Dine ait cemaat ve cemaatleşmeden kaçış
Orta Çağlar'da Batı'da da ekonomik faaliyetler, hayatın asıl işi olan manevî kurtuluşa tâbi idi. Ama Rönesans'la birlikte gelişmeye başlayan Kapitalizm, ferde bir ölçüde "şans"ını deneme, gayreti, zekâsı, cesareti, tutumluluğu ve "talihinin elverdiği ölçüde" şahsî ekonomik kazanç sağlama fırsatı verdi.
Ona kendine güvenmeyi, sorumluluk gerektiren kararlar vermeyi, bâtıl inançlardan vazgeçmeyi öğretti. İnsan, nisbeten "tabiatın ve tabiat kuvvetleri"nin kölesi olmaktan çıktı. Demokrasi, siyasî hürriyetin zirve noktasını teşkil etti. Ama bütün bu gelişmeler, ferdi yalnız, kendi başına ve başkalarıyla rekabet halinde ortada bırakıverdi. Dünya, fert için sınırsızlaştı, tehlikeli bir hal aldı. İnsan, hayatının anlamının ne olduğu sorusuna cevap veremez hale geldi. Endişe, yalnızlık ve bunlara paralel olarak, insan için vazgeçilmez olan güvenlik ihtiyacı arttı. Fert, birtakım bağlardan kurtulurken, fertler arasındaki, hattâ fert ile tabiat ve çevre arasındaki bağlar koptu. İnsanlar arasında dayanışmanın yerini her bir ferdin yalnızca kendi menfaatini düşünmesinden kaynaklanan bir ayrılma ve çözülme davranışı aldı. Diğer fertler, ya kendilerinden kurtulunması gereken, bu mümkün olmazsa kendilerinden faydalanılacak ve üzerlerinden geçinilecek birer nesneye dönüştü.
Ekonomik faaliyet, başarı ve maddî kazanç kendi başına bir gaye olunca, fert de artık dev bir ekonomik makinenin çarklarından biriydi. İnsanlığı, insanî faziletler, içtimaî değerler, bu çarkların altında ezildi. Fertte gibi görünen güç, aslında yükselen yeni sınıfların elindeydi. Bunlar, kendi kararlarını fertlerin kararları gibi takdim ediyor, fert de bunların kararlarını tekrarlamayı kendisi karar veriyor zannediyordu. İnsanlar ile varlık arasında en önemli bağ olan sevginin yerini kin, nefret ve tahrip etme arzusu doldurdu. Bütün oburluklar gibi doyma bilmez bir oburluk olan bencillik, kişiyi yutan bir hal aldı ve bu da, daima kendisinden başka bir şeye sahip olabilecek kimselere karşı şiddetli kıskançlığı doğurdu. Daha da ötesi, vicdanının kendisini mahkûm ettiği fert, kendisi hakkındaki fikrini başkalarının kendisi hakkındaki takdirine, kısaca duyguda başkalarının kölesi olmaya bağladı.
Ekonomik liberalizm, siyasî demokrasi, dinden kopuş ve şahsi hayatta ferdiyetçilik, insanı hürriyete ulaştırabilecek sanıldı. Ama insan, bir yandan paranın, onu üzerinden ne kadar kazanabileceği bir nesne olarak gören sermayenin ve sermaye sahiplerinin, diğer yandan, başkalarının kendisi hakkındaki değerlendirmelerinin, bir diğer yandan gazetelerin, heyecanlara, hislere, behimî duygulara seslenen reklâmların, kısaca sayısız denebilecek sayıda "tanrı"nın kölesi haline geldi. İş bulamama endişesi en büyük problem halini alırken, bunun getirdiği güvensizlik ve dayanaksızlık, büyük bir korkuya dönüştü. Fert, içinde kaybolduğu büyük şehirlerde, içlerinde maddî yakınlığın, hattâ kapı komşuluğunun fertler ve aileler arasında uçurumlar teşkil etmesine sebep olduğu dağlar kadar yüksek binalarda, stadyumlarda, sendikalarda, partilerde, spor kulüplerinde, her gün yenisi ortaya çıkan bâtıl tarikatlarda -ABD'de Dispensationalist olarak adlandırılan bir tarikatın 70 milyon üyesi bulunuyor- yani, çok sayıda "cemaat" içinde hürriyetini bütün bütün yitirdi ve kölelik, tarihte görülmedik bir boyut kazandı. Dostoyeski, Karamazof Kardeşler'de "O bahtsız yaratık, doğarken birlikte getirdiği Tanrı vergisi hürriyetini teslim edebileceği birini bulmak için yanıp tutuşmaktadır." der. Faşizm, Nazizm, her türlü totaliter rejimler, bu gelişmenin ürünüdür.
Bu değerlendirmeler, Freud ekolünden olmakla birlikte, ferdi daima başkalarıyla münasebeti içinde ele alan Freud'un aksine onu kendi olarak, kendi içinde değerlendiren Erich Fromm'a aittir. Kısaca, dinî cemaatleşme ve cemaatten kaçış, modern Batı'da ferdi sayısız güce, sayısız sahte "ilâh"a kul, köle ve bunların oluşturdukları pek çok cemaate sığıntı derekesine düşürdü. Neden böyledir, bunu da inşallah gelecek hafta tartışalım.
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT