Diriye yanarım, ölüye yanmam!
Bu kadar mı köreldi gözlerimiz?
Kalplerimiz bu kadar mı taşlaştı? Ya vicdanlarımız? Kaynayan kazandaki kurbağa gibi, ölüyoruz da farkında mı değiliz? Dünyevi hışırlıklar gözümüzü bu kadar mı bürüdü?
Merhum Necip Fazıl;
?"Kakılır bir yerde, kalır oyuncak, Kurgular biter. / Ölüm... O geldi mi ne var korkacak? Korkular biter." diyor.
Ama anlıyorum ki, bitmiyor ölüm geldiğinde bile gündelik siyasi çekişmelerimiz. Üç kuruşluk siyasi görüşlerimiz o kadar kuşatmış ki ruhlarımızı, daha ölüm meleği ruhu yerine teslim etmeden kusuyoruz kinlerimizi, nefretlerimizi...
Şu satırları -ne yazık ki- yazmak zorundayım: Merhum Erbakan hayatta iken, özellikle 28 Şubat döneminde en çok eleştirenlerin başındakilerden biri de bendim.
Ancak ölüm... Bütün kurguları, dünya denen bu devasa ama beş para etmez oyuncağı elde bırakan ölüm... Ki bu dediğim fenalığı yapanların çoğu -yine ne yazık ki- inançlı kesimden.
Kavramların kaypak, erdem ile sefaletin tepetaklak olduğu günlerden geçiyoruz. Her insan bir münker olmuş, yanında nekiriyle tuttuğunun yakasına yapışıp sorguluyor. Hepimiz yapıyoruz bunu. Yapıyoruz yapmasına da, ölene, yani gidene yapılması şahsen yaralıyor beni. Sorgulanacak durumda olan bizlerin sorguya kalkışmasına hayretler ediyorum.
Hazreti Ömer efendimize atfedilen bir söz vardır. Der ki: "Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz!" Ne yazıktır ki, biz bunu şimdilerde, 'kendimizi hesaba çekmeden önce, başkasını hesaba çekelim'e dönüştürmüş durumdayız.
Biliyorum birçok kişi, bu bakış açısından rahatsızdır. Erbakan'ın rahmetli oluşundan çok değil, birkaç dakika sonra, 'Ya hiç ölmeyeceğini mi sandı? Yanlış siyasetinle binlerce müminin ahıyla gitti!' türü mesajlar aldım.
Açıkçası kahroldum...
Yalama ruhluları, üç kuruşluk dünyayı kendine tek gaye edinenleri 'es' geçiyorum. Onlara diyecek tek cümlem yok...
Lakin imanına, idrakine, vicdanına güvendiğim bazı dostlarımdan da aynı yaklaşımı görmek, ruhumu bir cam parçası gibi tuzla buz etti...
Bizim siyasi ve dünya görüşümüze göre yanlış, hatta zarar veren şeyler yapmış olabilir. Ve hatta siyaseten çok büyük, fahiş hatalar yapabilir. Ama bunların hiçbiri samimi bir Müslüman olduğu gerçeğini zerre kadar değiştirmez.
Ve bizler olumlu olanı görmeye memuruz...
Buhari; 'Ölülerinizi kötülemeyin, onlar amelleriyle baş başa kalmıştır' der. Tirmizi'de ise, 'Ölülerinizin iyiliklerini söyleyin ya da susun' cümlesini okuduğumu hatırlıyorum.
İnancımız, öleni rahmetle yâd etmeyi salık verir. Kusurları, kabahatleri ne olursa olsun eleştirinin, laf çakmanın zamanı bu zaman değildir. Öyle bir yere gitti ki, değil sizin, benim; eşinden, oğlundan bile daha çok ve yakından tanıyan 'Bir'inin yanına... Hesaba çekilmek için sırasını bekleyenlerin, bir ölüyü hesaba çekmesi kadar haddi aşmak yoktur, diye düşünüyorum. Hele ki, daha naaşının sıcaklığı gitmeden. Şimdi rahmet ile bir Fatiha okumanın zamanıdır.
Ne eksik, ne fazla; budur!
Umudum odur ki, Rabb'im merhum Erbakan'a Rahim ismiyle muamelede bulunur. Mekânı cennet olsun!
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT