“Din dilimiz nereye gitti?”
Bugün, dilimizde ve özellikle de dinî kavramlarımızda yaşanan tahrifata dikkat çeken değerli Türkçe öğretmeni Ahmet Çelen Bey’in elektronik iletisini dikkatinize sunuyorum. Sitem özellikle de İslâmî câmianın kanaat önderlerine. Gelecek yazıda konuya dair şahsi görüşlerimi ele alacağım inşaallah.
Serdar Bey,
¥
Bir yerlerden okumuştum: Modern zamanların müslümana yaptığı en büyük kötülüklerden biri, onlara “din dili”ni kaybettirmek oldu. Elmalılı Tefsiri kaçıncı kere sadeleştirildi? Niçin? Yeni nesiller anlamıyorlar diye... Oysa bu tefsir Kur’an’ı Türkler de anlasınlar diye yazılmamış mıydı? O zaman bu yeni nesil Türk değil mi? Ne oldu da Türk çocukları Türkçe bir dînî eseri anlayamaz hâle geldiler? İşte olan bu... “Din dilimiz”in vurguna ve talana uğraması...
Malumunuz “Türkçe din dili”nin en mühim unsurları Arapça ve Farsça kelimelerdir. Bir yazar “Türkçenin bel kemiği Arapça kelimelerdir” demişti. Çünkü bu kelimeler Kur’an’dan geldikleri ve Kur’an da yüzyıllardan beri en ince nüanslarına kadar üzerinde çalışılmış bir ilâhî kitap olduğu için bu kelimelerin mânâları tam oturmuş, arzı sağlam kılmak için bağrına dağların çakılması gibi Türkçe toprağına çakılmışlardır. Bu kelimeler özlerindeki sağlamlık ile Türkçeyi de karşılıklı anlaşmayı tam sağlayabilecek, kendisiyle ilim yapılabilecek, en ince fikir ve hisleri ifade edebilecek bir sağlamlık ve seviyeye getirmiş ve öylece de tutmaktaydılar.
Ama 1935’te başlatılan dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimeleri tasfiye hareketi yeni nesilleri yukarıda sözünü ettiğimiz acıklı hâle getirmiş, bir cehâlet çölüne bırakıvermiştir. Bu tasfiyecilik hareketinin de gayesi, müslüman milletimizin dilini sekülerleştirmekti. Yani bin yılda ancak teşekkül etmiş “din dilimiz”den koparmak. Bu, her sahada gerçekleştirilmek istenen sekülerleştirmenin dile yansıyan yönüydü. Ve bu çok iyi planlanmış bir sinsilikti; çünkü dil, şuur altı ile direkt alâkalı bir varlıktı ve dilin sekülerleştirilmesi diğer bütün alanlardaki sekülerleştirmeyi çok çok kolaylaştıracak, hatta tek başına temin edecek bir faaliyetti. Dinimize yapılan ile dilimize yapılan arasında gaye bakımından kıl kadar fark yoktu.
Sonraki yıllarda ve günümüzde tasfiyeciliğin en büyük müdafileri solcu-komünistler oldu. Dinsiz oldukları için yaptıkları tutarlıydı; hedefleri açısından doğru saf tuttular. Fakat bu hususta tutarsızlıkları şuydu: Aslen beynelmilelci oldukları halde dilde ırkçılık yapmak... Hareketi başlatan, “Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” gibi bir hedef göstererek başlatmıştı bu işi...
Tabii bu, kocaman bir yalandı. Maksat birilerine hoş gelecek retorikler kullanarak asıl gayeyi saklamaktı. “Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak”ta samimi olsalardı Batı dillerinden gelen kelimeleri de tasfiye etmeleri îcâp ederdi; ama bunu yapmadıkları gibi o kelimelere şapka çıkardılar. Asıl hedefin Arapça/Farsça kelimelerin şahsında, onların varlıklarıyla hep hatırlattıkları mâzîmiz, yani İslâm olduğunu anlamak için çok zekî olmak gerekmez.
Peki müslüman entelektüeller doğru saf tutabildiler mi? Ne gezer! Onlar zâlimlerinin yanında saf tuttular maalesef.
Bu fecaatle en büyük mücadeleyi -ilginçtir- milliyetçiler verdi. Belki yaptıklarının ne kadar doğru olduğunun da şuurunda olmadan... Oysa bu dâvâ müslümanların ve -sözümona İslâmcıların- omuzları üstünde olmak gerekmez miydi?
Solcularla mücadele nispeten kolaydı. Çünkü onların gayelerini deşifre etmek daha zahmetsiz ve sade bir işti. Ama “din dilimiz”e asıl darbe İslâmcılardan geldi. İslâmcı yazarlar gerek ırkçılığa karşı çıkıyoruz tafrasıyla, gerekse zamanın diliyle konuşmak safsatasıyla ve gerekse de solcuların kelime hazinesiyle konuşarak sözlerini değerli kılmak kompleksiyle o uydurma seküler dili rahatça ve tepe tepe kullandılar. (Çünkü entelektüellik solcuların tekelindeydi ve onların tasdikini almadan entelektüel olmak mümkün değildi. Kendilerini akredite edebilmek için mezkûr kelime hazinesini “dilleri” yaptılar)
İşte o zaman yeni müslüman nesillerde tespihin ipi koptu. Okudukları İslâmcı ağabeylerin (Burada isim verip kimsenin canını sıkmayalım) dili ister istemez şuur altlarına yerleşti. İşte şimdi Elmalılı Tefsiri’nin, Ömer Nasuhi Bilmen İlmihali’nin bilmem kaçıncı kere sadeleştirilmesinin ve buna rağmen hâlâ anlaşılamamasının sebebi budur.
Oysa yapmamız gereken bir haltercinin hedefine, ağırlığı kilo kilo artırarak yürümesi gibi yeni nesillere kocaman bir mâzînin mîrâsı olan o güzelim “din dili”ni adım adım öğretmekti. Öyle ki liseyi bitirmiş bir gencimiz rahatlıkla Elmalılı Tefsiri’ni anlayabilmeliydi. Heyhat! Şimdi ilâhiyat mezunları bile anlamıyor. Sâdeleştirmek! Tembelliğimizin kılıfı… “Çıkamadım, ineyim bari” zavallılığı…
¥
Selamlar.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT