Devletten Apo’ya mektuplar -4
Abdullah Öcalan yakalandığı andan itibaren 1998 ateşkesinin arkasında durdu. PKK’yı sınır dışına çekti, ‘Silahlı mücadele döneminin bittiğini’ ilan etti ama artık Türkiye’de hava değişmişti. İlk kurban da arabulucular oldu.
Muhatapsız kalan ateşkes
“Beyaz kağıda mürekkep sürdü.” Öcalan’n Avrupa’ya devletleşmeye gidiyoruz açıklamasını duyan Ankara’da bu görüşmeleri koordine eden ünlü bir general böyle demişti. 15 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanmasından sonra Türkiye’ye getirildiğinde ilk olarak devlet adına onunla yüzlerce telefon görüşmesi yapan (MED TV’de yayımlanan bu telefon görüşmelerinin videolarını YouTube’da bulabilirsiniz) Selim Okçuoğlu ile görüşmek isteyen Öcalan beyaz kağıdın ne kadarının mürekkeple kirlendiğini öğrenmek istiyordu.
“Devletleşme sözünden ne kastettiniz” sorusu mahkeme Başkanı Turgut Okyay tarafından da İmralı’daki duruşmaların başında Öcalan’a sorulmuştu. Öcalan mahkemede “O sözün maksadını aşan bir ifade” olduğunu kabul etmişti.
Savunmasında da “Benim, Avrupa seferine çıkışımı devletleşme olarak nitelendirmemde de aynı yaklaşımı belirtmem tutarsızlık olarak görülmemelidir” diyerek uzun uzun devletleşmeden kastının üniter devlet ve demokratik cumhuriyet perspektifi içinde bir yerelleşme olduğunu anlattı Öcalan.
Benzer bir konuşmayı avukat Okçuoğlu ile de yapmıştı. Karşılıklı güven sorunlarıyla aksayan temaslar yeniden başladı.
Şahin ve güvercin Okçuoğlu kardeşler
Bu yüzden de Öcalan, ısrarla avukat olarak, herkesin bundan çekindiği bir sırada kendisine savunmaya gönüllü olan Ahmet Zeki Okçuoğlu’nu değil, kardeşi Selim Okçuoğlu’nu istiyordu. Öcalan ile kendisini daha şahin bir savunma yapma konusunda zorlayan avukat Ahmet Zeki Okçuoğlu arasındaki kavgalar basına da yansımıştı.
Gazeteler “İmralı'ya giden Okçuoğlu’nun Öcalan'ın, devletten baskı ve işkence görmediğinin tutanağa geçmesi isteğine karşı çıktığını, ancak buna rağmen bu sözler tutanağa geçince, sinirlenerek adadan ayrıldığını” yazıyordu. Bu tartışmalar mahkemeye de yansıyınca Öcalan Mart ayının 10’unda amacına ulaştı ve noter aracılığıyla kardeş Selim Okçuoğlu'na kendisini savunması için vekâlet verdi.
Öcalan’ın avukatlığından azledilen Ahmet Zeki Okçuoğlu o günleri anlattığı hatırlarında “Ona “Şeyh Sait'e de mahkemede 'İsyanının Kürtlük'le alakası olmadığını söylersen, seni idam etmez sürgüne yollarız. İki yıl sonra da genel afla çıkarsın' dediler. Denileni yaptı, ama yine de asıldı. Sana da aynı şeyi yapacaklar" dedim. Apo bir sonraki görüşmede, "Anlattıkların yukarıdakilerin hoşuna gitmemiş. Bir daha bana öyle şeyler anlatma” dediğini anlatacaktı.
Okçuoğlu’nun “Kendisini ziyaretlerimde yardımcı olmaya çalıştım. ‘Öyle esrarengiz, gizli kapalı bir takım hesapların içine girme’ dedim” dediği temasları yürüten arabulucularından biri kardeşiydi.
Yakalandığı andan itibaren 1998 ateşkesinin arkasında olduğunu söyleyen ve Türkiye içinde çözüm vurgusu yapan Öcalan’ı “işbirlikçi, kendi canını kurtarmak için korkup devlete teslim olmuş, Kürtlere ihanet etmiş” olarak gören tek kişi Ahmet Zeki Okçuoğlu değildi.
O günlerde Öcalan’la görüşen ailesi bile ona mahkemede daha fazla cesur olmasını tavsiye ediyordu.
Ailesinin bile ne yaptığını anlamadığı yalnız bir adamdı Öcalan. Yakalanmasını protesto için insanların kendisini yaktığı Öcalan’ın savunmasında barış değil de savaş demesinin nelere mal olacağının kimse farkında değildi diyor o günlere tanıklık eden Balıkçı. Ona göre “Öcalan Türkiye’yi iç savaştan kurtarmıştı.”
Mahkeme Başkanı Mehmet Turgut Okyay’ın ''barış için kendisinin ne yapabileceğini'' sorması üzerine Öcalan, ''Ben hizmet etmek istedim. Buna aşığım. Demokratik cumhuriyette barış içinde yaşanabilir. Türkiye için yararlı olacaksa şu an canımı feda ederim. Dağdan indireceğim, 3 ayda indireceğim bana müsaade edin'' demişti.
Galiba bu çağrısı karşılığını aldı. Öcalan avukatları aracılığıyla 1998 ateşkes sürecinde kararlaştırılan silah bırakma, sınır dışına çekilme, PKK’yı siyasalaştırma vaatleriyle ilgili PKK’ya çağrılar yapmaya başladı.
Silahlı mücadele dönemini bitirdi
En tarihi olanı 2 Ağustos 1999 günü avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamaydı. Öcalan silahlı mücadelenin bitişini şöyle ilan ediyordu:
Tüm Türkiye ve dünya kamuoyuna.
Türkiye'de çatışma ve şiddet ortamı, insan hakları ve demokratik gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir. Ağırlıklı olarak Kürt sorunundan kaynaklanan şiddet, bunda temel rol oynamaktadır. Çıkmazı aşmak ve sorunların çözüm yolu, şiddete son vermeyi gerektirmektedir. Bu nedenle, PKK'yı, 1 Eylül 1998'den beri tek taraflı yürütmeye çalıştığı ateşkes sürecinden, 1 Eylül 1999'dan itibaren, silahlı mücadeleye son vermeye ve güçlerini, barış için, sınırların dışına çekmeye çağırıyorum. Böylelikle, demokratik çözüm yolunda yeni bir diyalog ve uzlaşma aşamasının gelişeceğine, inancımı belirtiyorum.’’
25 Ağustos’ta PKK, 1 Eylül tarihini beklemeden yurtdışına çekilmeye başladığını açıkladı.
Daha net bir açıklama 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Osman Öcalan’la görüşmesinin ardından geldi. Öcalan kardeşi aracılığıyla “Kürtler için ulusal tasfiye ve imha tehlikesinin ortadan kalktı” diyerek “PKK'nın 15 yıllık silahlı mücadeleye son verdiğini, bundan sonra siyasi alanda mücadele edeceklerini” açıklıyordu. Açıklamada PKK’nın adının değiştirilmesinin de içinde olduğu bir açıklık içinde hareket edildiğine vurgu yapılmıştı.
Kıvrıkoğlu’dan Kürt açılımı
17 Ağustos depremini İmralı’da yaşayan ve bir rivayete göre duvarı yıkılan Öcalan deprem mesajında şöyle diyordu: “Bizden kimse kuşku duymamalı. Türk Ordusu, artık silahı bırakıp, Türkiye'nin kalkınması için kazma- kürekle çaba harcayabilir. Olanak tanınırsa, gerillamız da Türk Ordusu ile birlikte depremden etkilenen Marmara'yı, Kürdistan'ı yeniden kurmada kazma- kürekle çalışabilir.”
4 Eylül günü basınla bir araya gelen Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu o ünlü “28 Şubat’ın 1000 yıl daha süreceği” açıklaması dışında Kürt meselesiyle ilgili o güne kadar sivillerin bile telaffuz edemediği radikal mesajlar verdi:
‘‘Terör başının da söylediği gibi, silah yoluyla bir yere varamayacaklarını kabul ettiler. Siyasal yoldan çözüm düşünüyorlar. Federasyon da istemiyorlar. İstedikleri bazı kültürel haklardır. Bunların bazıları zaten verilmiştir. Kürtçe gazete ve kasetler serbest. Yasak olmasına rağmen Doğu ve Gürneydoğu Anadolu'da Kürtçe televizyon ve radyo yayınları yapılıyor. 37 il ve ilçede belediyeler HADEP'te. Kimse niye seçildiniz diye karşı çıkmadı. Doğru dürüst çalışıp memlekete hizmet ederlerse kimse birşey demez. Türkiye birçok hakları vermiş zaten ’’
İdam konusunda da Meclis’in vereceği karara saygılı olacaklarını söyleyen Kıvrıkoğlu’nun açıklamaları medyada “Kürt sorunu devlet dilini değiştirdi”, “Asker Öcalan’la anlaştı” yorumlarına neden olunca 11 Eylül günü Genelkurmay’dan sert bir açıklama geldi. Asker “TSK’nın PKK terör örgütünü muhatap olarak kabul etmesi, onun tekliflerini müzakere etmesi ve bazı tavizler vermesinin kesinlikle söz konusu olmadığını” açıklıyordu.
Boşa geçen altı yıl
Bu açıklamayla barış muhatabını kaybetti. Çözüm süreci karşılıklı korkular ve güvensizlikler yüzünden suya düşmüştü.
Yine de 1998’de ilan edilen ateşkes 2004’e kadar sürdü. PKK sınır dışına çekildi.
1998-2004 arasında silahların sustuğu 6 yılı Türkiye Kürt meselesini unutarak geçirdi. Silah patlamadığına göre Kürtlerin de bir sorunu yoktu. Bu arada ABD Irak’a girmiş, AKP iktidara gelmiş, Kıbrıs sorununda çözüm ve AB tartışmaları siyasi fay hatlarını değiştirmişti.
Artık batıya uzak ulusalcı bir askeri kanat vardı. Bu sırada Öcalan’ın kapısını Ergenekon davasında yargılanan askerler çaldılar…Barış muhatap bulamayınca 2004’te savaş yeniden başladı…
“Kim bu arabulucu” manşetiyle Balıkçı gözaltında
Öcalan ilk ifadesinden itibaren 1998 ateşkesini ilan etmesine neden olan PKKdevlet görüşmelerini anlatmıştı. Savcılık ifadesinde Öcalan “Ben Selim Okçuoğlu ile 2 yıldır görüşmekteyim. Arabulucu durumunda idi” demişti. Mahkemede de bu görüşmelerden bahseden Öcalan, bir duruşmada “Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Mehmet Ağar'ın oğlunun düğününe gitmesi engellendi’’ demiş, bir sonraki duruşmada Mahkeme Başkanı Turgut Okyay'ın ‘Size bu bilgiyi kim ulaştırdı’ sorusuna Öcalan, ‘‘Bir avukat. Selim Okçuoğlu, bilgi kabilinde getirdi’’ diyerek ikinci kez isim vermişti.
Okçuoğlu yurtdışına çıkarıldı ama..
Öcalan, 2 Haziran günkü davada mahkemeye arabulucu Selim Okçuoğlu ile aralarında geçen telefon görüşmelerinin zabtını sunmuştu. 3 Haziran günü Hürriyet “Kim bu arabulucu” manşetiyle çıktı. Arabulucuların konuşmasından korkan devletliler harekete geçmişti. Bağımsız yargı harekete geçirildi. Okçuoğlu hakkında “PKK örgütünün propagandasını yaptığı gerekçesiyle, Ankara DGM tarafından 1 yıl, 1 ay ağır hapis cezasına Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. Aranmaya başlayan Okçuoğlu yurtdışına çıkmayı başardı. Adı bilinmeyen Balıkçı ise bu kadar şanslı değildi. Hürriyet’in manşetinin çıktığı gün alınıp bir hücreye atıldı. Araya girenler oldu ama onu susturmak isteyen irade kararlıydı. Gerisini bir gün o yazacak.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT