Diplomatik gerilimden geriye ne kalacak?
Amerika, Almanya ve Fransa'nın başını çektiği 10 Batılı Büyükelçinin Osman Kavala’nın serbest bırakılması yönünde sosyal medyada yaptığı ortak çağrının Türkiye ile NATO ve AB ülkeleriyle ilgili daha derin ve daha sarsıcı krizleri tetiklemesinin önüne son dakikada geçildi. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da son derece sert ve akabindeki gelişmelerin tahmin edilemeyecek düzeyde gerilim ve çatışmaları tetiklemesi muhtemel “istenmeyen kişi” ilan etmeye hazır duruşu sadece Türkiye'nin değil NATO ve AB ülkelerinin de ciddi hasarlar almasına sebep olacaktı. Bu krizden Türkiye’de kazanlı çıkmayacaktı ama Batı ittifakının uzun bir süredir Türkiye’yi pek çok alanda Rusya ve Çin’le yakınlaşmaya doğru iteklemesinin bu krizle beraber bambaşka dengelerin kurulmasına vesile olacağı da aşikârdı.
Türk lirasının son dönemde dolar-euro ve altın karşısında yaşadığı hızlı değer kaybı, enflasyon ve işsizlik gibi sıkıntıların 2023 seçimlerine doğru daha ağır bir baskı oluşturacağı varsayılarak Türkiye’nin bu riyakârlık ve küstahlık içeren dayatmayı yutacağı var sayılıyordu. Ekonomik olarak belirsizliklerin arttığı, Amerika ve Avrupa’nın tam da müttefiklik ruhuna uygun bir biçimde çok yönlü kuşatmalar, yaptırımlar, ambargolarla sıkıştırdığı bir vasatta Türkiye’den beklenen refleks “beyaz bayrak” çekilmesinden başka bir şey değildi. Fakat beklenenin tam tersi tahakkuk etti ve başını yine Amerikan Büyükelçiliği’nin çektiği diğer temsilciler Viyana Anlaşması’nın 41. Maddesine riayet edeceklerini deklare ederek yumuşak ama belirgin bir biçimde geri adım attılar. Türkiye’de bu geri adım deklarasyonunu olumlu karşıladı ve kriz şimdilik bitmiş gözüküyor. Ama şimdilik kaydıyla ve beyanlar esas alınınca krizin bitmiş değil sadece ertelenmiş olduğu besbelli.
Tehdit Çöktü Ama Sorun Bitmedi
Krizi neden bitmiş değil de ertelenmiş sayıyoruz? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala’nı serbest bırakılması yönündeki kararı yine ortada duruyor çünkü. Hemen belirtelim ki; Avrupa Birliği ve Amerika’nın bu hususlardaki riyakarlıkları, körü niyetleri ve işledikleri cürümleri gündemde tutmak, hesabını sormak ve engellemek hem bir haktır hem de ertelenemez bir sorumluluktur Türkiye için. Fakat şu hususu da atlamak, örtmek veya aşırı bir biçimde savunma refleksiyle hareket etmek Türkiye’yi zayıflatır, çürütür ve bir süre sonra da çöküşe sürükler. Türkiye’de toplumun, Türkiye halkının ister siyasi isterse adli veya ticari davalar dolayısıyla yargıya olan güveni ne zaman yüksek oldu? Ne zaman yargı hakkında toplumun kahir ekseriyeti “şeriatın kestiği parmak acımaz” diyerek gönül ferahlığıyla hareket edebildi?
Sadece Osman Kavala davası değil konjonktüre bağlı olarak pek çok davanın işleyiş ve hükmünde ciddi sorunlar yaşanıyor. Esasen Amerika ve Avrupa’nın bu tür davalara abanması, sürekli olarak dayatmalarda bulunması ve ihsas-ı reyde bulunması verilecek tahliye kararlarını da verilecek ağır cezaları da tersten etkileyerek adaletin tesisini engeller bir mahiyet taşıyor. Ancak mahkemelere etki için çok uzaklara gitmeye gerek yok; nüfuzlu siyaset ve bürokrasi erbabının veya medya ve sermaye çevrelerinin dahi mahkemenin gidişatına müdahale ederek adaletin tecellisini engellemesi sıkça şahit olduğumuz can sıkıcı tablolardandır. Yargı reformu söylemleri toplumda hemen hiçbir olumlu duygunun kımıldamasına bile vesile olmuyorsa hükümet acilen derin bir muhasebeye girmelidir.
Çuvaldız Tamam, Şimdi Sıra İğnede
Amerika ve Avrupa’yla gerilim ve çatışmaların ölçüsü, zamanlaması ve boyutunun iyi hesaplanmadığı vakit Rusya, Çin ve İran’ın bölgeyi nasıl da kolay ve umarsızca terörize edeceği gözden kaçırılmış olacaktır. Evet, Amerika ve Avrupa PKK-PYD üzerinden Türkiye’yi yıpratmaya, sıkıştırmaya ve terörize etmeye yönelik açıktan askeri planlar icra ediyor. Peki, Esed rejimini ayakta tutup bütün bir bölgeyi daha güçlü bir terör dalgasıyla yıkıma uğratmak üzere bölgeye muazzam askeri yığınaklar yapan Rusya ve İran’ı Türkiye tek başına nasıl dengeleyip engelleyecek? Avrupa ve Amerika’nın riyakârlıkları, kötü niyetleri ve işledikleri suçlarla Rusya, Çin ve İran’ın nasıl yarış yaptığını döküp saymaya hacet yok. Lakin Amerika ve Avrupa’nın dayatmalarını boşa çıkarırken, oyunlarını bozup işbirlikçi örgütlerini ve ileri karakollarını sahadan silip atarken diplomatik, ticari ve askeri ilişkilerin belli bir seviyede tutmanın Türkiye’yi Rusya, Çin ve İran bloğuna karşı daha rahat hareket etmesine zemin hazırlayacaktır.
Son olarak Osman Kavala dosyasını Amerika ve Avrupa yakından takip ediyor ama yargıda öyle dosyalar var ki hiçbir insan hakları kuruluşunun, hiçbir devletin umurunda bile değil. Mesela hiç kimse Sivas Davası dolayısıyla 30 yıla yakındır diri diri betona gömülen insanların nasıl yargılanıp mahkûm edildiğini sormuyor bile. Ayşe Özdoğan gibi ileri derecede kanser hastalığından mustarip örtülü bir hanımın kan kusa kusa süratle ölüme yaklaşırken nasıl olup da cezaevine sokulabildiğini de kimse sorgulamıyor. Evet, FETÖ’yle mücadele ölüm kalım mücadelesidir ama KHK ile işinden gücünden edilen yüz bine yakın insanın feryadına kulak tıkayarak adaletin tesis edilemeyeceğini, toplumsal huzurun gerçekleşmeyeceğini iyice idrak etmemiz lazım değil mi? FETÖ Borsası üzerine yazılıp konuşulanları, troller ve troliçeler tarafından hedef gösterilip cezaevine tıkılanları veya kimi suçluların kahraman gibi lanse edilmesini AİHM'in karara bağlamasını bekleyecek değiliz ya.
Bir kriz şimdilik atlatılıyor, dayatmalar boşa çıkarılıyor ve Türkiye kaç devlet bir araya gelirse gelsin boyun eğmeyeceğini en yüksek perdeden ilan ediyor. Bu Türkiye adına büyük bir kazanımdır; hem siyasi ve diplomatik açıdan hem de ahlaki ve psikolojik açıdan. Sevinmek hakkımızdır ama Amerika ve Avrupa’nın dayatmalarını boşa çıkardığımız gibi kendi iç çelişki ve zaaflarımızı aşabildiğimiz, adaletin ve hukukun bir bütün olarak refah ve güvenliği teminat altına alabildiği bir iklime olan ihtiyacımız aciliyetini koruyor hala.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT