1. YAZARLAR

  2. ALİ DEĞİRMENCİ

  3. Devrimci İlmihal
ALİ DEĞİRMENCİ

ALİ DEĞİRMENCİ

Yazarın Tüm Yazıları >

Devrimci İlmihal

03 Ekim 2008 Cuma 21:54A+A-

Sokaklara / meydanlara çıkmayı, direnmeyi, mücadele vermeyi, başkaldırmayı “ayıp” sayan, ahlâksızlık olarak gören ailelerin çocuklarıydık çoğumuz. Edepli, ahlâklı olmak; uyumlu, halim selim, suya sabuna dokunmayan, sümsük bir kişiliğe sahip olmak demekti.

Ahlâk denince sadece uysallığın, efendiliğin ve görgülülüğün akla gelmesi, hâlâ, kimi İslami yapılar arasında bile revaç bulmaktadır. Birçok vaiz, hocaefendi ya da yönetici ahlâkla ilgili olarak; Rasulullah’ın ahlâkı sorulduğunda Hz. Âişe’nin, “Siz Kur’an okumaz mısınız? Onun ahlâkı Kur’an idi.” sözünü aktarır, delil olarak gösterir. Fakat kimse Kur’an okumayanları, Kitab’ı terk edenleri ahlâksız olarak nitelendirmez. Bilakis Kur’an’la ilgili kimi şekilsel ve folklorik saygı unsurlarına dikkat etmeyenler, sözgelimi onu göbeğinin altında tutanlar, öpüp başına koymayanlar, abdestsiz yaklaşanlar sakıncalı, tehlikeli ve hafif addedilir. Lokmayı sol eliyle tutanların, suyu oturmadan içenlerin, camiye girip çıkarken yanlış adım atanların kınanması gibi. Nefisle mücadele “cihad-ı ekber” bilinmiştir bir kere ve militanlığın, kavgacılığın, sokaklarda bağırıp çağırmanın lüzumu yoktur.

İşte, Allah günleri aramızda dolaştırıp duruyor. Herkes kutsadığıyla, biriktirdikleriyle, önemsedikleriyle imtihan oluyor. Süreç, herkesin yüreğini yokluyor. Zihnini, kesesini, kasasını, ilkesini, hedefini, anlayışını sarsıp sorguluyor. Dilenenleri ve direnenleri, zaman kendi teşhis ediyor.

Hani nerde şimdi, “Bizim partimize oy vermeyenlerin imanı makbul değildir, onlar patates dinindendir!” diye bağırıp çağıranlar? Gazetelerini, televizyonlarını satacak kapitalistler arayanları tanıyan yok mu? Kayıp trilyonlar kimin kursağında takılıp kaldı? Çocuklarına en büyük otellerde, limuzinler ve trilyonluk takılar eşliğinde düğünler yapanlar; vakıflarında ya da yanlarında karın tokluğuna çalıştırdıkları o gariban gençlerin yüzüne bakabildiler mi acaba? O koca koca holdingler nerde bugün? Rızkından, çoluk çocuğunun nafakasından artırarak oralara paralarını, bileziklerini verenlere soğuk su içmelerini öneren bu utanmazlar kim? Allah yolunda harcansın, mazlum ve müstezaflara ulaşsın diye toplanan paralar kimin cebinde uyuyor? Açlıktan ölürken eşlerimizin yüzüklerini, küpelerini, bileziklerini zerre kadar yüksünmeden verdiğimiz abiler, ablalar nerede cihad ediyorlar? Sakalı göbeğine değen, Allah adını ağzından düşürmeyen fakat jetskylerden inmeyen bu şarlatanlar ne zaman türedi? Hangi ahlâkın, hangi dini algının, hangi kültürün ürünü bunlar? Kur’an bunun neresinde? Kimlik ve kişilik nerelere tünemiş acaba? Seyyid Kutub okumayı yasaklayarak, Ali Şeriati’ye söverek, eline meal alanları zındık ilan ederek, iş isteyen başörtülü kızlara uyduruk evlilikler teklif ederek, direnip coplananlara gülüp geçerek beleş cennet umanlara bizim “mahallemiz”den bir şeyler bulaş mıdır sahiden?

Hepimizi bir şekilde kuşatan zulmü, karanlığı ve kirlenmeyi ne zikrometreler def edebiliyor, ne okunmuş cevşen-i kebirler ne de idraksiz başları çevreleyen sarık ve takkeler. Kokuşmuşluğu ne hacı yağları, misk ü amberler giderebiliyor ne de kolonyanın yerini tutan gülsuyu. Akademik gevezelikler de koşmuyor kimsenin yardımına; takiyyeci, özür dileyici, mistik işgüzarlıklar da.

İslami patentli radyolar “Muhammed’in sürmeli gözler”ini arayan ilahileri bile çalmaktan korkuyorlar artık. Tek sermayesi sarık ve cübbe olanlar, yüz şehit sevabına ulaşmaktan çoktan vazgeçmiş görünüyorlar. “Bir lokma, bir hırka” edebiyatı yapanlar” ekonomik cihadı (!) üstlenmeye hatta deveyi hamuduyla yutmaya başlamış durumdalar.

Belirli bir düzeye ve bilince ulaştığını kabul ettiğimiz kişi ve gruplar bile direnişi, mücadeleyi bir anda “aşarak” çok büyük ve konjonktürel düşünmeyi epeydir ve itinayla öğrenmiş bulunuyorlar. “Toplumla barışma”ya, rantı paylaşmaya, “hayırlarda yarışma”ya girişmenin zamanı artık. Anlı şanlı öncülerimiz, bin bir türlü fedakârlık eşliğinde, şatafatlı iftar sofraları düzmeye, proje enflasyonunda boğulmaya, “eski hastalıklar”ını terk etmeye, oyunun kuralını öğrenmeye devam ediyorlar. Zira her şeyi, her işi “adam gibi” yapmak ve “dikili bir ağaç”a sahip olmak gerekiyor. Birçok oluşum “hoşgörü cemaati” olmak için var gücüyle didiniyor. Fakat kimsenin hakkını yememek lâzım: Allah rızası için onca zorluk, risk ve takibat içinde cihad niyetine Ülker bisküvisi yemeye, komşusunun sıkı markajına ve Ergenekon korkusuna rağmen Kanay 7’yi seyretmeye, parasını faizsiz bankalara yatırıp nemalandırmaya, yemekten sonra hem de herkesin içinde “Elhamdülillah” demeye devam ediyor birçok gözüpek ve bahadır kardeşimiz.

Kaleyi içten fethetme gayretlerinin akıbetini pek bilmiyoruz ama, şükür ki badem bıyıklı, gümüş yüzüklü ve tuttuğu takım gol yediğinde bile küfretmeyen ağabeylerimizi görebiliyoruz hâlâ. Bunca rağbete ve iştiyaka karşın, çoğu ailenin çeteci bir oğlu, kızı yok henüz hamdolsun. “Temiz aile çocukları”, zibil gibi çoğalıyor her şeye rağmen. Anadolu kaplanları birilerini korkutuyor, reklamları kendilerinden büyük holdinglerimiz piyasayı ürkütüyor.

Direnişlerde, meydanlarda, kolektif salih amel çabalarında pek görünmeseler de stadyumlara gidip, kaçan gollere üzülüp hakeme bağırarak rahatlayan ya da Tarkan konserlerinde ayılıp bayılan “türbanlı” kızlarımız var artık. E, “Zaman sana uymuyorsa, sen zamana uy.” dememiş mi peygamberimiz?

Amerika’nın mazlum halklara yağdırdığı tonlarca bombanın, füzenin gürültüsü kulaklarımıza pek çalınmıyor ama Allah için, İbrahim Tatlıses ezanı çok güzel okuyor. Sağlığa zararlı dört beyazdan biri olan Zekeriya Beyaz’ı sevmiyorsanız, Nihat Hatipoğlu’nu dinlemek gibi bir alternatife sahipsiniz en azından.

Evet… Değil mi ki korkaklık, siniklik ve şark kurnazlığının; uzlaşma, kanaralaşma ve iş bitirmenin adı “ahlâklılık, dengelilik” olmuştur; yüreklerdeki heyelan kolay kolay durulmaz artık. Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalışmak, dünyaya bağlanmak bu ahlâkın, bu anlayışın doğal bir uzantısıdır. Yiğitliği en çok inciten, insanı en çok üzen şey ise ihanete uğramak, arkadan vurulmak, salak yerine konmaktır.

Müftüye danışmak ya da Şifalı Bitkiler Kitabı’na, Mızraksız İlmihal’lere bakmak da pek bir şeyi değiştirmeyecektir. Gözüne dünya kaçanların, özünden iman ve onur; gönlünden de ahiret bilinci ve Allah korkusu yavaş yavaş kaçıp uzaklaşacaktır.

*

Bu terk edilen Kitab’ı nerde talim edelim Allah’ım? Bu Devrimci İlmihal’i kimin evinde okuyalım? Karun kim, nerde bulalım Ebuzer’i?

Ürküp korkmadan, güvenerek kimin elinden tutalım Allah’ım, kimin suratına tükürelim?

YAZIYA YORUM KAT

40 Yorum