Dışarıdan Gelen Kavramlar
Bir toplumu tanımlayan kavramlar, farklı kültür, farklı değer yargıları ve toplumsal ilişkiler içeren başka bir topluma birebir uyarlanamaz. Ancak İnsanoğlunun, fıtratından kaynaklanan ve bütün toplumlarda karşılığı olan benzerlikler üzerinden irdelenebilir.
Eğer bir kavram İnsanoğlunun ortak/fıtri noktasından değil de, bir toplumun kendine has coğrafi, tarihi ya da kendine özgü toplumsal ilişkilerinden kaynaklanmışsa, birçok durumda bunların başka bir toplumda karşılığı hiç yoktur. Bu tip zorlama kavramlara takılmaya gerek olmadığı gibi bunu zorla bir topluma uyarlamaya çalışanlara da gereksizliğini izah etmek gerekir.
Yaşadığımız asırda birçok sebeplerden dolayı bizim tarihimize, İslam Kültürüne ait olmayan birçok Toplumsal kavram içinde bulunduğumuz topluma nüfuz etmiştir. Demokrasi, Laiklik gibi sosyal, siyasal kavramlar bunlardan en başta gelenleri.
Acaba bunların bizim toplumumuzda hiçbir karşılığı yok mudur? Zorlama mıdır? Toplumların ortak fıtri arayışlarına karşı verilmiş yeterli ya da yetersiz cevaplar mıdır? Habil ve Kabil’den beri süren zalim-mazlum kavgasında bir yerde mi duruyorlar?
Bu kavramlar birilerinin tahakküm argümanı/araçları mıdırlar ya da tam tersine tahakküme karşı çıkanların kelimeleri midirler? Yoksa Hak-batıl karışmış kavramlar mıdır?
Bu kavramlar içinde bulunduğumuz topluma nüfuz etmese bile; diğer toplumlara bir mesajı olan Müslümanların Ulul Elbab, Rasihun gibi önde gelenleri tarafından irdelenmek zorundadır.
Belki avamdan kişilerin bilgi karmaşası, kirliliği yaşamaması için, savunmacı bir mantıkla bu kavramlara yönelmesi tavsiye edilmeyebilirdi, lakin bu kavramları öyle ya da böyle irdelemeye başlayan kişiler de avamdan çıkmaya namzet kişilerdir ve onları alıkoymak yerine doküman ve istişarelerle bilgilendirmek havastan olan kişilerin görevidir.
Gelgelelim ki toplumumuz istese de istemese de bu kavramlarla hemhal olmuş, iç içe yaşamaya başlamış toplumdur. İrdelemekten kaçmak, irdelemeden inkâr ve dışlama daha ilk etapta yenilgiyi kabul etmektir.
Laiklik üzerinden kısa bir yaklaşım çalışması yapalım:
Eğer laiklik Ruhban ve Laik denilen Ruhban olmayan sınıflar arasında bir ayrım üzerinden oluşmaya başlamış ise; öncelikle İslam toplumunda Ruhban, Laik diye bir toplumsal ayrım olmadığından kavramın ilk olarak bizim toplumumuzu tanımlamadığı anlamına gelir.
Pekâlâ, Kur’an’da geçen Ehli Kitabın toplumsal bir sınıfını tanımlayan Ruhban sınıfının bizim toplumumuzda da oluştuğunu fark etmişsek ne olacak? Bu durumda kaba bir yaklaşımla bütün Müslümanlar Laik tanımının altına girerler. Ruhbanlığın Devlet ve Siyaset alanındaki tahakkümüne karşı çıkmamız. Buna karşılık Ruhban bir yapılanma oluşturmuş Toplumsal kesimlerin kendi aralarındaki İlişkilerindeki Ruhban yapılanmalarına da müdahale etmememiz gerekir.
Yok, eğer Laiklik bir düşünce sistemi olarak İnsan’ın toplumsal davranışında Dini olan ve Dini olmayan davranışları temsil ediyorsa ne olacak? Toplumun hiyerarşik örgütlenmesi olan “Devlet” ve yönetimsel ilişkileri olan “Siyaset” alanlarında Dini ve Dini olmayan davranışlar arasında bir ayrım olarak “Laiklik” bu sefer bizi hiçbir şekilde tanımlamayan bir kavrama dönüşür. Zira Bir Müslüman için Dini olan ve Dini olmayan diye düalist bir anlayışı ben kabul etmiyorum. Tevhidi bir anlayış çerçevemizde bizim her davranışımız Âlemlerin Rabbine bir yönelmedir ve “‘Dini”dir.
Hele hele de İnsanın toplumsal davranışı olarak Devlet ve Siyasal alanda Dini kavram, değer ve ilkelerin yeri yoktur gibi bir Laiklik yaklaşım ise bizim için merduttur.
Şimdi bu tip irdelemelere “Toplum Laik olabilir ama kişiler olmaz”, “Radikal/Jakoben Laiklik”, “Hoşgörülü Laiklik” gibi türetmelerin tamamı da; karşılığının olup olmaması, tutarlılığı ve tutarsızlığı gibi tekrar irdelenmesi gereken kavramsal açılımlardır.
Sadece bir yaklaşım biçimi olarak ele aldığımızdan, detaylı çalışmaları ayrı bir bahse bırakalım.
Hülasa, görüldüğü gibi kendimizin oluşturmadığı dış bir kavramla karşı karşıyayız.
Kendi kavramsal oluşturmalarımızı, daha doğrusu ilkelerimize bağlı ve kültürümüzün ürünü çalışmaları yaparız.
Fıtrata, İslam kültürüne çok daha uygun kavramlar üretebiliriz.
Hatta bir adım daha atarak, dışarıdan gelenin fıtri olanına karşı çıkmadan, batıl olanı ayıklar ve beraat ederiz. Fıtri olanın da karşılaştırmalarla Hakk’ın dönemsel içtihadi karşılıklarını bulup çıkartırız ki, asıl olan da budur.
Lakin asıl olandan ayrı gördüğümüz bir taarruz karşısında en iyi savunma karşı hücumdur.
Hakkı bâtılın üzerine atılır ve onu mahveder. Böylece boş olanlar kaybolur. Ve yazıklar olsun Hak dururken kendilerini bâtıla isnat edilenlere.
Kesin olan bir şey var ki; Dışarıdan gelen bir tanımlamayı hangi noktalarda doğru, hangi noktalarda yanlış, irdeleyebiliriz. Lakin o tanımlama asla bizim için bir kimlik olmaz. Laik Müslüman, Demokrat Müslüman, Sosyalist Müslüman, Hümanist Müslüman gibi tanımlamalar, şerh etseniz, istisna belirtseniz, ona kendini bir tanımlama getirseniz bile bizi ifade etmeyecek, ya yetersiz kalacak, ya da kirlilik barındıracaktır.
Allah bizi Müslüm olarak tanımlamıştır ve ancak o isimle yaşar ve ölürüz.
YAZIYA YORUM KAT