Din hizmetini kimler yapıyor
Dini öğretme, yayma, yaşatma hizmetini yapanları ehliyetli (layık, donanımlı, bu hizmet için uygun) olan ve olmayanlar diye ikiye ayırmak gerekiyor.
Daha önceki yazılarda niteliklerini saydığımız 'ilim ve ahlak' bakımından yeterli donanıma sahip insanların bu hizmeti hiçbir menfaat beklemeden yapmaları gerekiyor. Kendisi himmete muhtaç, ilim ve ahlakı kusurlu olan müminler ise başkalarından önce kendilerini ıslah ile meşgul olmalıdırlar.
Bu hizmeti, resmi vazifesi olmadığı halde Allah rızası için her yerde, durumda ve fırsatta yapmaya çalışan müminler bulunduğunu biliyoruz.
Bugün ülkemizde sayısız sohbet ve okuma toplantıları var. Bu toplantılarda (belli bir gruba bağlı olmayanlarında) ilmihal, hadis, tefsir, tavsiye edilmiş kitaplar okunuyor. Toplantıların hocaları menfaat beklemiyorlar, başka bir maksat gütmüyorlar, aşk ve şevk ile bu hizmeti ifa ediyorlar.
Medya büyük bir güç, bir eğitim öğretim ve telkin aracı. Burada yüzlerce yazan, konuşan ve rol alan var. İnsanımız gittikçe sohbeti ve okumayı ihmal ederek ekranda gördükleri ve oradan duydukları ile yetinmeye başladılar. Bu şartlarda medyanın önemi ilk sırada yer aldığı halde işin, 'söz ve düşünce hürriyeti' adına tam bir başıboşluk içinde yürüdüğü de bir gerçek. Mevcut düzende medyayı kontrol etmek mümkün değil, bu sebeple iş, hedef kitleye ve bunları uyaracak, doğruyu yanlıştan ayırmalarına yardımcı olacak ehliyetli kimselere düşüyor.
Tarikatler ve başka isimler altında oluşan topluluklar, dernekler, vakıflar, kulüpler vb. kurarak ve bütün araçları kullanarak dini tebliğ, din eğitim ve öğretimi alanında etkili bir faaliyet yürütüyorlar. Bunların kusurlarını söyleyerek üzmek yerine ne yapmaları gerektiğini söylemeyi tercih ediyorum:
Şahsa veya gruba yönelik maddi veya manevi menfaat peşinde olup dini istismar edenler, ilim ve amel bakımından ehil olmadıkları halde mürşidliğe soyunanlar Allah'tan korksunlar, eğer imanları varsa üç günlük dünya için ahrette rezil olmayı göze almasınlar.
İslam'a kazanma hizmetini, gruba kazanma öncelikli olarak yapmamalı, İslam'ı grup için değil, grubu İslam için kullanmalı, müminler ile Allah ve Resulü arasına, onları neredeyse ikinci plana iten 'üstadlar, şeyhler, liderler, üstadlar…' koymamalıdırlar. İnsanlara tebliğ ettikleri İslam, ortak ehl-i sünnet İslam'ı olmalı, farklı anlayış yorum ve uygulamaların tefrikaya sebep olmasını engellemelidirler.
Resmi vazifeliler öğretmenler ve din görevlileridir.
Bu eğitimciler de genellikle İmam Hatip Okullarından ve İlahiyat Fakültelerinden mezun olanlar arasından seçilmektedirler. Hemen işaret edeyim ki, medreselerde okuyanlar ayrıca bu okullardan da mezun oluyorlar, bu okullarda okuyanlar da medrese usulü ders veren hocalardan istifade ediyorlar; yani bu iki kaynak arasına duvar çekmeye çalışanlar boşa uğraşmasınlar.
Bu okullar belli bir grubun din anlayışını değil, ortayol İslam'ı esas alarak eğitim ve öğretim yapıyorlar. Bu nokta çok önemlidir ve ayrı bir yazıda ele alınacaktır.
Bir tıpçı, fakülteden mezun oluverince 'hekim' olamıyor, bir hukuk mezunu staj görmeden avukat veya hakim olamıyor… Adı geçen okullarda okuyanlar da yalnızca okul bitirmeyi ve diploma almayı hedef edinirlerse işe yaramazlar. Her kapıya başvurarak, vakti iyi kullanarak iyi yetişmeye çalışmak, mezun olduktan sonra da ilim ve kemal yolunda ilerlemeyi hedef edinmek gerekiyor.
Resmi vazifeyi devlet veriyor, bu devlet memurları, din hizmeti bakımından öncelikle -bütün müminler gibi- Allah'ın memurlarıdır. Vazife, resmi mesai ile sınırlı olamaz, güç ve kudretin son noktası ile sınırlı olabilir.
Konumuz bakımından İmam Hatip Okullarını gelecek yazıda ele alacağım.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT