Diplomat veya Pulitzerli Kılavuzlar
El Kaide ve AK Parti gibi daha büyük bir tehdide dikkat çekmek ve mücadeleyi öncelikle ona karşı teksif etmek için. Suriye’deki katliamlarda Esed'i temize çıkarmaya çalışanların Mısır’da Sisi darbesinin de arkasında durduğu sır değil.
Kenan Alpay
Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı olduğu dönemde sözcülüğünü yapan ve pek çok kimsede konuşma özürlü olduğu hissi uyandıran Tacan İldem meğer şimdilerde AGİT’te Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapıyormuş.
Doğal olarak tarihe ve topluma zerre miktarı olsun olumlu-hayırlı bir iz bırakmayı becerememiş bu adam da nerden çıktı şimdi diyeceksiniz. AGİT’te yaptığı konuşmada kurduğu şu cümleden çıktı: “Reyhanlı’da 52 kişinin hayatını kaybetmesine ve 146 kişinin yaralanmasına neden olan bombalı saldırılar, El Kaide unsurları tarafından yapıldı ve El Kaide unsurlarının Suriye dışındaki operasyonudur.”
AGİT’te Esed/Baas rejimi adına kara propaganda yapan, gerici-dinci olarak nitelediği Hükümeti Batılı efendileri önünde aklınca ispiyonlayıp itibarsızlaştırmaya çalışan bu diplomatın Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bir dakika bile tutulması ölümcül bir yanlıştır. Gereği nedir diye sormaya bile hacet yok ama biz yine de söyleyelim: Resen emekliye sevk edilmek.
Batı, Batıcılık ve Despotizm
Tacan İldem’in özellikle Esed/Baas yanlısı Kemalist-sol medyada sevinçle karşılık bulan ‘itiraf’ maskeli iftirası Dışişleri Bakanlığı tarafından anında yalanladı elbette.
Çünkü Reyhanlı’da 52 insanın öldürülmesi yüzlercesinin yaralanması ve çok büyük bir yıkımla sonuçlanan saldırıdan Hükümet ve adli makamlar Suriye’nin istihbarat teşkilatı El Muhaberat bağlantılı Mihraç Ural liderliğindeki ‘Acilciler’i sorumlu tutuyor. Üstelik bu konuda kuşkuya yer bırakmayacak düzeyde çok güçlü-sağlam delilleri gözler önüne seriyor.
Peki, Tacan İldem adındaki Kemalist diplomatın ağzından çıkan cümleler hem muhteva hem de zamanlama açısından hangi çirkin ve karanlık tuzaklara işaret ediyor acaba?
Bu türden bir beyanatın hem muhteva hem de zamanlama açısından hiç de enteresan olmadığının altını çizelim. Çünkü en başından beri bütün katliam ve işkencelere, yıkım ve tehcirlere rağmen AK Parti Hükümetine muhalefet, Suriye’deki İslami muhalefete karşı duyulan nefret Türkiye’de CHP başta olmak üzere tüm ulusolcu-Kemalist ve Alevi çevreleri aynı merkezde ve fakat daha sıkı bir biçimde kenetlenmeye teşvik etti.
Hatta AK Parti Hükümetinin girdiği her seçimden güçlenerek çıkması ve Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’de yaşanan despotizme isyan hareketlerinin başını çeken İslami hareketlere karşı duyulan seküler-batıcı endişeler liberal-demokrat aydınları dahi bu ulusalcı merkezin parçası kıldı. Uzun zamandan bu yana “Perinçekleşme Trendi- Çölaşanlaşma Tutkusu” olarak nitelediğimiz bu siyasal hastalık en çok da kendini Suriye ve Mısır’a dair yürütülen dış politika alanlarında gösterdi.