Diri Diri Gömülen Çocuğa Sorulduğunda…
Bugün Uğur Kaymaz’ın infazının yedinci yılı. 21 Kasım 2004 tarihinde, yani bundan yedi yıl önce 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, babasıyla birlikte evlerinin önünde infaz edildi. Bu olay AK Partinin belki de ilk insanlık sınavıydı. Fakat AK Parti de selefleri gibi bir devlet refleksiyle polisleri korudu.
İstanbul Adli Tıp Kurumu raporunda, Uğur’un vücuduna 13 adet merminin isabet ettiği ve bunlardan 9 tanesinin sırt bölgesine yakın mesafeden (50 cm.nin altında) ateş edildiği ve vücudunda barut izleri taşıdığı; baba Ahmet Kaymaz’a da toplam 8 adet merminin isabet ettiği, bunlardan sekizinin de yakın mesafeden (50 cm.nin altında) yapılan atışlarla oluştuğu ve vücutta barut izlerinin olduğu; bu kişilerin bu kurşunları aldıktan sonra çatışmaya giremeyecekleri ortaya koyulduğu yani her ikisinin de infaz edildiği belgelendi. Ayrıca birçok raporda hiçbir çatışma izine rastlanmadığı ifade ediliyordu.
Bu bilgi ve bulgulara rağmen Eskişehir’e “kaçırılan” dava 2007 yılında polisler beraatıyla sonuçlandı. 2009 yılında Yargıtay da kararı onayladı. Polisler şimdi serbestler ve görevlerinin başındalar. Onlar, vatanın birlik ve bütünlüğüne kastetmiş olan iki “teröristi” etkisiz hale getiren “kahramanlar” şimdi. Bu “katliamlar ülkesinde” doksanlı yıllarda katledilmiş 20 binden fazla insanın sorumluları nasıl korunduysa öylece korunuyorlar.
Uğur Kaymaz, küçük bedenine aldığı 13 kurşunla bu zulümkâr ülkeden göçüp gittiği ile kalmadı, üstüne bir de mahkeme yoluyla terörist ilan edildi. Böylece “masum”, “mağdur”, “mazlum” Uğur’u savunmak, anmak, adına bir etkinlik düzenlemek, bir anıt yapmak “Suçu ve suçluyu övmek” suçu kapsamına girmiş oldu.
***
Bu ülkede öldürülen yüzlerce çocuk var. Bu çocukların ölümü gerektiren hiçbir suçları yok; olamaz da zaten. Ya panzerin altında kalarak can verdiler ya da polis kurşunuyla…
Ya gözaltında işkenceyle öldüler, ya da evlerinin önünde kurşuna dizilerek…
Ya oyuncak sandıkları bir patlayıcıyla oynarken veya gelişigüzel döşenmiş mayına basarak parçalandı bedenleri…
Ya terörist denilerek evlerinin önünde sözde çatışmalarda vuruldular yaşlarından fazla kurşun alarak bedenlerine…
Ya da bilmedikleri bir yerden gelen bir kurşun, bir roket, bir bombayla…
“Ölü olarak ele geçirilen teröristler” olarak kayda geçti birçoğu. Birçoğu “kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” mantığının kurbanı oldular. Birçoğu “Bir polis için elli sivil feda edilebilir” mantığının…
Savaşın ve ulusalcılığın psikopatlaştırdığı insan artıkları tarafından gözlerini kırpmadan öldürüldüler. Bazen bir serseri kurşunla, bazen bir serseri molotofla öldürüldüler.
Ölüm altlarından, üstlerinden, yanlarından gelerek buldu onları. Onlar, kimilerinin gözünde tehlikeli birer teröristti. Kimilerinin gözünde intikam için kolay bir hedefti.
Sırf bu ölümler Kürt sorununu dünyanın en trajik sorunlarından biri yapmaya yeter de artar bile.
Ve yine sırf bu ölümler, Müslüman olsun olmasın insan olanın vicdanını kanatmak için, bu kanı durdurmak için harekete geçmeye yeter sebeptir, savaşın nedeni ve bedeline bakılmaksızın…
Bu ülkede henüz yaşını doldurmamış bebekler, henüz yaşamın farkına varamamış sabiler, henüz on sekizini görememiş çocuklar öldürüldü. Bu zulüm diyarında Diren Basan’lar, Zilan Demirler, Şilan Demirler öldürüldü; Mizgin Özbekler, Rozerin Aksular, Enes Atalar, Serap Eserler, Ceylan Önkollar, İbrahim Oruçlar, Canan Saldıklar, Uğur Kaymazlar…
***
Belli bir sistematik içinde devlet ve devlet aklıyla kuşanmış muarızları sürekli masumları katlediyor. Kadın, erkek, çocuk, erişkin, yaşlı… Her yaş grubundan insan var kurbanlar arasında. Aralarında kategorik bir bağ açıkça görünmüyor. Katillerin bilinçaltında geliştirdiği korkudan yaşlılar da kadınlar da çocuklar da payını alıyor.
Bu konuda kamu vicdanının harekete geçmemesi, toplumun; vicdanı körelten korkunç bir milliyetçi histerinin esiri olmasından, devlet aklını kuşanmış olmasından veya derin ve gizli bir düşmanlık duygusundan kaynaklanıyor olsa gerek. Ya da insanı vicdandan soyutlayan sebep her ne ise…
Bu öldüren tepkisizliği belli kesimlerin sığıntı bir partizanlığına mı, savaşın oluşturduğu duyarsızlaşmaya mı bağlayacağız? Bu körlüğü, sağırlığı ve dilsizliği hangisine bağlarsak bağlayalım bu durum her türlü fecaattir.
Bir yerde adalet yoksa otoritenin meşruiyeti de yoktur. Meşruiyetin elbette birçok başka kaynağı var ancak adalet başta gelenidir. Adalet yoksa gerisi olsa da meşruiyet bitmiştir.
Uğur Kaymaz’ın katledilmesi ve üstüne katillerinin de serbest bırakılması tam da bu noktaya karşılık gelmektedir. Uğur’un katledilmesinden bu yana geçen 7 yıl içinde ne hükümet ne de başbakan tek bir açıklama yapmamıştır. Bu olay karşısında bir üzüntü duyulmamış, duyulmuşsa bile ifade edilmemiştir. Ailesine başsağlığı dahi dilenmemiştir. Tıpkı Ceylan Önkol’un, Mizgin Özbek’in ya da Canan Saldık’ın katledilmesinde olduğu gibi. Oysa bir başbakan ülkesinde yaşanan her şeyden sorumludur.
Bir yönetici için en güzel örneklerden biri olan Hz. Ömer gibi bir tarihi referansa sahip çıkan AK Parti ve başbakan Tayyip Erdoğan’a, Ömer’in örnekliğini yine şiirlerini dilinden düşürmediği Mehmet Akif’in diliyle hatırlatalım:
Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!
…
Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri,
O damla, bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!
Evet, kenar-ı Dicle’de çocuklar, başbakana bağlı kolluk güçleri tarafından katlediliyor. Kurtlar masum ve çaresiz kuzuları aşırıyor. Zemine gadr ile bir damla değil oluk oluk kan dökülüyor. Annelerin feryatları arş-ı alaya ulaşıyor. Neredeyse Ömer yattığı mezarında duyacak mazlumun feryadını, hükümet duymuyor. Uğur’un gözü yaşlı annesi feryad-ı figan adalet bekliyor, nafile. Uğur’un naçar annesine dilinde ağıtla ilenmekten başka çare bırakılmıyor:
Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,
Ömer! Savâik-ı tel'in olur, iner tepene!
Yetîmin âhını yağmur duâsı zannetme:
O sayha ra'd-ı kazâdır ki gönderir ademe!
Evet, ey elinde iktidar asasını taşıyanlar; bilin ki mazlum bir annenin ahı Savâik-ı tel'in olur iner tepenize…
Sadece ve sadece Uğurlar, Mizginler, Ceylanlar için savaşım vermek çok mu basit, çok mu anlamsızdır! Çok mu yersizdir (haşa) şu ilahi ikaz:
Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zâlim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?
Ey Ceylan! Ey Uğur! Ey yanı başımızda kanına girilen masumlar! Sizler için savaşmadıkça ruz-i cezada iri laflarımız ve yaptığımız edebiyat aleyhimize şahitlik edecektir. Ey korku ve vurdumduymazlık! Ellerini yakamızdan çek artık.
YAZIYA YORUM KAT