Devrimcilikten Strateji Hesaplarına: İran ve İrancılık
“İran muhipleri için cennetin kapılarının ardına kadar açılması İran’ın ulusal stratejik çıkarlarıyla örtüşüyor.”
Aziz Avar’ın daha önce Haksöz-Haber için kaleme aldığı yazısını Kasım Süleymani’nin öldürülüşü sonrasında yeniden ayyuka çıkan İran muhipliği bağlamında tekrar ilginize sunuyoruz:
Devrimcilikten Strateji Hesaplarına: İran ve İrancılık
1979 İran devrimi gerçekleştiğinde Müslüman halklarda büyük bir heyecan yaratmıştı. Bu heyecan potansiyel olarak var olan direnişi harekete geçiren bir özellik taşıyor. Ve arkasından gözlerin İran’a çevrilmesine sebep oluyordu. Özellikle Türkiye’de tarihsel ve mezhebi farklılıklara rağmen bu dikkat, siyasal öncelikli bir kurtuluşun enerjisini de içinde taşıyordu. Emperyalizmin ileri karakolu olan İran’da, şah ve avenesi kovuluyor ve “La Sünniye La Şiiye Vahde Vahde İslamiye!” sloganları bu yönelişi daha da ileri taşıyordu. Devrimi gidip yerinde görmek, tecrübelerinden faydalanmak, devrim önderleriyle tanışmak için İran’a geziler düzenleniyor, gidemeyenlerle de konsolosluklarda ve İran kültür merkezlerinde tanışmalar sağlanıyordu. Bu süreçte, ortaya çıkan “aksaklıklar” önce devrimin yeniliğine ve arkasından Irak-İran savaşıyla da getirdiği zorluklara bağlanıyordu. Örnek olarak devrim sonrası yeni yazılan anayasalarındaki “tartışılması teklif dahi edilemeyen isnâaşeriye” maddesi aynı gerekçeyle pas geçilirken 1982 Hafız Esed’in Hama katliamında İran’ın tutumu görmezden gelinebiliyordu. Bu gidiş gelişli karşılıklı ilişkiler devam ederken yeni bir takım öznel ilişkilerin ortaya çıktığı da hissedilmeye başlanıyordu. Romantizmin oluşturduğu yönelişle, sivil tecrübe talebi, yavaş yavaş devletle ilişki biçimine dönüşen bir nitelik kazanmaya yüz tutarken, istikbara karşı açıkça savunulan İslam devrim değerleri, bir takım gizli ve sırlı yaklaşımlarla, yeni bir söyleme bina edilmeye başlanıyordu. Sonradan beyatlaşma diye ortaya çıkan bu değişimin gerekçesi de “bizim kendi başımıza başarıya ulaşmamız mümkün olamayacağından, tecrübeli devrim / devlet kadrolarıyla beraber bu işi deruhte etmemiz lazım” başlangıç cümlesi ile ifadesini buluyordu. Dolayısıyla irade transferiyle gerçekleştirilen bu değişim, devrim kadrolarıyla devlet kadrolarının iç içe geçmesi hasebiyle, devrimin hedefleri de devletin hedeflerine giydirilmiş olarak karşımıza çıkıyordu. Bu transformasyona, akidevi ve fıkhi değerlerler ve ardından da doğal olarak bu ilişki biçimi, yani siyasal bağımlılığa, “dolarlı, ev’li arabalı’’ finansman etkisi de eklenince, devre tamamlanıyordu. (…)