1. YAZARLAR

  2. Abdullah Muradoğlu

  3. Din fakirlerin afyonu mudur?
Abdullah Muradoğlu

Abdullah Muradoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Din fakirlerin afyonu mudur?

10 Mayıs 2011 Salı 04:08A+A-

"Ipsos" şirketi ve "Reuters haber ajansı" bir araştırma yapmış. Araştırmada "Allah'a en çok inanan ülkeler" sıralanmış.

Buna göre "Endonezya" yüzde 93'lük oran ile Allah'a en çok inanan ülkeymiş.

"Türkiye" yüzde 91 ile ikinci sırada, "Batı Avrupa" ülkeleri ise son sıralarda yer alıyormuş.

Öte yandan Türkiye'nin Allah inancındaki yüzde 91'lik oranı, "cennet ve cehennem inancı"nda yüzde 52'ye kadar geriliyormuş.

Yorumlara bakarsak toplumsal refah ve eğitim seviyesi yükseldikçe dindarlık da azalıyor.

Müslümanlık'ta Allah'a iman ile Cennet ve Cehennem'e iman etmek birdir.

Nerden baksanız, garabet ..

"Zaman Pazar" muhabirleri araştırma sonuçlarıyla ilgili bir soruşturma yapmışlar.

"Ekonomik refah arttıkça dindarlık azalıyor mu" sorusuna İktisat Profesörü Mehmet Altan bakın nasıl cevap vermiş:

" Türkiye'nin Allah inancında ilk sıralarda yer almasının sebeplerinden birinin ekonomik nedenler olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye ekonomisi gelişmekte olan bir ülke olsa da en zengin ve en fakir gelirinin arasında 8-9 misli fark var. Yani gelir dağılımı çok farklı. Ayrıca çalışanların neredeyse yarısı kayıt dışı. Dolayısıyla insanların kendilerini güvende hissettikleri bir sosyal yapı yok. Bu da inancın getireceği rahatlatıcı etkiyi ön plana çıkarıyor."

***

"Komünist Manifesto"nun yazarlarından Karl Marx'ın "din halkların afyonudur" sözünü hatırlayacaksınız.

Bazı şerhlere göre Marx aslında kapitalizmin zalimane dünyasında dinin yoksulların bir sığınağı olarak işlev gördüğünü anlatmak istemişti.

Demek ki Mehmet Altan, Marx'ın sözünün bu şerhini kabul ediyor.

Oysa zenginlik dindar bir Müslüman için daha fazla sorumluluk ve yükümlülük getirir.

Hatta kimi dindarlar için zenginlik, taşınması zor ağır bir yüktür.

Yoksulluk kadar, zenginlik de insanı saptırırabiliyor çünkü.

Yoksulun kusuru hoşgörülebilir de zengin insanın kusuru daha çok göze batar.

Kişi zenginleştikçe Allah inancından kopuyorsa, ya o dinde ya o adamda bir kusur vardır.

Yukarıdaki teze göre Türkiye zenginleştikçe insanlardaki Allah inancı zayıflayacak..

Çünkü insanların dine duydukları ihtiyaç azalacak.

Yani, ne kadar zenginleşirsen o kadar uzaklaşırsın Allah'tan.

Ne kadar fakirsen, o kadar dindarlaşıyorsun bu mantığa göre.

Tersine binlerce örnek de gösterilebilir pekala.

***

"Din", insan için varlığa, dünyaya ve evrene anlam kazandıran bir kabüldür.

İnanırsınız ya da inanmazsınız ama dinler insanın varlık, dünya ve evren hakkında sorduğu sorulara bir cevaptır.

Dar alanlara sıkıştırılmayacak kadar derinliği olan bir konudur bu.

Şöyle bir yorum olsa "tamam" diyeceğim..

Mesela ekonominin kapitalist ilişkiler içerisinde düzenlendiği bir ortamda zenginleşmek bir ölçüde kirliliği de içerisinde taşıyacaktır.

Böyle bir ilişki içerisinde zenginleşmek de dinin ahlaki ilkelerinden taviz vermeksizin gerçekleşmeyecektir.

İnsana ahlaki yükümlülükler yükleyen Allah inancından uzaklaşmak anlamına gelir bu.

Mehmet Altan'ın kastettiği buysa, söyleyecek söz yok.

Ahlaktan kopartılmış bir zenginlikten Allah Müslümanları korusun.

Ahirette kaybettirecek bir zenginliğe sahip olmaktansa bu dünyada kaybedenlerden olmak evladır.

Bu da bizi bu dünyada fakir kılıyorsa, başımızın üstünde yeri var.

O türlü zenginlik, onu şehvetle isteyenlerin olsun.

Aile değerleri önemlidir..

Skandal kasetlerin siyaset sahnesinde etkileyici bir aktör olarak yer alması elbette kabul edilebilir bir şey değil.

Karşı çıksak da, kızsak da, üzülsek de, oluyor işte.

Yargının gereğini yapmasını beklemekten başka yapacak bir şey de yok maalesef.

Sözkonusu kasetlerin siyaseten sonuç getirmeyeceğini söylemek ise zor tabii..

Deniz Baykal'ı koltuğundan edecek kadar etkiliydi mesela.

Dolayısıyla Anadolu'nun muhafazakar MHP seçmenlerini de ciddi biçimde etkileyecektir.

Bu skandalların neden bu kadar etkili olduğuyla ilgili gözden kaçan bir gerçek var.

"Aile" bu ülkede hâlâ öncelik sırasında başlarda yer alan bir toplumsal değer..

Bu yüzden aile değerlerine yönelik skandallar seçmen nezdinde geniş yankı buluyor.

İster "MHP" gibi "ideolojik sağ"da yer alsın, ister CHP gibi "laisist" bir parti olsun, isterse "liberal", isterse "sosyalist" bir parti olsun, bu tür skandalların bedeli bütün partiler için ağır sonuçlar getiriyor.

Kasetlerin bir siyaset aracı olarak kullanılması ne kadar üzücüyse, aile değerlerinin hâlâ revaçta olması da bir o kadar sevindirici.

Bediüzzaman'ı rahat bıraksak olmaz mı?

Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Şanlıurfa'daki "Halilürrahman Camii"nin avlusundaki kabri 27 Mayıs cuntacılarının talimatıyla açılmış, naaşı bir askeri uçakla bilinmeyen bir yere götürülerek toprağa verilmişti.

Naaşın kabrinden çıkarılmasından başka bir yerde toprağa verilmesine kadar bütün aşamalarda merhumun kardeşi Abdülmecid Ünlükul hazır bulundurulmuştu.

Merhum Ünlükul'un şahitliği dolayısıyla bu konuda şek ve şüphe bulunmuyor.

Dolayısıyla başka hiçbir belge ve evrakın kıymeti harbiyesi yok.

Çünkü resmi ya da gayrıresmi olsun belgeler ve evraklar gerçeğe tekabül etmeyebilirler.

Talebeleri Merhumun kabirini dikkatle gözetim altında tuttular hep.

Velhasıl, Bediüzzaman'ın naaşının önceden ya da daha sonradan denize atıldığı iddiası bir spekülasyondan ibaret.

Bediüzzaman'ın kabrinin talebeleri tarafından birkaç kere değiştirildiği "Risale-i Nur camiası" tarafından biliniyor.

Talebelerinin müdahalesi Bediüzzaman'ın kabrinin yerinin bilinmemesini vasiyet etmesinden kaynaklanıyor.

Vasiyetinde şunları tembihlemişti talebelerine:

"Benim kabrimi gâyet gizli bir yerde bir iki talebemden başka kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyyet ediyorum. Çünki, dünyada beni şöhretten men eden bir hakikat elbette vefatımdan sonra da, o hakikat o suretle beni mecbur ediyor.."

Merhum, kabrinin bir istinadgah haline gelmesini istemediğini bilhassa vurgulamıştı vasiyetinde.

Keza aynı vasiyette "Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun okudukları Fatiha ervâha gider" demişti.

Bediüzzaman'ın kabriyle ilgili bir araştırmamı bu vasiyet yüzünden yarıda bırakmıştım.

Bu vesileyle kabri her neredeyse Bediüzzaman'ın ruhuna Fatiha göndermeyi ihmal etmeyelim.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT