Devrimci İslam’ın Acem Diplomasisine Tebdili
İran’ın P5+1 ile vardığı nükleer anlaşmayı nasıl okumamız gerekiyor? Başarı olarak mı teslimiyet olarak mı değerlendirmek gerekiyor gelinen bu aşamayı? Konuyu değerlendirirken ortaya çıkan farklılıklar hatta zıtlıklar göz önünde tutulması gereken kriterlere bağlı olarak değişti/değişecek malum.
Mesela İsrail Başbakanı Netenyahu’ya bakarsak İran’ın önünü açarak P5+1 bütün dünyayı riske atmış, tarihi bir hataya imza atmıştır. Suudi Arabistan’ın gösterdiği tepkilere bakılırsa neredeyse İsrail’le paralelleşiyor. İsrail ve Suudi Arabistan aldatılmış, kenara çekilmiş olmanın verdiği hırçınlıkla konuşuyor belki de. Ama bir başka zaviyeden, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun cephesinden bakılınca diplomaside çok önemli bir mesafe kat eden İran’ı yürekten kutlamak gerekiyor. Çünkü Kılıçdaroğlu’na göre İran uluslar arası sisteme entegre olmuş, onun bir parçasına dönüşmektedir.
Önce Rusya’yla Sonra ABD ve AB’yle
1979 senesinden itibaren gerçekleştirdiği İslam inkılabı sebebiyle İran’ı boğmaya azmetmiş Batı’nın ve bölgedeki işbirlikçilerinin kimi açık kimi örtülü sayısız girişimi oldu. Saddam Hüseyin’in saldırılarıyla 8 yıl süren ve on binlerce insanın ölümüne mal olan savaş bu boğma girişimin ilkiydi. İçerideyse Halkın Mücahitleri eliyle en üst düzey devrim kadrolarına karşı girişilen bombalı suikastlar telafisi imkânsız yaralar açmıştı.
Körfezdeki işbirlikçi rejimlerin mezhepçi kışkırtmalar eşliğinde projelendirdiği ötekileştirme siyaseti ile İslam ve inkılab üzerinden değil Şiilik ve Acemlik üzerinden uzun yıllar boyunca İran’a vebalı muamelesi yapıldı. Öyle etkili olmuştu ki bu siyaset Mekke’de katledilen İranlı hacılar için de Körfez’de ABD füzeleriyle düşürülen yolcu uçağındaki siviller için de kimsenin kılı kımıldamamıştı.
İran, bu çoklu kuşatmayı yarmak ve İslam inkılabını hem bölgede hem de dünyada etkin kılmak için birçok girişimde bulundu. Mesela Şii-Sünni, Arap-Fars ayrımlarını reddeden söylemlerin ardına ilave edilen kardeşlik vurguları böyleydi. Mesela ABD ve SSCB’yi kast ederek sarf edilen “ne Doğu, ne Batı” söylemine eklemlenen Büyük Şeytan/ABD ve Küçük Şeytan/İsrail karşıtlığı böyleydi. İran her durumda mustazaflara sahip çıkmanın, müstekbirlere meydan okumanın adresi gibi duruyordu. En azından şeklen ve söylem düzeyinde böyleydi durum.
Ambargoyu delme, dışlama siyasetini akim kılma, devrimi güçlendirip komşu ülkelere ihraç etme planları bir süre sonra İslam inkılabı ilkelerini zayıflatan Fars ve Şiilik saplantılarını öne alan, önceleyen diplomasi şeklinde ete kemiğe bürünür oldu. Değerler üzerinden değil de iktidar hesapları üzerinden ilerleyen ve yükselen siyaset İran açısından en ölümcül şekilde sonuçlandı: İnkılap kısa zamanda nostaljiye dönüştüren Şiilik ve Farslık terkibindeki ulus devlet modeli bütün toplumu en fanatik haliyle kuşattı.
P5+1+İran’ın Sevinci
Sevinçli Uzun yıllar süren ABD ve AB’ye karşı Rusya ve Çin’e yakınlaşarak güç devşirme stratejisi, nükleer enerji ve bölgedeki Şii unsurlar üzerine bina edilen şiddet, tehdit ve istikrarsızlık yaratma becerisiyle sentezlendi. Sonuçta 11 Eylül’den itibaren İran AB ve ABD açısından eskisi gibi birinci öncelikli korku merkezi olmaktan çıktı. Bunun en bariz göstergesi Afganistan ve Irak’ın işgali sürecinde izlenen Acem diplomasisinde görmek mümkündü. Taliban ve el Kaide’ye karşı İran ve paralelindeki unsurlar çok rahat bir biçimde Batılılarla örtülü fakat yıkıcı-öldürücü ittifaklar kuruyordu.
Rusya açısından olduğu kadar İran’ı asıl itibariyle ABD ve AB nezdinde de yakınlaşmaya değer kılan hadise Suriye’de patlak veren halk ayaklanmasıyla kendisini gösteriyordu. Suriye’de her biri “el Kaide” olarak yaftalanan muhalif unsurlara karşı İran devrim muhafızları (ve Hizbullah savaşçıları) Baas ordusuyla birlikte savaşarak en temelde orta doğudaki statükoyu koruyordu. Esed/Baas rejiminden hiç hazzetmeseler de İslamcı-İhvancı güçlü bir alternatifi tasfiye ederek dolaylı da olsa önce İsrail’in ardından da İsrail’i bölgede koruyup kollayan Batı’nın korkularını gidermişti.
Nükleer enerji konusunda yapılan müzakerelerin ne zaman ve ne şekilde sonuçlanacağını şimdiden öngörmek zor. Yanılma ihtimali az değil. Batı’nın İran’ı oyalama ve oyuna getirme ihtimali kadar aynı durum İran için de geçerli. Anlaşmanın Çin’in enerji kaynaklarını ve bağlı olarak büyümesini engelleme gibi uzak hedefli olması ne kadar belirleyici olabilir? Türkiye ve Mısır’daki gelişmeleri göz ardı ederek bağlamından koparmış bir analiz; Suriye, Tunus, Libya vd. ülkelerde yaşanan riskleri bertaraf etmek üzere yeniden kurgulanmış bir müttefik arayışı gibi meseleleri düşünmemiz gerek.
Çünkü Kremlin’den sonra Beyaz Saray ve Brüksel’den yükselen slogan şöyle: “İslam inkılabı ruhu öldü, Yaşasın Acem diplomasisi!”
YAZIYA YORUM KAT