Dine Karşı Din ve İslam’ın Tahrifi
Muharref din GDO’lu gıdalar gibidir. Şeytan günahları süslediği için, genetiği değiştirilmiş gıdalar ilk bakışta üretimi kârlı gibi gözükür. Ama yiyenleri kanser yapar.
Fevzi Zülaloğlu / Haksöz Dergisi - Sayı: 277 - Nisan 14
“Bütün bu olanlardan sonra siz, onların size inanmalarını mı bekliyorsunuz? Oysa onların çoğu Allah’ın kelamını işitip ne demek istediğini kavradıkları halde, bile bile tahrif ediyorlar.” (Bakara, 2/75)
Yukarıdaki ayet Kur’an’dan önceki İslam’a sözde iman edenler tarafından yapılan ihanetlerden söz etmektedir. Bu ihanetin adı “tahrif”tir. Kur’an’ın nüzulünden sonra da İslam’ı tahrif çabaları devam etmiştir. Takdiri ilahi sebebiyle bu çabalar İslam’ı tahrif edememiş ama Müslümanların zihinlerini bulandırabilmiştir. Kıyamete kadar sürecek bu tehlikeye karşı Rabbimiz biz mü’minleri şöyle uyarmaktadır:
“Kitap ehlinden birçoğu hakikat kendileri için de apaçık ortaya çıktığı halde, sırf hasetlerinden dolayı siz inandıktan sonra, sizi geriye döndürüp inkâr etmenizi isterler. Allah’ın onlar hakkındaki hükmü gelinceye kadar onları hoş görün, kusurlarına bakmayın. Unutmayın ki, Allah her şeye kadirdir.” (Bakara, 2/109)
Yeryüzünde İslam düşmanları ona karşı mücadelesini bazen cepheden yapmış, bazen de Müslümanların içinden buldukları hainler eliyle saf zihinleri bulandırmaya çalışmıştır.
İlk insanlara, Hz. Âdem’e kadar uzanan “dine karşı din” kendisini İslam’a karşı konumlandırmıştır. Çünkü asıl din, tarih sahnesine çıkan ilk din İslam’dır. Yani ister tarihî arka planına bakalım, ister Peygamberimiz (s) zamanına göz atalım, ‘dine karşı din’in tahrif çabaları Müslüman mahallesinde ortaya çıkmıştır. Daha Rasulullah (s) vefat etmeden münafıklar Mescid-i Dırar’ı inşa etmiş, ‘dine karşı din’le mücadele için muharref faaliyetler içine girmiştir. (Tevbe, 9/107)
Allah’ın elçisi henüz vefat etmeden, İslam’ın vahiyle inşa yöntemini taklit eden Müseylemetü’l-Kezzab üremiştir. Müseylemetü’l-Kezzab, Peygamberimizi taklit ederken, Kur’an’ın mesajına karşı giriştiği savaşta kendince kurnazlık yapmış, güya risaleti de kabul ettiğini iddia etmiştir. Müseylemetü’l-Kezzablar, yani ‘yalancı peygamberler’ ve onlara hizmete hazır olan münafıklar, mü’minlerin kazanımlarının beleş mirasçısı olmak için her köşe başında beklerler.
Bedir’de mü’minler kazanınca, “Biz de sizinle beraberiz” derler. Ama mü’minlerin Uhud gibi açık bir zaferle çıkmadıkları mücadelenin ardından verilen şehitleri için,“Eğer gitmeseydiler öldürülmezlerdi, Muhammed çoluk çocuğa uydu, ondan böyle oldu!” derler.1
En tehlikeli şeytan sağdan yaklaşan şeytandır. Dost kılığında yaklaşan insan şeytanları şeytanların en tehlikelisidir:
“(Aldatılanlar aldatanlara) şöyle diyecek: Siz bize hep sureti haktan görünerek yanaşırdınız.” (Saffât, 37/28)
Bazen mevzii, bazen de küresel saldırıların payandasına dönüşebilen ‘muharref din’in temsilcileri kendilerine yönelenlerin zihinlerini çeşitli yöntemlerle uyuşturabilir. Tahrif halkası içine alınanların artık gören gözleri görmez, işiten kulakları işitmez, akleden kalpleri akletmez hale gelebilir. Zaten şeytanın yegâne amacı kıyamete kadar inananları umutsuzluğa sürüklemek, doğru yoldan çıkarıp uzaklaştırmaktır. Bu nedenle ‘sırat-ı mustakim’de olmak, hiçbir mü’min için iman ve kurtuluş garantisi sağlamaz. Çünkü bu doğru yolda bile İblis’in askerleri çeşitli tuzaklar kurmuştur:
“Ve İblis şöyle dedi: Mademki sen beni saptırdın, yemin olsun ki, ben de senin doğru yolunun üzerine onlar için pusu kuracağım. Sonra da hem doğrudan ve açıktan hem de dolaylı ve sinsice, hem sureti haktan görünerek hem de zaafları ve güdüleri kullanarak sokulacağım onlara. Ve sen onların çoğunu nankörlük eden kimseler olarak bulacaksın.” (A’raf, 7/16-17)
Tevhid dini İslam’a bağlı bir mü’min de zamanla dine karşı bir cephede yer alabilir. İslam’ı tahrif çabalarına yardımcı olabilir. Çünkü şeytan insana soldan yaklaştığı gibi sağdan da yaklaşabilir. Bu yüzden Rabbimiz Kur’an’da “imandan sonra kalplerin eğrilmesi, şeytana meylederek sapması ihtimali”ne karşı mü’minleri uyarmış ve buna karşı nasıl bir dua ile Allah’ın yardımına sığınacaklarını öğretmiştir. (Bkz. Âl-i İmran, 3/8)
Bu çalışmanın amacı şeytanın özellikle sağdan yaklaşarak insanları nasıl dalalete sürüklediğini bazı örneklerle ortaya koymaktır. Bu tuzaktan hiçbir mü’min müstağni değildir. Şeytanın tuzaklarına düşmemek için, kalbimize istiğna tohumları ekmesine izin vermemek, Ümmeti Muhammed içindeki yerimizi sağlama almak, yüreklerimizi vahyin arındırmasına daima açık tutmak gerekir.
Aşağıda ele alacağımız örnekleri beyan ederken amacımız, bir kişi ya da grubu hedef alarak hakaret etmek, tekfir etmek, tahfif etmek, alay etmek değil, İslam’ı tahrif çabalarını tespit edebildiği ölçüde deşifre etmektir. Bu nedenle bizatihi davranışları, yanlışları ortaya koymak niyetindeyiz. Bunları örneklendirirken bahsini edeceğimiz örnekler konunun iyi anlaşılması açısından son dönemde yaşadığımız güncel siyaset üzerinden olacaktır. Ve sonucundan bakarak ‘muharref din’in İslam ve Müslüman zihinler üzerindeki tahrif çabalarını göz önüne sererken ortaya koymaya çalışacağımız eleştiriler, başta kendimiz olmak üzere, bu tenkitlere muhatap olan herkes için geçerlidir.
‘Muharref din’in özelliklerini, İslam’ın tarlasında yetiştirdiği zakkumlara bakarak görebiliriz. İşte bu zakkumlardan bazıları:
1) Muharref Dinin Ana Karakteri Şirktir
İslam ile ona alternatif olmaya çalışan “karşı din” arasındaki en önemli fark tevhid ile şirkte ortaya çıkmaktadır.
Muharref dinin en önemli karakteri şirktir. Bu nedenle melezdir, sentetiktir, yamalı bohça gibidir. Kendisinden önceki kültürlerden hiçbir ilkeye dayanmadan faydalanır. Çelişkilerle doludur. Muharref dinin müntesipleri hem Fatiha’da “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.” derler hem de ölülerden yardım isterler.
İslam’da itaat Allah’a ve meşruiyetini Allah’ın dininden alan Rasulullah’adır. Emir sahipleri, yöneten mü’minler ancak ve ancak meşruiyetlerini Kur’an’dan aldıkları ölçüde itaate layıktır. Ama muharref dinin ağabeyleri, ablaları eleştirilmez, onlara mutlak itaat edilir. En tepedeki ne söylerse, aşağıdaki koca profesörler “bir hikmeti vardır” diye itaat ederler. Kriptolu telefonlara yerleştirdikleri böceklerle kaydettiklerini, hiç sorgulamadan istenen yere göndermekten çekinmezler, sorgulamazlar, sadece itaat ederler. Böyle bir itaat şeklini Rabbimiz Kitab-ı Mubin’de şirk olarak değerlendirmektedir:
“Allah’ın peşi sıra hahamlarını ve rahiplerini -tabii ki Meryem oğlu Mesih’i de- rabler edindiler. Oysaki tek bir ilahtan başkasına asla kulluk etmemekle emrolunmuşlardı.” (Tevbe, 9/31)
Muharref dinin önde gidenleri iki şekilde şirk koşarlar: Birincisi nefsini ilah edinerek, kendi heva ve heveslerini kutsal etmek suretiyle toplumlara derler ki: “Biz olmasaydık siz olmazdınız!” İkincisi ise başkalarını, çevrelerindeki zalimleri ilah edinerek, “Siz olmasaydınız biz olmazdık!” derler. Örneğin Kureyş kabilesinin mensupları Lat’ı, Menat’ı, Hubel’i dokunulmaz ilan ederek rejimin bütün kodlarını onlar üzerine inşa etmiş, diğer taraftan da “Biz olmasaydık siz açlıktan ve savaştan ölürdünüz!” diyerek kendilerine kayıtsız şartsız itaat istemiştir. (Bkz. Kureyş Suresi) Çağdaş müşriklerin rejimleri de ‘muharref yapı’ları da aynı muharref dinin kodları üzerinde inşa edilmiştir.
Aşırı sevmek bir şirk çeşididir. Muharref yapının lideri “hevasını ilah edinirken” takipçileri hocaefendilerini Allah’tan ve Rasulünden daha önde tutarlar. Oysa mü’minler Allah’ı ve O’nun dinini şahsi çıkarları üzerinde tutmakla yani daima emirlerin ve işlerin meşruiyetini Kur’an’da aramakla yükümlüdür.
İstiğna, yani kendini merkezileştirmek, bütün dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannetmek de “hevasını ilah edinmek” manasında şirktir. İstiğna’nın doğal sonucu tuğyandır, taşkınlıktır. İnsanın azgınlaşma eğilimi vardır, eğer “haklının değil güçlünün haklı olduğu”na ilişkin şeytani propagandaya kanarsa, yalancı bir özgüven oluşur, bu da azgınlaşmaya yol açar.
Münafıkların en büyük özelliği yalan söylemektir. Muharref dinin öncüleri kuracakları üniversitenin projesini yaptırmak için bin yıl önce ölen birilerini, örneğin İmam Ebu Hanife’yi getirir, bu yalanla yaptıkları işe bir kutsiyet kazandırmak isterler. Bunun yanlış olduğunu söylemeniz bir işe yaramaz. Çünkü kendisini müstağni zannedenler, yanlış içinde olduklarını kabul etmek istemezler. Şöyle derler: “Biz ıslah edicileriz; oysa bozguncuların ta kendileridirler…”(Bakara, 2/11)
2) Muharref Din Yahudileştirir
Peygamberimiz, Fatiha’nın sonunu tefsir ederken İslam ümmeti için iki büyük tehlikeden söz etmiştir: Yahudileşmek ve Hıristiyanlaşmak.2
Tahrif, harfler ve kelimelerle oynayarak hakikatin üstünü demagoji ile örtmektir. Kur’an gibi saf bir kaynağı, tahrif olmuş, beşer eli değmiş düşüncelerle karman çorman etmek iyi niyetli bir çaba değildir. Beşerî düşüncelerle kirletilmiş sözde “Tevrat” ve sözde “İncil”le Kur’an’ı, sanki aynı değerdeymiş gibi alt alta, yan yana getirmek, diyaloga değil hakikatin bulandırılmasına hizmet eder. Ama ‘muharref din’ Yahudi ve Hıristiyanlara karşı sempati oluşturmak için bu tahalluttan çekinmez.3
Ehli Kitab’ın en önemli özelliği ayetler arasında ayrım yaparak Kitab’ı parçalamaktır. Yani bir kısmına iman etse bile, işine gelmediği yerleri yok saymaktır. Bir başka ifadeyle Kitab’a uymak yerine kitabına uydurmaktır. (Hicr, 15/91)
Yahudileşenlerin önemli bir özelliği de “Biz Allah’ın sevgilileriyiz” diye kendilerini takdim etmeleridir. Bunu kendi nefislerine ve çevrelerine kabul ettirdikten sonra, artık eleştiriye ve özeleştiriye kapalı zihinlerin kalplerin tahrif edilmesi için hiçbir engel kalmaz. Kendilerinden olmayan herkese karşı adı konulmamış bir tekfircilik yaparlar. Kendileri birinci sınıf ağadır, diğerleri marabadır.
Muharref dinciler için eğer tebliğde muhatap olarak alındıysanız, sahte bir tebessümle, iltifat, ikram ve maklubelerle karşılanırsınız. Bir yüz çevirmeye görün, her tür itibarsızlaştırmayla karşılanırsınız. İtibarsızlaştırmada her şey caizdir. Çünkü siz onlardan değilsiniz.
Bir Müslüman küfürle, şirkle cihad ederken gayri meşru yöntemler kullanamaz. Örneğin, bir mü’min kâfirlerin eşlerinin çıplak fotoğraflarını ya da videolarını kaydedemez. Ama muharref dinin Yahudileşmiş müntesipleri için kendilerinden olmayanlara karşı bir sorumluluk duygusu yoktur. Çünkü Yahudileşmiş olanlar, “Bizim bizden olmayanlara karşı bir sorumluluğumuz yoktur, her tür gayri meşru işlem caizdir!” derler:
“Önceki vahyin mensuplarından öyleleri var ki, kendisine bir hazine emanet etsen (kuruşuna dokunmadan) iade eder, öyleleri de var ki, tek bir dinar emanet etsen tepesine dikilmedikçe sana geri vermez. Bu onların ‘bizden olmayanlara yaptıklarımızdan dolayı bize sorumluluk yoktur’ şeklindeki iddiaları yüzündendir. Fakat onlar bile bile Allah hakkında yalan söylüyorlar.” (Âl-i İmran, 3/75)
Muharref din Yahudiler gibi ırkçıdır. Bir kişinin kendi ırkından olmaması, kendi cemaatinden olmaması ciddi bir mesele haline gelebilir, yeri gelir ondan uzaklaşmak için bir sebep olabilir.
Yahudileşmenin sonuçlarından biri de “Ümmilere/bizden olmayanlara karşı sorumluluğumuz yoktur.” inancının da bir yansıması olarak kişilerin ve cemaatlerin kendilerini kâinatta seçkin, ayrıcalıklı bir konumda görmeleridir. Bu bakış onları meşru olmayan tecessüs/özel hayata ilişkin casusluk yapmak gibi günahları hoş görmelerine yol açar.4
Yahudileşenler “obezdirler, asla doymazlar, hep bana, hep bana” derler. Yahudileşenler işgalcidirler, hayatın tüm alanlarına kendi etiketlerini vurmak isterler. Yahudileşenler kendilerinden başkasına iyilik yapma hakkı bile tanımazlar. Müslümanların organize ettiği yardım faaliyetlerini ellerindeki tüm imkânları kullanarak, adeta bir intihar komandosuna dönüşerek engellemek isterler. (TIR operasyonunda ya da Suriye’ye yapılan yardımlar üzerinde istifham oluşturma örneklerinde olduğu gibi.)
3) Muharref Din Hıristiyanlaştırır
Muharref dinin mensupları zihinlerini ve amellerini Hıristiyanlaştırmışlar, çevrelerini de ellerindeki imkânlarla Hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadırlar.
Muharref Dinde Vesvese İlham Zannedilir!
Muharref dinde vahiy, ilham, şeytanın temennisi, vesvesesi birbirine karışmıştır. Oysa Rabbimiz, şeytanın bu tuzaklarına karşı Hacc Suresi 52. ayette mü’minleri şöyle uyarmıştır:
“Hem senden önce kimi rasul ve nebi olarak göndermişsek, (sonuç almayı) umduğu her seferinde şeytan mutlaka onun idealindeki amaca ilişkin beklentisine gölge düşürmeye çabalamıştır. Fakat Allah şeytanın çabasını boşa çıkarır…”
Muharref din tıpkı Vatikan Papası gibi bilgiyi üst bir makamdan alır. Hıristiyanlar için Hz. İsa ve onun sözde temsilcisi Vatikan Papası ne ise muharref dinin lideri için de odur. Papa Hz. İsa’dan, o ise güya Hz. Muhammed’i gördüğü rüyalardan talimatlar alır.
Bilgi vahiy/ilham ve rüya yoluyla elde edilir. Bu yöntemden yararlanarak, Hz. Peygamber’in rüyada görüldüğü ilan edilir, twitleri iki katına çıkarma talimatı ondan alınır, müritlere tebliğ edilir. Peygamber bir ışık olarak imdada çağrılır, kamyona bindirilir, istenen amaca hizmet ettirilir.
Vesvesenin tavan yaptığı akıllara ziyan bir örnek de Peygamberimiz Muhammed (s)’in ruhunun Hz. Meryem’e indiği ve böylelikle İsa’nın babası olduğu zırvasıdır.5
Muharref Din Mesihçi, Mehdicidir!
Muharref dinin önderlerinden biri, kendisini kast ederek Hz. İsa’nın bir gün İzmir Kemeraltı’na bir bavulla döneceğine dair kehanette bulunabilmiştir.
Bu tür yapıların en tepesindeki adamlar ve onun altındaki ağabeyler kendilerini masum addederler, yani peygamberlerin vahiy esnasındaki yanılmazlığını ifade eden “ismet” sıfatını çalmışlardır.
Allah’a ve ahirete inansın veya inanmasın, ister deist ister ateist olsun, isterse teist/dinci olsun muharref dinin bütün türlerinde “O olmasa olmazdık!” diyerek yüceltilen birisi vardır.
Muharref dinin müntesipleri güya Peygamberimizi övmek için, bir aşırı yüceltme örneği olan, “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” diye bir hadis uydurur. Ardından müşriklerin ataları için, Kureyş için kullandığı “Olmasaydın, olmazdık!” yüceltmesini Allah’ın elçisi için kullanabilirler. Rasulullah’ı insan olmaktan çıkarıp “rabbi” yaparlar, daha sonra “abiler”le “rabbiler” birbirine karışır gider.
Allah’ın dışındaki bir gücü ya da güçleri aşırı yüceltme Hıristiyanlardan çekilmiş bir kopyadır. Yuhanna İncilinde Hz. İsa için geçen aşağıdaki ifadeler “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım”ın neredeyse aynısıdır: “Her şey onun ile oldu ve olmuş olanlardan hiçbir şey onsuz olmadı.” (Yuhanna, 3-4)
Muharref dinin önderleri Allah’tan ve Rasulullah’tan rol çalarken, asıl amaç kendi konumunu meşrulaştırmaktır. Örneğin “Allah kâinatı Muhammed’in yüzü suyu hürmetine yarattı, benim için ayakta tutuyor, ben öfkelendiğimde dünyanın bir yerinde fırtınalar kopar, ‘Herkül/kasırga tanrısı’ harekete geçer.” derken, sadece Rasulullah’ı yüceltmiyorlar, kendileri için de “kâinatın imamı” olmanın yollarını açıyorlar.
Muharref din ürettiği “abi”, “abla” modeliyle fedakârlığı da tahrif edebilir. Fedakârlıkta bir intihar komandosuna dönüşebilirler. Bu modeli benimsemiş bir kişi eğer “abi”si, “imam”ı emrettiyse, meşru-gayri meşru her emre düşünmeden itaat eder, kendi iradesini sıfırlayabilir.
Muharref dinin vahdet-i mevcutçu önderleri tıpkı Hıristiyanlar gibi Allah ile Allah’ın Elçisini birbirine karıştırır. Cebrail (a)’in vahyi Muhammed’den alıp Muhammed’e getirdiğini iddia edecek kadar haddini bilmezlik içine girebilirler.
Muharref dinin akışına kapılanlar sözde övmek için Fatiha’daki Yüce Allah’a ait olan “Rabbul-âlemîn”in tercümesi sayılabilecek, “kâinatın sultanı, efendisi” gibi sıfatları Peygamberimiz için uydurarak6 “Muhammedur-Rasulullah”ı tahrif etmekten çekinmez. Oysa İslam’ın peygamberi Muhammed (s), “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övdükleri gibi beni övmeyin. Ben sadece bir kulum. Siz ‘Allah’ın kulu ve Rasulü’ deyin.” demiştir.7
Yine Peygamberimiz (s) kendisinden korkarak tir tir titreyen bir kimseye kendisinin bir kul olduğunu şu hikmetli sözlerle hatırlatmıştır: “Kendine gel! Ben hükümdar değilim. Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum.”8
Muharref Din Pragmatisttir!
Muharref dinin değişmez ilkeleri yoktur, bağlılarını ayakları sabit kılan ilkelere göre değil, rüzgarın savurduğu yöne doğru sürükler.
Bir taraftan cemaat menfaatleri için içkili toplantılar düzenlenebilir, diğer taraftan içkili toplantılarda Kur’an-ı Kerim okunarak “saygısızlık” saygıyla takdim edilebilir. Şeytan yapılanları süslü gösterdiği için muharref dinin müntesipleri gösterilen tepkiyi de anlaşılmaz bulur.
Peygamberimizi aşırı yüceltme tutumu da pragmatisttir. Gerektiğinde politik amaçlar, o andaki hedefler için “Muhammedur-Rasul” muharref din ve onun Mesih’i için feda edilebilir. Hatta ezandan, kametten “Muhammed Allah’ın elçisidir!” ifadesi çıkarılır. Cennete gitmek için Muhammed’in peygamberliğini kabul etmek şart değildir.9
Muharref dinin Mehdisi İslam’ın izzetini ayaklar altına alarak, kâfirlerle olan ilişkilerde gözetilmesi gereken önemli bir ilke olan müdahane (yağcılık) ile haramları çiğnemekten; Vatikan Kilisesinin başı olan Papa’ya, “Papa hazretleri! Sizin misyonunuza hizmete hazırım, bizim amentümüz birdir!” diyerek İslam’ın izzetini ayaklar altına almaktan çekinmez. Oysa Kur’an-ı Kerim diyalogun hakiki eksenini yüz yıllar ötesinden ilan etmiş, sınırları çizmiştir:
“De ki: Ey Ehl-i Kitab! Bizimle sizin aranızda ortak olan söze gelin. Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin. Eğer onlar yine de yüz çevirirlerse deyin ki: Şahit olun, biz Müslümanlarız.” (Âl-i İmran, 3/64)
Muharref Dinin Sabit Doğrusu Yoktur!
Muharref dinin hahamları, rahipleri, din adamları, ağabeyleri, rabbileri dün “Deccal” dediği birine yeri gelir sözde çıkarları için “Söz Sultanı” der, hatta “Ben sizin gedanız/kapınızdaki bir köpeğim!” diyerek hem kendi hem de temsil ettiği kitlenin izzetini ayaklar altına alabilir. Dün “Deccal” ilan ettiği bir zalimi, İslam’ın değerlerine savaş açan, ‘başörtülülere haddini bildirmek için’ iktidarın imkânlarını kullanan bir tağutu, yeri gelir şefaatle cennete götürmenin yollarını arar. Şeytanın bu tuzağına karşı Rabbimiz mü’minleri şöyle uyarmaktadır:
“Elbet siz (iman hususunda) gerçekten de çelişkiler içindesiniz. Savrulanlar kendi aleyhinde savrulurlar. Kahrolsun! Keyfi yargılarını kesin gerçek gibi pazarlayanlar! Ki, onlar gömüldükleri bataklıkta debelenen gafillerdir.” (Zâriyat, 51/8-11)
4) Muharref Din Tahrifçidir
Muharref Din ‘Mülâane’yi Tahrif Eder!
Mü’minlere bedduayı meşrulaştırmak için karı koca arasında gerçekleşebilecek olan “mülâane/karşılıklı lanetleşme”den medet umabilir. Yahut Necran Hıristiyanlarıyla Peygamberimiz arasında gerçekleşmemiş bir olaydan, “mübahale”den medet umabilir. Yetmezse sapla samanı birbirine karıştırıp kahhâriye ile bedduayı birbirine bulayıp pazarlamaya kalkabilir. Kur’an’ın kavramlarını birbirine karşı savaştırıp, birbirine kırdırabilir.
Muharref Din Şefaati Tahrif Eder!
Kendisi için sanki cennet garantiymiş gibi, İslam’a savaş açan kâfirleri ve münafıkları da şefaat yoluyla oraya götürme telaşına girer. Adeta bu dünyada bunun garantisini vermeye çalışır, sanki karar merciidir. Allah’tan rol çalmaya çalışır:
“Ne yani şimdi onlardan her biri, tarifsiz nimetler cennetine gireceğini mi sanıyor? Kesinlikle hayır!” (Mearic, 70/38-39)
Muharref Din İslam Fıkhını Tahrif Eder!
Allah’ın emirlerini “furûat”10 diyerek tahfif edebilmiş, başörtüsünü ve onun üzerinden Müslümanları içtimai hayattan kovmaya, gerekirse öldürmeye karar vermiş zalimlerin işini kolaylaştırmıştır. Binlerce mü’min hanım bu şeytani fetva ile başını açmıştır. Onların vicdanlarını da “sağdan yaklaşan şeytan” gibi şöyle teskin etmişlerdir:
“Siz başınızı açmakla hizmet adına büyük bir iş yapıyorsunuz, binlerce insanın cennete gitmesi için kendinizi feda ediyorsunuz!”
Bu şeytani düşünce Hz. Ebu Bekir’e yapılan bir iftiranın üzerine inşa edilmiştir. Güya Hz. Ebu Bekir “Vücudumu o kadar büyüt ki, cehenneme gireyim başka hiç kimseye yer kalmasın!” demiştir.11
Muharref Din Takiyyeyi Tahrif Eder!
Muharref din mü’min hanımlara, “Gerektiğinde başınızı açabilirsiniz!”,subaylara “Gerektiğinde içki içebilir, namazı terk edebilirsiniz!” diyerek kendi çıkarları için günaha teşvik edebilir. Sırat-ı müstakim üzerinde kurulan bu türden tuzaklara karşı Rabbimiz bizi şöyle uyarıyor:
“Ve ne zaman çirkin bir iş işleseler hemen ‘Biz atalarımızı bu iş üzerinde bulduk, demek ki bunu bize Allah emretmiştir!’ derler. De ki: Şu kesin, Allah çirkin bir şeyi emretmez. Yoksa siz hiç bilmediğiniz bir şeyi Allah’a mı yakıştırıyorsunuz?”(A’raf, 7/28)
5) Muharref Din Reenkarnasyoncudur
Tıpkı Hinduizm’de olduğu gibi muharref dinde reenkarnasyon, yani “ruh göçü” vardır. İnsanlar öldükten sonra da bağlılarını denetlemeye, onlara yardım etmeye gelir. Öyle ki, sofralarda “Peygamber” için boş bir sandalye tutulur, onun oraya gelip oturduğu ve yemeğe eşlik ettiğine inanılır.
Muharref dinde reenkarnasyon “Nuru Muhammedi Teorisi”nin ardına saklanarak süslenir, pazarlanır. Bununla da kalmaz, ilk yaratılanın Hz. Âdem değil, Hz. Muhammed’in nuru olduğu yalanını son derece cicili bicili hediye paketleriyle, yaldızlı sözlerle kitlelere pazarlar:
“…Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar.” (En’am, 6/112)
Oysa bu teori Hıristiyanlıkla Hinduizm’den karılmış melez bir hurafedir. Bu hurafenin İncil’deki kaynağına ulaşmak hiç de zor değildir. Yuhanna İncilinde güya Yahya peygamber Hz. İsa için şöyle demiştir: “Benden sonra bir adam geliyor ki, benden ileri oldu. Çünkü benden önce idi…” (Yuhanna,1/31)
Muharref dinin önderleri, “Peygamberimizi kendisinden yaklaşık beş yüz yıl önce yaşamış olan Hz. Meryem’le nişanlamak, evlendirmek” gibi akla ziyan faaliyetler içine girmekten çekinmezler.
Muharref din hakikat yerine batıl/sanal yöntemlerle bağlılarını uyuşturur. Hz. Peygamber’e Türkçe Olimpiyatlarında protokolde boş bir sandalye ayrılır; oradan folklor eşliğinde şarkı söyleyen açık saçık kızları izlemekte (!), böylece yapılan iş meşrulaşmaktadır.
Muharref dinde ölüler aslında ölü değildir, aramızdadır. Bu dinin önderlerinden biri şöyle der: “Abdülkadir Geylani hazretlerinden ceviz istesem onun ruhaniyeti bu duaya hayır demez.” Bunu söyleyen kimsenin aynı zamanda Fatiha Suresinde “Yalnız senden yardım dileriz.” diye beş vakitte dua etmesi çelişkilidir. Ancak bu çelişkinin ne kendisi ne de onu putlaştıranların umurunda değildir.
Yaptıkları işleri meşrulaştırmak, kitleleri kandırmak için, hiçbir hakikati olmayan Bâtınilikten yararlanırlar, yani alegorizm, Bâtıni ekollerin kendilerini meşrulaştırmada yegâne başvuru tarzıdır. Muharref dinin önderleri kendilerini bazen peygamberle, bazen dört halife ile, bazen çeşitli veli/evliya tabir edilen zatlarla, “Hızır”la ve onların maruz kaldıkları durumlarla özdeşleştirirler. Aynı şekilde karşı tarafı da dinî jargonlar ve alegorizm üzerinden gayri meşru duruma düşürmeye çalışırlar.
Muharref din kendi hedeflerini gerçekleştirmek için Kitab’a değil kitabına uydurur. Kur’an’dan, hadisten istediği anlamı çıkaramazsa bu sefer sanal ve izafi bir alan açarak hurufilik, ebced gibi doğruluğunun test edilmesi imkânsız olan yöntemler kullanır.
İslam’ı tahrif etmek isteyen münafıkların elinde oyuncak durumuna düşmüş kardeşlerimize bir taraftan şeytanın günahları süslediği gerçeğini hatırlatırken, diğer yandan onları kâfirlere, zalimlere benzememeye davet etmeliyiz.
6) Muharref Din Kâfirlere Karşı Alçak Gönüllü Müslümanlara Karşı Alçaktır
Muharref dinde haklı olan değil, güçlü olan haklıdır. Bu yüzden kendi çıkarları için mazlumları, mahrumları kolaylıkla harcayabilir. Örneğin, başörtüsü için mücadele eden, bunun için meydanlara çıkan mü’minleri, “çarşaf giymiş erkekler” diyerek tahfif edebilir.
Muharref dinin kurucusu ve müntesipleri Kur’an’ın haram kıldığı “müdahane”yi, yani kâfirlere karşı yağcılığı sıradan bir olaymış gibi kullanmakta beis görmezler. Örneğin, bu hareketin “Mesih”i, arkasında askerî güç bulunanlara “Kurumlarımızın sahibi sizsiniz!” derken, güçsüz buldukları ve harcayabileceklerini düşündükleri birine savaş açarak, “Firavun, Nemrut, Tiran” gibi kelimelerle hakaretlerde bulunabilir.
Muharref din Müslümanların verdiği kararlara saygı duymaz. Örneğin Mavi Marmara’yla Gazze’ye yardım götüren Müslümanlara “Niçin otoriteden izin almadınız?” der. Öte yandan münafıkların, fâsıkların mü’minler aleyhine aldıkları her karar için, kendini Kiramen Kâtibin yerine koyarak, “İsabet ederseniz iki, etmezseniz bir sevap alırsınız!” diyerek haddini aşar ve müstağnileşebilir.
Muharref din Mavi Marmara’da ölenlere “şehit” diyemez ama İsrail’de biri ölse, taziye üzerine taziye yayınlar, gözyaşları sel olur gider.
Bir taraftan Müslümanların sevdiği bir lidere “Aramızda gönül bağı yoktur!” derken, İslam’a karşı yaşadığı sürece düşmanlık edenlere “Söz sultanı! Ben sizin kapınızdaki gedanızım, yani kapı kulu köpeğinizim!” diyebilecek duruma gelebilir. Aslında bu bir hakikatin itirafıdır. Muharref dinin, sonunda insanı götüreceği bu zilleti Rabbimiz şöyle beyan etmektedir:
“Bir de onlara mesajlarımızı ulaştırdığımız halde, onları elinin tersiyle itip şeytana uyan ve sonunda sapık olup çıkan kimsenin durumunu haber ver. Ki, eğer biz isteseydik onu mesajlarımızla yüceltirdik. Ne ki o dünyaya sarıldı ve ihtiraslarının peşine düştü. İşte bu yüzden böyle birinin durumu, üstüne varsan da kendi haline bıraksan da hırlayıp duran bir köpeğe benzer. Mesajlarımızı yalanlamaya kalkanların durumu işte böyledir. Şu halde bu kıssaları aktar belki üzerinde düşünürler.” (A’raf, 7/175-176)
Muharref dinin müntesipleri bir mü’min söz konusu olduğunda çok kolay karşı cepheye geçerler. Mü’minlerden kaçmak için beraatını ilan eder ve “Cebrail parti kursa onu bile desteklemem!” diyecek kadar edepten, teşbihten, mecazdan, mantıktan, dinden imandan bihaber argümanlar geliştirebilirler. Ama varlığını İslam düşmanlığı üzerinde kurmuş, halen de elinden gelse bir bardak suda boğmak isteyen münafıkların partisine oy vermeye çağırırken, Allah’tan korkmazlar. “Zalimlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur.” (Hud, 11/113) ayeti sanki Kur’an’da yokmuş gibi davranırlar.
Kâfirlere karşı alçak gönüllü davrananlar eğer imanlarında samimi iseler onlara şu ayeti hatırlatmak isteriz:
“Siz ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinip içinize almayınız. Onlar size zarar vermek için hiçbir çabadan geri durmazlar. Dahası sizi zora sokan her şey onların hoşlarına gider. Kinleri ağızlarından taşmaktadır, kalplerinde sakladıkları ise daha beterdir. Biz buna ilişkin işaretleri sizin için işte böyle açık ve anlaşılır kıldık, tabi ki eğer aklınızı kullanırsanız.” (Âl-i İmran, 3/118)
Muharref dinin müntesipleri insanlık sahnesinde, hak batıl mücadelesinde mü’minlerin yanında yer almak için hiçbir riske girmezler ama kâfirler söz konusu olduğunda siyasi, ekonomik fedakârlıklardan çekinmez, varını yoğunu ortaya koyarlar.
Sözün Özü
Muharref Din Sanaldır!
Muharref din suyun üzerindeki köpük gibidir, hakiki değil sanaldır. “Dine karşı din”i üretenler, kendi müritlerini ölümüne bağlı birer fert, diğer halk yığınlarını da uyuşturmak için Firavun’un sihirbazlarıyla yaptığının aynısını yaparlar. Yani onları çeşitli yöntemlerle büyülerler. Ama onların büyüsünü ‘Bir Musa’nın Bir Asası’bozmaya yeter.
Her tür büyüyü, sihri bozmak için mü’minlerin eline verilmiş asa Kur’an’dır ve kıyamete kadar işe yarayacaktır. Kur’an uyuşmuş beyinleri yeniden faaliyete geçirir, yeniden çalıştırmaya başlar. Gerçek vahiyle tanışan “Firavun’un sihirbazları” sihri/büyüyü bırakınca sırat-ı müstakim’de onlar için iki güzel şerit açılır: Ya sırat-ı müstakim’de vahyin şahidi bir mü’min olarak yaşamak ya da canını bu yolda verip şehadet mertebesine erişmek…
Muharref din GDO’lu gıdalar gibidir. Şeytan günahları süslediği için, genetiği değiştirilmiş gıdalar ilk bakışta üretimi kârlı gibi gözükür. Ama yiyenleri kanser yapar.
Dipnotlar:
1- “Kendileri evlerinde oturdukları halde, kardeşleri hakkında şöyle derler: ‘Eğer bize uysalardı öldürülmüş olmayacaklardı!’ De ki: Hadi eğer sözünüzün arkasında duruyorsanız, başınızdan savın bakalım ölümü?” (Âl-i İmran, 168)
2- Tirmizi, Tefsir, 2 (2957)
3- Örnek olarak bkz. Suat Yıldırım, Türkçe Kur’an-ı Kerim
4- Bir rivayete göre Hz. Ömer Medine’de konaklayan bir kervandakileri gizlice izlemiş, onların içki içtiğini görünce baskın yapmak istemiştir ama oradakiler kendisine bunun tecessüs olduğunu hatırlatarak “İnsanların gizli hallerini araştırmak haramdır.” diyince bundan vazgeçmiştir. (Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ, 2/453) Ayrıca tecessüsü haram kılan ayetler için bkz. Bakara, 189; Nur, 27; Hucurat, 12.
5- Fethullah Gülen, Kur’an’dan İdrake Yansıyanlar, Nil Yay., 247-248.
6- “Kâinatın Efendisi” ve “Kâinatın Sultanı” ifadeleri için bkz. Rahime Kaya,Efendiler Efendisi Hz. Muhammed, s. 86, 160.
7- Buhari, Sahih, 4/204, 8/210; Müslim, Sahih, Kitabu’l-Kader, Bab:7; Tirmizi,Sünen, Şemail, 172; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/23-24.
8- İbn Mace, Sünen, 2/1100-1101.
9- Reşit Haylamaz, Efendimiz, 252.
10- Konu ile ilgili Hayrettin Karaman’ın 27.03.2014 tarihli Yeni Şafak gazetesinde kaleme aldığı “Fürû’ mu fürûat mı” başlıklı yazı okunabilir.
11- Benzer bir düşünce için bkz: “Bu hizmete, yani ehl-i imanı dalalet-i mutlakadan kurtarmaya, lüzum olsa, dünyevi hayat gibi, uhrevi hayatımı da feda etmeyi bir saadet bilirim. Binler dostlarım ve kardeşlerimin cennete girmeleri için, cehennemi kabul ederim.” Saidi Nursi, Sikke-i Tasdiki Gaybi, 14.
HABERE YORUM KAT