1. YAZARLAR

  2. AHMET MURAT KAYA

  3. 'Dindar Nesil' Tartışmasında Hangi Saftayım?
AHMET MURAT KAYA

AHMET MURAT KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

'Dindar Nesil' Tartışmasında Hangi Saftayım?

08 Şubat 2012 Çarşamba 18:25A+A-

 Başbakanın çıkışı ile “dindarlık” farklı bir açıdan gündeme geldi. Sanki Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın çocuklarını dindar olarak yetiştirme isteği yeniymiş gibi, anti-İslam tipler başladılar konuşmaya, yazmaya. Devlet kimlik dayatamazmış, bunun Atatürkçülük önermekten farkı yokmuş, ya Aleviler ne olacakmış ya da ateistler ve onların hakları… Yine bildik koro başladı eski türkülerini söylemeye.

Öncelikle şunu ifade etmek lazım ki; İslami algım itibariyle hem “dindar” hem de “muhafazakâr” kavramına karşı oldukça rezervim vardır. Bu kavramların ima ettiği, milliyetçilik, devletçilik ve hatta apolitikliği oldum olası beni rahatsız eder. Geçtiğimiz yüz elli yıllık zaman diliminde İslamcılığın karşısına bir alternatif olarak sunulmaları, taşıyıcılarının laik devlet ile sarmaş dolaş ilişkileri ve siyasal İslam önerilerinin her tonuna mesafeli kalmaları bunu belirlemiştir.

Başbakan bu sözleri söyledi ve ultra laik kesim yine kırmızı görmüş boğaya döndü. Cumhuriyet’i, Sözcü’sü, Birgün’ü bir oldu. Emine Ülker Tarhan “güç karşısında eğilip bükülmeyen bir gençlik” bekliyormuş;  kendi zavallı aklınca namaza dil uzatacak da cesaret edemiyor. ÖDP genel başkan yardımcısına göre de “toplumu din temelli biçimlendirme siyaseti faşist bir uygulama” imiş. Sözcü’nün tokmağı da hala aynı yerde, “Dindar gençlik yetiştirmek ülkeyi İran ve Arap ülkelerine çevirmek”. Bunlara alıştık ama alışmak her okumada midemizin bulanmasına engel olamıyor tabi o başka.

Taha Akyol (Hürriyet) ki kendisi muhafazakâr tanımı içine girebilecek bir kişiliktir, hemen akıl hocalığına başlamış. İlerde Cumhurbaşkanı olacak Erdoğan’a laiklik mesajları vermesini, balkon konuşmalarını unutmamasını salık veriyor. Konu İslam olunca nasıl da hemen saflar netleşiyor. Öte yandan Taraf’tan Namık Çınar’a bakalım: “AKP’ye ve giderek ülkeye, bu söz kadar zarar verebilecek başka bir şey olamaz. Kendilerinin de eriyerek, akıp gidecekleri “kara delik” işte tam burasıdır.” Nihayet Liberalim de buraya kadar.

Dindarlık ve muhafazakârlığı çağrıştırdığı tüm olumsuz yanlara rağmen en genel anlamda, “dini olana ilgi duyma” olarak tanımlasak bile, yukarıda bahsi geçen laik yelpazenin tüm renklerinde saldırgan ve “geri” gören bir dil ile karşılaşırız. Zira bunun temelinde İslam kaidelerine dayalı bir toplum ya da devletin tek tip insan üreteceği, baskıcı totoriter bir karakterinin olduğuna dair olan yanlış ön kabul bulunmaktadır.

Konunun bu kısmını başka bir yazıya erteleyerek şunu ifade etmek lazım ki; bir başbakan tarafından, dini duyarlılığı yüksek bir neslin hedeflenmesi iyi bir şeydir, hakkını vermek lazım. Ama öte yandan, gençlerin dindarlaşması için devletin desteğine ihtiyacı yoktur, köstek olmasın yeter. İmam Hatipler, Kuran Kursları ya da camiler devlet eliyle yapılmadı, dindar halk kendisi yaptı. On yıllardır süren İslami hayat üzerindeki baskılar kalksın, başka bir ifade ile dindarlık özgürleşsin yeterli olacaktır.

Bu açıdan Başbakan, dindar halkın kendi imkânlarıyla kurduğu İHL, Kuran Kursu, vakıflar gibi kurumların akıbetini anayasal güvence ile garanti altına alabilirse başarılı sayılabilir. Zira tüm gelişmelere rağmen, yapılan değişiklikler yönetmelik düzeyinde ve herhangi bir bürokrat değişiminde müdahaleye karşı korumasız.

Öte yandan sosyalist ya da liberaller de ülkedeki koskoca bir Müslüman toplumun taleplerine en azından Rum, Ermeni, Yahudi Cemaatlerine gösterdikleri kadar ilgi gösterseler biraz daha adaletle yaklaşmış olurlar.

Son olarak, Fehmi Koru (4 Şubat, Star) misali ehl-i kıbleden olup ta, “devlet dindar gençlik yetiştirmemeli” tezi üzerinden İslami camiaya laiklik pazarlayanlar var. Onlara da bir atasözü hatırlatıp bitirelim: Karga, kekliği taklit edeyim demiş; kendi yürüyüşünü şaşırmış.

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum