1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Dış politikada Türkiye medyasının söylem oluşturma gücü
Dış politikada Türkiye medyasının söylem oluşturma gücü

Dış politikada Türkiye medyasının söylem oluşturma gücü

Türkiye’nin bölgesindeki diğer ülkelerle kıyaslandığı zaman politik söylem üretebilme gücü ne kadar?

07 Kasım 2020 Cumartesi 13:16A+A-

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

Dış politikada Türkiye medyasının söylem oluşturma gücü

Dış politikada yalnızca beyanat veren veya kendisini emperyalist ülkelere göre konumlandıran ülke pozisyonundan AK Parti iktidarıyla başlayan süreçle kurtulan Türkiye 2002’ye göre bu konuda oldukça aktif bir durumda. Artık bölgesindeki veya dünyada yaşanan gelişmelere askeri, diplomatik yollarla müdahil olmaya çalışan bir Türkiye ile karşı karşıyayız.

Dostlarının yanında düşmanlarını da artıran bu yeni durum artık Türkiye’yi daha fazla görünür kılıyor. Dünya gündeminde bu sebeple eskiye nazaran daha geniş yer bulan Türkiye, ABD seçimlerinde tartışma konularından birisi olabiliyor. Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Filistin, Suriye, Libya ve en son Karabağ’da sergilediği duruş Türkiye’yi emperyalist güçler ile karşı karşıya getirirken, Türkiye meşru ve haklı taleplerini nasıl dile getiriyor?

Ülkelerin medyaları üzerinden de aslına bakılırsa stratejik bir savaş yaşanıyor. Bir şekilde herkes politik olarak durduğu yere yeni argümanlar oluşturabilmek adına gazetecilik faaliyeti yapıyor. Burada devreye siyasi perspektif ve ahlaki tavır giriyor. Yeni argümanlar üretmek adına dezenformasyona başvurmak haklılık payınızı azaltırken belki de en güçlü olmanız gereken zemini güvenilirliğinizi zedeliyor. Bunun en dehşet örneklerini İran medyası bizlere sundu, sunmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Gazeteci Adem Yılmaz’ın yaptığı paylaşım İran medyasının Karabağ konusunda ki konumlanışı gösterirken Türkiye’nin ise yetersizliğini gözler önüne seriyor.

Tabi ki İran bu noktada kimseye örnek olabilecek bir özelliğe sahip değil. Ancak İran’ın söylem üretme adına ortaya koyduğu çabaların ne kadar takip edildiği bu noktada Türkiye medyasında neler yapıldığı da gerçekten merak konusu.

Devletin resmi ajansı AA’nın yaptığı kayda değer çalışmalardan söz etmek mümkün. Analiz başlığı altında yayımlanan bölge uzmanlarından alınan makaleler bir ihtiyacı karşılıyor. Ancak bunların tek başına yeterliliği de bir tartışma konusu olarak duruyor. TRT’nin Arapça ve Kürtçe dışında yabancı dil servislerinin de ne kadar ihtiyacı karşıladığı ayrı bir soru. Ceaser kod adlı askerin Suriye’den kaçırarak dünyaya duyurduğu Esed rejiminin işkence ve katliamlarını gösteren fotoğraflar AA sayesinde kamuoyu ile paylaşılmıştı. Bu tarz önemli gazetecilik örnekleri Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge göz önüne alındığında yapılması gereken işlere örnek olarak gösterilebilir. Ancak bu noktada düne göre daha iyi bir noktada olunduğunu da belirtmek gerekiyor. Cemal Kaşıkçı hadisesinde yabancı basının çok daha ön planda olması Kaşıkçı'nın uluslararası bir gazeteci olmasının yanında bir tercihin sonucu olarak mı yabancı serviler ön planda tutuldu sorusunu akla getirdi?

Şurası da atlanamaz bölgesinde muhatap olmak zorunda olduğu ülkeler İran ve Suudi Arabistan olunca muarızlar biraz seviyenizi de belirliyor. Suudi Arabistan’ın ‘parasıyla’ yaptırmaya çalıştığı şeyin adına gazetecilik bile denilemez. Magazin haberciliğinin örneklerini sunan Suud medyası salt düşmanlık üzerine kurulu ve hiçbir ilke gözetmeyen bir yayıncılık ortaya koyuyor. Çok ciddiye alınacak bir durumdan dahi söz etmek zor. İran’ın da aynı şekil düşmanlıktan beslenen yayın faaliyetlerinde daha mahir olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun tarihi ve kültürel bir arka plana yaslandığını da söylemek gerek.

İki ülke açısından ortak olan husus ise ideoloji ile devletleri var eden aklın ortak bir zeminde buluşmasından ileri geliyor. Ancak Türkiye’de devletin üzerine inşa edildiği mantık, cari hükümetin yapmak istediklerini engellemeye çalışan şeylerin başında geliyor. Eksen kayması tartışmaları bu bakımdan ilgi çekicidir. Yine aynı şekilde az evvel zikredilen iki ülkenin ‘Türkiye karşıtı’ söylemlerini, kendisini devletin üzerine inşa edildiği Kemalist mantığa yaslayan siyasi oluşumlar ve toplumsal kesimler üzerinden gerçekleştirmeleridir. Burada Türkiye’nin daha fazla handikaba sahip olduğu aşikar. Ancak  özgürleşmek ve aktif-özgün bir dış politika izlemek adına zikredilen ‘mantık’ ile her geçen gün daha fazla hesaplaşması gereken hükümetin attığı bazı adımlar ise paradokslar oluşturuyor.

Bir de hükümete yakın medyanın durumu var ki orası epey içler acısı. Tamamen olumsuz olarak görmesek bile bu durumu Yeni Şafak örneği üzerinden bir başka çalışmada uzun uzun incelemiştik. Netice olarak olumlulukların yanında onları takip eden olumsuz işler 'mehter takımı' misali bir fotoğraf seriyor önümüze. 

 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum