Direnişin İdeolojik ve Sosyolojik Temelleri
Bir cehennem gibi üzerimize çökmeye kalkışan 15 Temmuz askeri darbesini püskürten milyonlarca insanı motive edip harekete geçiren temel değer nedir? Tanklara, savaş uçaklarına, üzerine yağmur gibi yağan kurşunlara rağmen sokak sokak, şehir şehir direnen kitlelerin duygu ve söylemlerini belirleyen İslami aidiyetleri ilk andan itibaren hep birlikte gördük. Doğal olan yine doğal bir biçimde tezahür etmişti ve bunda şaşılacak bir durum da yoktu.
‘Yurtta Sulh Konseyi’ cuntasını dökmek istediği kanda boğan irade Müslümanca bir iradedir. Bu Müslümanca irade biteviye maruz kaldığı askeri darbelerin despotik mantığını ve emperyalist bağlamını gayet net olarak bilmektedir. İşte tam da bu sebeple darbenin Kemalist sol, Kemalist sağ ya da mistik maskelerle arzı endam etmesini umursamaksızın reddetmektedir. Çünkü ordu merkezli tüm kalkışmalar toplumsal ve siyasal irade üzerinde mutlak manada hegemonya kurmayı hedeflemektedir. Bu sebeple yaydan çıkan ok misali meydanlara dökülen Müslüman kitleler cuntanın kimliğine ve söylemlerine hiç kulak asmaksızın rest çektiler, karşı koydular ve alaşağı ettiler.
Halkın Cuntayı Çökerten Coşkusu
Askeri cuntayı derdest eden halkımızın kılık kıyafetini, sloganlarını, Tekbir ve Salalarını ya da mücadele biçimini birilerine beğendirmek, belirli bir standart içinde takdim etmek gibi bir mecburiyet olmaz, olamaz. Burada iki farklı cepheden neşet eden kimi yanlışlar dizisi çıkıyor karşımıza. Biri Kemalist, sol-sosyalist ve liberal çevrelerden yükselen küçümseyici, itibarsızlaştırıcı ve saptırıcı söylemler olarak karşımıza çıkıyor. Ülke ve toplumun asli sahipleri havasında sergilenen bu tekebbür ve fırsatçılık son derece çürük ve kokuşmuş olduğu için zaten toplum nezdinde bir karşılık bulamıyor.
Biraz dikkatli bir gözlemcinin kaçırması asla mümkün olmayan toplumsal olgulardan bazıları da şunlardır: “Darbeyi Mustafa Kemal’in Askerleri engelledi”, “Gezi Ruhu Müslüman mahalleye ilham verdi”, “Y Kuşağı Müslüman gençliğe yol açtı”, “demokrasi savaşçısı liberal aydınların ektiği tohumlar başarı getirdi”, “darbe karşıtı sosyalist örgütler direnen halkın yanındaydı”, “Alevi-Bektaşi kitleler barış ve demokrasi için darbecilere karşı meydanlardaydı” gibi şehir efsaneleri hiçbir karşılık bulamadan çöküp gitti. Darbeye karşı ne TÜSİAD ve TİSK gibi sermaye sınıfını temsil eden örgütler ne de DİSK ve KESK sol-sosyalist sendikalar karşı koydular. Çünkü birbirine tezat hatta düşman gibi görünen burjuvazi sınıfıyla sosyalist örgütleri paydaş kılıp birlikte hareket etmeye sevk eden temel saik militan düzeydeki seküler hayat tarzı ve İslam düşmanlığıdır.
Fethullahçı cuntanın karşısına dikilen toplumsal ve siyasal irade yer yer milliyetçi unsurlar taşıyor olsa da İslam temellidir, Müslüman kimliği ve hedefleriyle doğrudan ilişkilidir. Burada en çok dikkat çeken hususlardan birisi de MHP tabanının hatta Ülkücü kadroların da ilk andan itibaren AK Parti tabanı ve İslami çevrelerle birlikte hareket etmesidir. Yalnız bu birlikte hareketi belirleyen, katliam yapmak üzere tertibat alan cuntaların üzerine ölüm pahasına yürümeye sevk eden duygu ve düşüncelerin İslami temelde yükseldiği de muhakkaktır. Milliyetçi söylemleri azaltan, İslami söylem ve hedefleri çoğaltan atmosferin dinamosu hem geniş kitlelerdir hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
Devlet ve Semboller Terbiye Ediliyor
Bu tezi şu bağlamda kritik etmekte fayda olur: Bayrak ve vatan söylemi basit bir ulusalcı-Kemalist söylem ve fonksiyonun dışına çıkarılmıştır. Bayrak ve vatan söyleminin devleti tahkim etmek ve toplumu terbiye etmekten büyük oranda çıkarıldığı söyleyebiliriz. Gösteri veya törenlerde, egemen olan resmi söylemde bayrak ve vatan halka karşı iktidar sınıflarının popüler hegemonik araçlarından ikisiydi. Lakin bugün askeri ihtilale kalkışan cuntalara karşı verilen mücadelenin önemli sembollerinden biri olarak algılanmaktadır toplum tarafından.
Askeri darbe ve cuntalara karşı ayaklanan toplum ne Türkçülüğe ne de Atatürkçülüğe kaymaktadır. Aksine Türkçü ve Atatürkçü sembol ve söylemleri kendi meşru mücadelesi ve hedefleri doğrultusunda değiştirip dönüştürmenin gayretiyle hareket etmektedir. Temelsiz, tutarsız ve de alaycı kimi tezler İslami kimlik sahibi toplumsal ve siyasal iradenin bir asra yaklaşan Kemalist tahakkümü parça parça yapıbozuma uğrattığını halen görememektedirler. Zannetmektedirler ki toplum şunca zamandır kavga ettiği, kendisine karşı varlık mücadelesi verdiği Türkçü-Atatürkçü ulusalcı kimliğe doğru kimi zaman gönüllü kimi zaman da farkında olmaksızın kaymaktadır. Siyaset de toplum da bu kurnaz ama dengesiz aydın ve gazetecilerden daha basiretli, daha ferasetli ve elbette ki daha cesaretlidir.
Darbenin cehennem ateşi gibi halkın üzerine çökmek üzere olduğu vekitlerde meydanları inleten tekbirler, minarelerden yükselip bütün bir ülkeyi kuşatıp sarmalayan salalar direnişin ideolojik ve toplumsal kimliğini izhar etmektedir. Üzerine kurşunların yağdırıldığı bir vasatta İstanbul Belediyesi’nin önünde abdest alarak darbeci askeri birliklerin üzerine üzerine yürüyenler elbette Allah’a, adalete ve özgürlüğe inanan Müslüman kardeşlerimizden başkası değildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “devleti sıfırdan kuracağız” sözünü salt Fethullahçı cuntayla mücadeleden ibaret gören ve sananlar çok fena yanıldıklarını görecekler, hem de uzak olmayan bir zamanda.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT