan havasına büründürülecek şekilde süsleniyor ama bu Müslüman ülkede milletin birliğinin, kardeşliğinin en büyük iklimlerinden birini oluşturan oruca, Ramazan mevsimine saygısızlık yapılabiliyor!
Celladına âşık olmak böyle bir şey işte!
Böylesine aşağılayıcı bir tavrı sömürgeci Batılılar sergileyemezdi!
Bu ülkenin Müslüman halkı istiklal savaşını niçin verdi? Birileri İslâm’a, İslâmî değerlerimize hakaret etsin, diye mi? Bu ülkenin inanmış halkı, inancını, haysiyetini ve istiklalini emperyalistlere karşı korumak için savaştı. Meselâ Fransızların Maraş’ta Müslüman örtüsüne uzattıkları kirli eli kırdı!
Emperyalistlerin işgal ettiklerinde yapacakları şeyleri yapacak idiysek biz niçin savaştık emperyalistlerle?
DİZİNİN İLKEL ARİSTOCU ÇATIŞMACI DİLİ
Toplumun sinir uçlarını kaşıyarak fay hatlarını patlatmaya çalışıyor bu tür diziler, projeler ve söylemler.
Klasik antropolojinin “Batı ve diğerleri” (“west and the rest”), “uygar ve barbar” olarak yaptığı, büyük antropolog-düşünür Claude Levi-Strauss’un “ikili karşıtlıklar” (binary oppositions) olarak adlandırdığı ilkel zıtlıklar üzerinden kuruyor hikâyeyi ve karakterlerini Kızılcık Şerbeti adlı dizi.
Sembollerle oynuyor ve ikili zıtlıklar üzerinden iyi ve kötü karakterleri ve durumları kurgulayarak toplumun anlam haritalarını, değer dizgilerini yıkıyor. Bunun için de hikâyeyi ayartıcı, ilkel çatışma dili üzerine kuruyor: Basit Aristocu dram geleneğinin, Hollywood’a aktarılması, oradan da popüler sinema ve dizilerde tepe tepe kullanılması.
Toplumu ortadan ikiye yarıyor…
Bir iyi, bir de kötü karakteri icat etmekle kalmıyor. Toplumun omurgasını oluşturan Muhafazakâr-İslâmî kesimleri aşağılıyor, bütün negatif özelliklerle donatıyor; toplumun laik kesimine ise bütün olumlu, iyi özellikler yüklüyor. İki toplum kesimini karşı karşıya getiriyor. Sosyal bir çatışmanın fitili mi ateşlenmek isteniyor acaba?
Elit, kentli, özenilen laik karakterlere karşı; cahil, köylü, varoşlu, ezik, silik, ruh hastası Müslüman tipi!
Kurmaca, sahte, sanal gerçeklikler olgu katına yükseltiliyor. Kurgular algılara, algılar da olgulara dönüştürülüyor. Algı, aklı çarmıha geriyor: Tam bir akıl tutulması, epistemik körleşme yaşanıyor.
Çizilen karakterler, artık gerçekmiş gibi algılanıyor. Toplumda herkes birbirine bu kurmaca karakterler üzerinden bakıyor.
Başörtülülere saldırıların artması boşuna değil. Bizzat ben de tanık oldum bu tür bir saldırı hadisesine Yalova’da!
Bu tür diziler, “yeşillik olsun” diye, eğlenmek için yapılmıyor. Toplumun omurgasını oluşturan muhafazakâr-İslâmî yapılara karşı bir husûmet pompalanmaya çalışılıyor; toplumun seküler kesimleri süblime edilen (yüceltilen), özenilen, güzel, olumlu özelliklerle donatılıyor.
Özetle… Türkiye dizilerle “kurşuna diziliyor”: Dışarıdan emperyalistler tarafından fiilen ele geçirilemeyen ülke, içeriden zihnen ele geçiriliyor.
AŞAĞILANAN MÜSLÜMAN AİLE VE RUH HASTASI OLARAK ÇİZİLEN MÜSLÜMAN KARAKTERLER
Bu tür dizileri seyreden insanların Müslümanlıklarından utanmaları gerektiği hissettiriliyor hatta öyle itici, mide bulandırıcı Müslüman karakterler çiziliyor ki, insanların Müslüman-muhafazakâr karakterlerden nefret etmemeleri, iğrenmemeleri çok zor!
Müslüman aile’yi, dengesiz, zalim, psikopat, ruh hastası, ikiyüzlü tiplerden oluşan “iğrenç bir model” olarak çizen, dahası toplumun bir kesimine karşı kin ve nefret tohumları eken hastalıklı diziler bunlar!
İşte bu tür provokatif diziler ve söylemlerle, farklı toplum kesimleri arasında tamiri zor husûmet tohumları ekiliyor.
RTÜK, Ramazan’da oruca, birliğimizin ve kardeşliğimizin teminatı Ramazan mevsimine ve güçlü İslâmî aile değerlerimize yapılan bu saygısızlığa ve hadsizliğe dur demeli!
Müslümanlara, aileye, bu toplumun asil İslâmî değerlerine bu kadar hakaret eden, aşağılayan bir dizi görmedim!
Hem de mübarek Ramazan ayında, iftardan sonra!
Yazıklar olsun!
Kınıyorum sizi.
Mide bulandırıcısınız!
Özetle… Çizdiği karakterlerle hem toplumun farklı kesimleri arasında husûmeti kışkırtan hem de toplumun İslâmî kesimlerine karşı kin ve nefret tohumları eken bir dizi bu!
Televizyon dili, öykü anlatma ve mit üretme teknikleri konusunda Türkiye’de -Türkçeye de çevrilen- ilk kitabı yazan biri olarak yazıyorum bu gözlemlerimi.
RTÜK, gerekeni yapmalı!
Uyumamalı!
Yeter artık!
HABERE YORUM KAT