Din ve Mezheb Terimleri Etrafında..
Bugünlerde, din ve mezheb terimleri, günlük konuşmalarımızda daha bir sıkça dilimizde; bölgemizdeki son gelişmeler dolayısiyle..
Din, bir ferdin veya toplumun, yaşarken, bağlı olduğu temel hayat kurallarının bütünüdür. 1940’lı yıllarda Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, bu mânâya işaret olunurken, bir örnek verilip, ‘Kemalizm türkün dinidir.’ deniliyordu, bütün bir topluma dayatma olarak..
Evet, kemalizm prensiplerini bir hayat tarzı kabul edenler için, o da bir din idi. Nitekim, o dönemde, ‘Bu türlü dinsizlik, diyanetimdir benim..’ diye şiirler yazan Maarif Vekili / Eğitim Bakanı bile vardı.
Doğrudur, felsefî- fikrî açıdan, dinsizlik de, bir hayat tarzı olarak bir dindir: Dinsizlik dini..
*
Din ve mezheb..
Aslında, ‘mezheb’, arabcadaki ‘zehebe’ fiilinden türemiş ve lafzen, ‘gidilen, takib olunan yol’ mânâsına gelir..
Anadolu türkçesinde ise, mezheb, bir dinin içinde, yorum farklılığından dolayı ortaya çıkan gruplaşmaları ifade için kullanılan bir ıstılah, bir terimdir. Ama, bu, bir ortak İslamî terim olmayıp, mezheb, bir çok ülkede ve dilde, din yerine de kullanılmaktadır.
Mesela, İran’da da, mezheb, aynı zamanda din demektir. Yani, şia bir mezheb değil, İslam’ın bütünü şeklinde anlaşılır. Ehl-i Sünnet mezheblerinin de kendilerini İslam’ın tamamı olarak saymaları gibi.. İhtilafları daha bir keskinleştiren de, bu toptancı yaklaşımlar..
*
Avrupa dillerinde de, din ve mezheb, aynı mânâda kullanılmaktadır. Kişinin dininin sorulduğu belgelerde, ‘religion’ hanesinin karşısında Katolik, Ortodoks, Evangelist (Lutherien- Protestan) veya Zeugens Yehova (Yahova Şahidleri), Muslim, Jewiss (yahudi), Budist gibi karşılıklar yazıldığı görülür. Halbuki, bunlardan bir kısmı, hrıstiyanlık temelinde birleşen ve aynı Kitab-ı Muqaddes’i, aynı Ahd-i Atiq ve Ahd-i Cedîd’i okuyan, yani aynı dinin mensublarıdırlar; ama, birbirlerini aynı dinden kabul etmezler, birbirlerinin kiliselerine bile gitmezler.
*
Bizde ise, mezheb, bir dinin içindeki farklı grupları anlatmakta kullanılır ve genelde çoğumuzun hoşuna giden bir değerlendirme yapılır:
-‘Yahu, mezhebini din yerine koyma!.’
Bu, ilk planda doğru gibi gelebilir bizim mantığımıza..
Ama, biraz düşünüldüğünde görülür ki, gerçekte, herkesin mezhebi, -ister taklid yoluyla, ister tahkîk yoluyla benimsemiş olsun- kendi dinidir; ‘din’inden anladığıdır.
Zira, mezhebimiz, gerçekten de dinimizden anladığımız çerçeveyi oluşturur bize.. Ve, bir ferd veya bir grubun mezheb olarak kabul ettiği bir yaşayış ve hayata bakış tarzı ile, benim ‘din’den anladığım ölçüler aynı olmayabilir.
*
‘Mezheb’ denilince, bugün anlaşılan şekliyle, sadece 4’lü ‘Ehl-i Sünnet mezhebleri’ anlaşılmamalıdır. Yığınla tarikatların, hattâ, mezheb içi bölünmelerin- fraksiyonların herbirisi de bir ‘mezheb’dir, gerçekte.. Ve onların her birisi de, kendisini müslüman olarak nitelerken, başka gruplardan müslümanlarla taban tabana zıd düştüğünü görür, ama, herkes, kendisini, kendi inandığı ölçüler içinde bir İslam anlayışına sahib olarak bilir.
Bu bakımdan, nicelerinin mezheb, gidilen yol itibariyle benimsedikleri İslam anlayışıyla bizim ‘din’den anladığımız arasında dünya kadar farklar olabilir.
Ama, Tevhîd ve Nübûvvet inancı etrafında birleşiyorsak ve bu inanca temelden aykırı düşmeyen yorum farklılıkları varsa, birbirimize tahammül sınırları içinde davranmalıyız.
*
O halde, herkesin bu temel, aslî ölçü içindeki farklı yorumları herkesin kendisine.. Birbirimizi anlamayı, bir zenginlik ve bakış ve düşünce ufkunun derinliği olarak görebiliriz; zorlama veya dışlamaya iltifat etmeden..
Evet; genel çerçevesi itibariyle aynı hayat düsturlarını kabul etmekle birlikte, o ölçüleri yorumlamakta bir takım farklılıklarımız varsa, bunu da tabiî karşılamalı ve herbirimiz, dinimizi kendi yorumumuza göre savunduğumuz kadar, bizim gibi yorumlamayanların da aynı haklara sahib olduklarını kabul etmeliyiz. O zaman, çoğu mes’ele herhalde daha kolay halledilir.
YAZIYA YORUM KAT