'Dinazor yumurtlayan tavuk' ve 1 Mayıs'ta Taksim yasağı
Önce şu “Dinazor-Tavuk” meselesi.
Dün e-posta adresime bayağı çok mesaj geldi bu konuda.
Pazar günü gazetenin internet sitesine giren “Tavuk, dinazor yumurtladı” başlıklı haberin tüm tepki mesajlarına rağmen yerinde durduğu hatırlatılıp müdahale etmem, bir şeyler yapmam isteniyordu.
Mesajlarda dile gelen ortak şikayet, bir okurumuzun şu satırlarının neredeyse aynıydı:
“Bu haberi her okuyan kişiye şeytanın dinsizlik telkini ulaşıyor, açık veya gizli farketmez. (...) Tavuk da, dinazorlar da Yüce Allah'ın tek bir anda var etmesi ile varolmuştur...”
Okurlarım benden “yardım” istese de, takdir edersiniz ki konu benim sorumluluk alanımın dışındaydı. Gazete “meğer dinazorların atası tavuklarmış” diyerek Harvard Üniversitesi'nden bir bilim adamının iddiasını naklediyordu. Tepkilerin ana fikri, tabii ki “evrim teorisi”ne yönelik itirazdı.
Okurların bu tepkisini normal karşıladığımı hatırlatmama gerek yok sanırım. Sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinde (başta ABD) söz konusu teorinin adının bile anılmasını istemeyen insanlar var. Konuya ilişkin en makul tavır, teoriye inananlar gibi inanmayanları da kendi görüşleriyle baş başa bırakmaktır herhalde. Ayrıca her iki cenahın istediklerinde kendi duruşlarına uygun tepkiyi dile getirmelerini de tabii karşılamak gerekir.
Gazetemizde yer alan “Tavuk-Dinazor” hikayesine gelen tepkiler bana -asıl olarak- şunu düşündürdü: “Keşke”, dedim, “Okurlarımız, dünyanın her tarafında karşılabileceğimiz türden bu tepkilerini, bildik bir derneğin 'evrim teorisi” ile mücadele ediyorum diyerek Darwin, Marx, komünizm, ateizm, PKK gibi ad ve kavramlardan oluşturduğu bir bulamaçtan ibaret ilanlarını neredeyse haftada bir kere muntazam olarak gazetelerinin bir tam sayfasında duyurması karşısında da gösterselerdi.”
Güzel olurdu doğrusu. Çünkü biliyorsunuz, insanların tartışamayacağı konu yoktur; ama yeter ki gerekli düzey korunabilsin. Salih Tuna'nın geçen günkü yazısında Cemil Meriç'ten aktardığı şu güzel sözü hatırlayın: “Münakaşa hakikati birlikte aramaktır.” (Dikkat edin, Meriç hakikati “birlikte bulmak”tan değil “birlikte aramak”tan söz ediyor.)
Yeri gelmişken bu çerçevede epeyce zaman önce (Karaalioğlu'nun genel yayın yönetmenliği döneminde) bir gazete toplantısında dile getirdiğim şu öneriyi de hatırlatayım: “Lütfen”, demiştim, “Lütfen bu ilanları yayımlayan tek gazete olarak biz kalmayalım. Tamam, muhakkak ki bu ilanların gazeteye ekonomik bir katkısı vardır; ama bu katkı o derece vazgeçilmez ise söz konusu meblağı ücretlerimizden her ay kesebilirsiniz, helali hoş olsun!”
***
Gelelim İstanbul Valisi'nin 1 Mayıs'ta Taksim'e izin vermeyan dünkü ısrarlı açıklamasına:
Anlaşılır gibi değil gerçekten...
1 Mayıs'ın tatilsiz olarak “emek ve dayanışma bayramı” olarak kabülünden başlayarak.
Har şeyden önce niçin sadece “emek bayramı” değil de “emek ve dayanışma bayramı”. “Emek” sözcüğü tek başına niçin yeterli görülmüyor? Siyasi kültürümüze de girmiş olan ve hiç de hoş şeyler çağrıştırmayan “dayanışma” sözcüğünü -illâki- araya sokmak için mi? Bu yeni adın icadından kasıt “emekçilerin dayanışması”nı dile getirmek ise, bayramın adı niçin bu şekilde değil?
İstanbul Valisi'nin son açıklaması içinde çokça soru-problem içeren bir metin.
“Taksim'de 1 Mayıs'ta herhangi bir toplantı yapılması mümkün değildir” diyor vali. Niçin? “Anayasa'nın değiştirilemez ilkeleri”ne dokunulmasının bile meşru olabileceğinin tartışıldığı bir dönemde bir “yönetmelik”te bu kadar ısrarın gereği ve anlamı var mı?
“Taksim ulaşım noktalarının merkezi, turizm açısından odak bir yer olduğu için orada kutlama yapılması mümkün değildir... Genel hayatı olumsuz etkiler” diyor vali.
“Olumsuz etkileyebilir” tabii ki. Ama bu “olumsuzluk” da zaten kutlamaların “amaçları” arasında yer almıyor mu? 1 Mayıs kutlamaları bütün dünya şehirlerinde hayatı “olumsuz” etkilemiyor mu zaten? Sadece biz mi akıllıyız; “olumsuz” sonuçları ortadan kaldırmak için 1 Mayıs kutlamalarına şehir dışındaki çayırları tahsis etmeyi eloğlu sanki bilmiyor...
“Aldığımız istihbaratlara göre,1 Mayıs'ta Taksim'de bütün marjinal gruplar, illegal ve bölücü örgütler provokatif eylemler hazırlığında” diyor vali.
Şaşırtıcı bir yorum doğrusu; söz konusu örgütlerin Çağlayan, Kazlıçeşme, Kartal ya da Kadıköy'e ayak basmamak yönünde kendilerine koyduğu bir yasak mı var?
“Polisimiz kanunun kendilerine verdiği sınırlar içinde orantılı bir güç kullanacaktır” diyor vali.
Henüz gerçekleşmemiş bir toplantıyla ilgili olarak polisin “orantılı güç kullanacağı”nın (bu “güc”ün ne nasıl bir şey olduğunu anlatmaya gerek yok herhalde) açıklanması bir basiret eksikliğine işaret etmemekte midir? Vali nereden biliyor yarın ne olacağını? Belki de İçişleri Bakanlığı önümüzdeki günlerde, yeniden yapacağı değerlendirme sonucu Taksim'i 1 Mayıs'a açacaktır. Bizim bildiğimiz bir şehrin mülki amiri şehrinin güvenli, sakin, barış içinde olduğunu sıralar ve bununla övünür. Oysa İstanbul Valisi tam tersine, şehrinin en merkezi meydanının ne derece “korkutucu” olduğunu ispat etmekle meşgul...
İstanbul Valisi'nin altını çizdiği hususlar içinde bir tanesi var ki, bu gerekçe gerçekten, tek başına bir pankart olmayı fazlasıyla hak ediyor:
“İstanbul'a hak etmediği bir gün yaşatmayalım. Bu şehir bir markadır.”(!)
Sadece ben kim bilir kaç kere yazdım ama dinletemedim. Olsun bir kere daha tekrarlayayım: “Biz onu 'marka' olsun diye sevmedik!”
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT