“Dindarlık ve İktidar İlişkisi”
“Riskler ve Zaaflar Karşısında Vahye Şahitlik Sorumluluğumuz” ana başlığı altında yapılan Özgür-Der’in aylık panellerin beşincisinde “Dindarlık ve İktidar İlişkisi” konusu tartışıldı.
Ali Ekber Konuk / Haksöz Haber
Programda yöneticiliği Murat Yürükoğulları üstlenirken konuşmacılar Hamza Türkmen ve Şefik Sevim idi. Yürükoğulları, programa konuşmacıları tanıtarak başladı. “Türkiye’de dini hassasiyet sahibi kitleler, Kemalist devletin baskıcı ve zorba uygulamalarına karşı geliştirdiği hassasiyeti, muhafazakâr iktidara karşı göstermez, derler. Böyle bir genel kabul var” diyen Yürükoğulları, bu tez sahiplerinin dindar kitleleri homojen gördüklerinden, muhafazakâr kadrolara genellemeci baktıklarından bahsetti. Ardından sözü konuşmacılara bıraktı. İlk konuşmacı olan Hamza Türkmen’in konuşmasından satır başları şöyle:
“İki kavram mevcut burada; iktidar ve dindar-dindarlık. İktidar Türkiye toplumunun yönetim otoritesini ifade eder. Reel karşılığı ulusal laik devlet. Dindarlık ise çok boyutlu fenomen. Dine sahip olmak, dini benimsemek. Dindarlık fıtri bir vakadır, evrenseldir.
Türkiye’de yaşayanların nüfus kâğıdında yüzde 98-99 İslam yazıyor. Türkiye’de dindarlığı bağladığımız olgu İslam. Burada hangi din sorusu önümüze çıkıyor. Birçok dindarlık tanımı mevcut. Takvayı arayan dindarlık, bizim ilgileneceğimiz olgu. Bu da kendi içinde çeşitlenir. 10 maddede dindarlık ile iktidar ilişkisini izah etmeye çalışacağım.
1- İslami dindarlığın bu topraklarda serüveni zaaflı bir algı ile başlıyor. Cumhuriyet ile başlayan idamlar, sürgünler ile kuşatılmış olarak bugünlere geliyor.
2- 70’li yıllardan itibaren yerli kök bulmak için bazı önderleri ve mücadeleyi biraz abarttık. Kök bulmak için. Karşıtına sığınarak var olma yetmişli yıllara kadar devam etti.
3- Menar tefsirinde Türkiye Müslümanları garplaşıyor, deniyor. Böyle görülüyorduk diğer topraklardan.
4- Bütün yasaklara rağmen dindarlığı artıran 3 muharrik çizgi var. Birisi medrese kültürü.Islah etmemiz gereken bu çizgiden dinin asgari kurallarını öğrendik. Allah razı olsun bu gelenekten.Diğeri Kur’an’ın bize ulaştırılması, hafızların yolu. Bir de şu var: Said Nursi, Salih Özcan’a yayınevi kurdurtuyor. İslam dünyası ile irtibata geçiyor. Bizi ıslah ile tanıştırıyor. Bu da son çizgi sayılabilir.
5- Türkiye’de Müslümanlar, 70’lerden itibaren ıslahdüşüncesi ile tanıştılar. Literatür ile tahkik çabaları en önemli kazanım oldu.
6- Ekonomide, eğitimde yabancılaşmayı ifade eden ulus devlette yaşıyorduk. Şimdi yüzde seksene yakın nüfus şehirleşti. Bu ise kapitalizmin beslenme alanı. İslami uyanış süreci, kırsal kesim dinarlığı ile değil, şehirleşme içinde, modern koşullarda oluşmaya başladı.
7- Dindar kitleler, 50’ler itibariyle karşıtına sığınarak var olmaya çalışıyordu. Resmi ideoloji ve küresel vesayet, Türkiye dindarlığını kullanmak istemişti. Bu yıllarda dindarlığımız rehbersizdi. Zaaflar vardı. Kitleler, bu duyguyu imam hatiplerde geliştirmek istedi. Partiler alan açmaya çalıştılar. MNP, MSP, Refah’ın yapmaya çalıştığını AK Parti,sistemi İslamlaştırarak değil, çevreye alan açmaya çalışarak yapmaya çalıştı.
8- Cılız şekilde başlayıp 30-40 yılda bu noktaya gelen İslami uyanış süreci, şura bilincine, bütüncül kimliğe henüz ulaştı diyemeyiz. Bu durumda birçok faktör etkili.
9- Dindar kitlenin, yüzeysel dindarlığa sahip olanların iktidarla ilişkilerine, ne götürüp ne getirdiğine bakalım. 2010’lara kadar muhafazakâr demokrat takılan AK Parti, İslami kimlikli çevrelerden uzak durdu. Partili dindarlara gelince, onlar doğrudan iktidar ilişkilerine giriyorlar. Reel siyaset içinde bir dindar niçin rol alır? Ya resmi ideoloji yanındadır yauzlaşmıştır.Ya da çıkar grupları temsilcisidir. Bir de Müslümanlara alan açma çabasında olma güdüsü vardır.
10- Hepimiz iktidarla ilişkiliyiz. Maaş alarak, burs alarak, vergi vererek. Zorunlu dayatmaları bilerek bunu konuşmalıyız, tartışmalıyız. Reel siyasette doğruya doğru yanlışa yanlış demeyenleri de uyarmalıyız. Soru şudur: İlişkimizde yeni imkânlara kavuşmak, refah, rahatlık için mi yoksa adaletli bir dünyaya sahih ölçülerle yürümek için mi değerlendirilir? Reel siyaset alanını doğru okumalıyız. İktidarla ilişki içtihadi, taktiksel bir olaydır. Doğru olabilir, yanlış olabilir. Her an murakabe etmek durumundayız. İstişari dayanışmaya ihtiyaç vardır. Hedefimiz İslam ümmetini yeniden inşa edecek uzun erimli bir yolculuktur.”
İkinci konuşmacı olan Şefik Sevim’in konuşmasından satır başları ise şöyle:
“İktidarla ilişkiyi hassasiyetle ele alan, inceleyen, farklı görüşler şeklinde de olsa tutumları dikkate almak gerekir. İktidar bir imtihandır, risk alanıdır. Mevcut siyasal yapı, parametreleri bizim belirlemediğimiz bir yapı olduğu için, belirlediğimiz ilkeler bizi zora sokabilir. Bünyemizin bu risklere ne kadar dayanıklı olduğunu önemle belirlemek gerekiyor. İç dinamiklerimiz hala bir sorun olarak karşımızdadır. Çok arzulanan bir olgunlaşma seviyesini yakalamadığı için ilişkide risk teşkil ediyor.
Tevhidi kimliğe sahip Müslümanların iktidarla ilişkisi bağlamında gelen eleştirilere dikkat etmek gerekiyor. Acaba İslam’ın özünden dolayı mı yoksa İslamcılık anlayışından dolayı mı geliyor? Samimi hislerle gelen eleştirileri her halükarda önemsemek gerekiyor.
Tevhidi kesime yönelen eleştirilerde arka planda psikolojik problem görüyorum. İç dinamiklerimizle bunun özeleştirisini yapmamız gerekiyor.
Son 6-7 yılda iktidarın özellikle Tayyip Erdoğan’ın dış politikada geldiği ümmetçi hassasiyeti görmemiz gerekiyor. Bu görme noktasında özgünlük için çerçeveyi dar tutuyoruz gibi geliyor.
Camiada AK Parti karşıtlığından ileri gelen itici bir tarz var. Bu itici tarzın biz özgün hareket etmeye çalışan Müslümanlara da zarar verdiğini düşünüyorum. Bu itici tarza karşılık duygusal sahiplenme, ölçüsüz yaklaşımın olduğunu düşünüyorum. Özgünlüğü koruma açısından riski hesaba katmalı.
Güce sahip iktidara yaklaşıma esas ölçü güce rağmen ne kadar ahlaklı davranabildiğidir. Temel meselelerde ahlaki duruş sergiliyorsa bunu bir yere kaydetmek gerekiyor.
Sürekli kuşkucu yaklaşmak bizi hikmetsiz davranmaya sevkeder.
İktidar denilen nimete dört elle mi sarılmalı, elinin tersiyle itmeli mi? Bunu istişari zeminlerde tartışmalı, konuşmalı. Müslümanlar bunu yapacak yeterliliğe sahip.
Nimet külfet dengesi sünnetullahtandır. Nimet ne kadar büyükse külfet de o kadar büyüktür. Sadece nimet yemeye odaklananların, geri dönülmez bir girdabın içinde olacaklarını tarih bize göstermiştir.
Türkiye’de yakıcı bir yozlaşma varsa ve birileri nimeti kullanıyorsa burada özgünlük, ilkelilik adına bu nimetten uzak durmak, yarınlarda bir gettolaşmayı berberinde getirir. İktidarda olumlu değişiklik oluyorsa müminlerin bu değişikliğe adil şahitlik göstermesi gerekir. Adil duruş yoksa sorgulama gerekir diye düşünüyorum.
Sonuç olarak iktidarla ilişkinin belirlenmesi tamamı ile içtihadi alana tekabül eder. Akidevi değildir. Tartışılmasının doğal karşılanması gerektiği kanaatindeyim. Yeni metodolojik açılımlara ihtiyaç var. Bu konuda cesur olunabilir.”
Program, soru-cevap kısmının ardından sona erdi.
HABERE YORUM KAT