Devletten Apo’ya mektuplar - 2
ATEŞKES İÇİN KIRMIZI KİTAP DEĞİŞTİ
Mayıs 1997 günü İstanbul Beşiktaş’taki Yıldız Sarayı’nın önemli misafirleri vardı.
Çok sıkı güvenlik tedbirleri alınan saraya HADEP’in Genel Başkan Yardımcıları Sırrı Sakık, Sedat Yurttaş, Kemal Parlak, Güven Özata ile bu görüşmeyi organize eden “Koordinasyon”dan isimler geldi.
Koordinasyon, devlet-PKK arasındaki temasları koordine eden bir yapıydı. İçinde Genelkurmay, MİT, Emniyet’ten üst düzey yetkililer ve Kürt camiasında itibarlı arabulucular vardı.
O arabulucular devletin artık kendi üzerlerinden değil, doğrudan HADEP üzerinden PKK ile konuşmasını istedikleri için bu buluşmayı organize etmişlerdi.
2004 yılında ilk kez Ruşen Çakır’ın Vatan’da yazdığı bu teması (Çakır bunu MİT-HADEP zirvesi diye yazmıştı) görüşmeye katılan isimler de doğruladı. (Sırrı Sakık iki hafta sonra Neşe Düzel’e verdiği röportajda bu görüşmelerin bir gazeteci aracılığıyla yapıldığını anlatmıştı.)
Görüşmede Kürt siyasetçilerin devletten istediği, HADEP’in özgürce çalışmasına izin verilmesi, medya ambargosunun kaldırılması, siyasi hükümlülerin salıverilmesi, operasyonların durması ve Terörle Mücadele Yasası’nda değişiklik yapılmasıydı.
Bunun karşılığında yazılı hale geçirilen zabıtta vaat edilen ise şuydu: “HADEP, Türkiye’deki bütün sorunların yanında Kürt sorununun şiddet dışı yöntemlerle barışçıl ve demokratik ve siyasal çözümünden yanadır. Bunun için üzerine düşeni yapmaya hazırdır.”
Bu tam olarak devletin istediği şeydi. Çünkü devlet Kürt sorununda PKK ile diyalog için bir muhatap bulmaya çalışıyordu.
Görüşmeyi sekiz yıl sonra ortaya çıkmasından sonra BBC ’ye doğrulayan Sedat Yurttaş’a göre de amaç buydu: “Bu, devletin o hep kabul etmeyeceğini söylediği muhatap arayışıydı. Toplantının içeriği genel olarak bölgedeki olayların durdurulması ve ateşkesti.”
HADEP’te şahinler kazandı
İçersine HADEP’li yöneticileri de alarak İstanbul’un ünlü başka bir sarayında, Bakırköy’deki bir adreste, Taksim’de magazin dünyasında da tanınmış ünlü bir isme ait ofiste toplantılar yapan Koordinasyon ilk yenilgisini HADEP Genel Sekterliği seçiminde aldı.
Çözüm yanlısı grubun adayı Sedat Yurttaş’tı. Bu temaslardan haberi olan PKK’nın Avrupa’daki şahin kanadı bunu “devletle işbirliği” yapmak olarak algılamış, Yurttaş’ın karşısına Mehmet Satan’ı aday olarak çıkarmıştı. Genel Sekreterlik koltuğuna bir oy farkla Satan oturdu.
Bu HADEP’li Koordinasyon’un da sonu demekti. Devlete güvenmeyen, hayalkırıklığına uğrayan ve “işbirlikçi” yaftasından çekinen Kürt siyasetçiler Koordinasyon’dan çekildiler. Geriye esas ateşkesi getirecek diyalogu sırtlanacak Kürt çevrelerde tanınan iki arabulucu kalmıştı. O iki kişiden biri 2010 yılındaki ateşkesin de baş aktörlerinden biri olarak bilinen ve bilinmesini istediği adıyla Balıkçı idi.
Karadayı, Erkaya, Çetin Doğan...
Haziran 1997’de askerler Refahyol hükümetini düşürmeyi başardı. Şimdi artık bütün ipler Genelkurmay’ın elindeydi.
PKK’ya her fırsatta “Yeni bir Türkiye kuruyoruz. Devlet değişecek, PKK da bu tarihsel süreçte devleti dönüştürmek için üzerine düşeni yerine getirmelidir” mesajı gönderen dönemin askerî cenahında çözümün arkasında duran isimler tanıdıktı: Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, dönemin Genelkurmay kadrosunda yer alan Çetin Doğan, Hilmi Özkök...
Bu kararlılığın sonucu olarak Genelkurmay karargâhından üst düzey bir albay Nisan 1997’de Hollanda’nın Arnheim kentine yeniden giderek PKK ile bu kez resmî zabıt altına alınan ilk görüşmeyi gerçekleştirdi. Bu trafiği sekteye uğratan Mayıs 1997’de Kuzey Irak’ta PKK kamplarına karşı düzenlenen operasyon oldu.
Sabri Ok üzerinden mesajlar
Bir süre sonra yeniden görüşmeleri başlatmak isteyen asker önce Bayrampaşa Cezaevi’nde yatmakta olan önde gelen PKK’lılarla görüşmenin yolunu arıyor. Bu görüşmeler cezaevi yönetimine takılınca, bu kez yine avukat Selim Okçuoğlu aracılığıyla Bursa Cezaevi’nde yatmakta olan, cezaevindeki PKK’lıların lideri Sabri Ok’la görüşme trafiği başlıyor.
Zabıtları olan görüşmelerin tanıkları da var. Dönemin ünlü Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu. Orakoğlu, 2007 yılında katıldığı bir toplantıda “PKK’nın sözde cezaevleri sorumlusunu da dinlemeye aldık. Telefon dinlemesi sırasında bu kişi ile ordu içinde bir grubun işbirliği içinde olduğunu tesbit ettik” demişti. Aynı dönem Emniyet İstihbarat’ta Teknik İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı olan Hanefi Avcı ise 1998 yılında katıldığı 32. Gün programında “Devlet içinde bir grubun PKK ile işbirliği yaptığını, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nın söz konusu o kişiyi tesbit ettiğini” açıklamıştı. Enis Berberoğlu da 4 Haziran 1999’da Hürriyet ’te bu görüşmeleri yazmıştı. Öcalan da yakalandıktan sonraki ifadelerinde bu görüşmeleri açıkça anlattı.
Genelkurmay Toplumsal İlişkiler Dairesi’nden üst düzey yetkililer neredeyse Hollanda ve Brüksel da kamp kurmuş, PKK’yı çözüm konusunda ikna etmeye çalışıyorlardı.
İlk jest: Bayrak davasında tahliye
Öcalan’ın kafası karışıktı. Temaslara güvenmek istiyor ama güvenemiyordu. Asker-PKK diyalogunun en ateşli savunucusu, o sırada hem MEDTV ’de program yapan hem de Özgür Politika gazetesinde yazıları çıkan Yalçın Küçük’tü. 28 Şubat’ın hemen ardından Mart 1997’de Özgür Politika’daki yazılarında Küçük “PKK ve Türkiye devrim güçleri dinsel gericiliğe (ve MHP’ye) karşı Türk ordusuyla bir birlik kurmalıdır” diyordu. Anlattığına göre 28 Şubat öncesi Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının Gölcük’te yaptıkları ünlü toplantıyla ilgili haberleri Öcalan ile birlikte takip etmişlerdi.
Güven sorununun aşılması için art arda adımlar atılıyordu. PKK’lılar görüştükleri kişilerin samimiyetini ve nelere kani olduklarını görmek istiyordu. Güven arttırıcı önlemler kapsamında bayrak indirme olayı nedeniyle tutuklu yargılanan HADEP’liler tahliye edildi.
Kırmızı Kitap’a ateşkes ayarı
İlk ve en somut adım ise Ekim 1997’de geldi. MGK’nın ekim ayı toplantısında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi değiştirilmişti. İrticanın terörün yerine birinci öncelikli tehdit haline getirildiği yeni kırmızı kitapta suç örgütleriyle mücadele de belgeye girmiş, PKK’nın rahatsız olduğu Susurlukvari yapılara mesafe konmuştu.
Kasım 1997’de Serxwebun gazetesine yazdığı yazıda Öcalan da bu adımla verilen mesajdan memnuniyetini şöyle anlatmıştı: “Son dört-beş yıldır PKK en büyük ‘tehlike’ olarak öndeydi, şimdi de İslam, yani Refah Partisi birinci tehlike olarak öne çıktı. Dikkat edilirse, şu andaki general kadrosu ‘Refah olayı 12 Eylül döneminde gelişti’ diyor. Yani dinin tırmanışı 12 Eylül’e bağlanıyor ve burada 12 Eylül’e tavır konuluyor. HADEP bir Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti gibi çalışabilir. Batı Çalışma Grubu nedir? Batı Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyetidir.”
Mesajların ardı arkası kesilmiyordu. O günlerde MED TV ’de programlara da katılan Yalçın Küçük, televizyonda çalışan gazeteci Günay Aslan’a “Genelkurmay’dan bugünlerde PKK için önemli bir açıklama gelecek” haberini verdi.
Açıklama Kürt sorununun çözümü konusundaki girişimlerin arkasındaki isimlerden biri olan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’dan geldi. Erkaya 5 Şubat 1998 günü “İrticanın PKK’dan daha tehlikeli olduğunu” söyledi.
Görüşmeler arabulucular üzerinden ve doğrudan sürüyor, Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan hükümet ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel yürütülen temaslar ile ilgili bilgilendiriliyordu.
28 Şubat’ın askerlerinin desteğiyle kurulan Yılmaz hükümeti bir taraftan AB sürecini hızlandırırken, diğer taratan Susurluk tipi yapılara karşı mücadele veriyordu.
PKK’yı “Devlet değişiyor”a ikna eden bu adımlar mahalle baskılarına dayanamayan pek çok ismin çekilmesine rağmen çalışmalarına devam eden Koordinasyon’un temaslarıyla destekleniyordu.
İlk amaç PKK’nın ateşkes ilan etmesiydi.
Devlet bu konudaki niyetini doğrudan bir mektupla Öcalan’a bildirmeye karar verdi.
18 Ağustos 1998 tarihinde Öcalan’a ulaşan o ünlü Ağustos mektubunun tam metni dünkü Taraf ’ta yayımlandı. Mektup 1998 ateşkesinin stratejisini belirleyen Balıkçı’nın kaleminden çıkmaydı. Devlet o mektubun sadece sonuna açık bir taahhütte bulunan o cümleyi ekledi: “Devletin bütünlüğü ve hükümranlık hakları dışında her şey tartışılabilir.”
Cümle mektuba Ankara’dan eklenmişti. Mektubun altına MGK ve MİT’ten üst düzey yetkililer imzalarını attılar.
Ateşkes için geriye tek bir adım kalmıştı. Öcalan ateşkes kararını MED TV ’de Türkiye’den gazetecilerin de katıldığı bir basın toplantısında duyurmak istiyordu. Tabii Öcalan, Brüksel’deki MED TV stüdyolarında kendisinin telefonla katılacağı ateşkes konulu bir basın toplantısına Türk medyasının ‘izin çıkmazsa’ gelemeyeceğinin farkında olacak kadar da Türkiye’yi iyi tanıyordu.
İzin çıktı. 25 Türk gazeteci o gece Şam’dan telefonla programa bağlanan ve soruları yanıtlayan Öcalan’ın basın toplantısını izlediler. Öcalan konuşmasında barış mesajları verdi. “Türk askerinin bölgedeki hükümranlığını tartışmıyoruz”, “İlke olarak Cumhuriyet’e karşı çıkmıyoruz” sözleriyle orduya sıcak mesajlar gönderdi.
Ertesi gün, Abdullah Öcalan’ın ateşkes çağrısına iç sayfalarında geniş yer veren gazetelerin manşetlerinde, görevini Hüseyin Kıvrıkoğlu’ya devrederken konuşan İsmail Hakkı Karadayı’nın “İrtica terörle birlikte birinci öncelikli tehdittir” sözleri yer alıyordu.
Kıvrıkoğlu’nun gelişiyle birlikte dengeler değişmeye başladı. Ama ateşkesle yeni bir aşamaya giren çözüm planı yürürlükteydi. Şimdi sıra ateşkesi getiren Ağustos Mektubu’nda söylendiği gibi Öcalan’ı ve PKK’yı Ortadoğu’dan kurtarmaya gelmişti...
20 dakika kala Ağar’a “Gelmiyorum” dedi
Ağustos Mektubu’nun altına son imza, mektubun Öcalan’a ulaştırıldığı gün yaptığı bir çıkışla Cumhurbaşkanı Demirel tarafından atıldı.
18 Ağustos 1998 akşamı İstanbul Büyük Kulüp’te merakla beklenen bir düğün vardı. Susurluk ilişkileri nedeniyle İçişleri Bakanlığı’ndan istifa eden ve bir süre önce de kızını kaybeden Mehmet Ağar oğlunu evlendiriyordu. Kenan Evren, Recep Tayyip Erdoğan, Sakıp Sabancı’nın da içlerinde olduğu 1000 davetli yerlerini almıştı.
Çok önemli biri bekleniyordu. Düğün tarihi bile onun programına göre ayarlanan nikâh şahitlerinden Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel.
Ağar’ın Susurluk bağlantıları nedeniyle Demirel’in bu düğüne gitmemesi yolunda cılız da olsa bir kamuoyu baskısı oluşmuş ama Demirel nikâhın başlamasına 20 dakika kalaya kadar gitmeme yönünde bir işaret vermemişti.
Programını düğüne göre yapan Demirel, Hacıbektaş’tan İstanbul’a dönmüş evinde oturuyordu. Düğüne 20 dakika kala gelemeyeceğini bildirmek üzere aradığı Ağar’a mazeret olarak ne acil bir iş, ne de bir hastalık bildirmişti. Sadece “yorgunum gelemiyorum” demişti.
Demirel’in son dakika kararı düğünde şok etkisi yarattı. Bunun siyasi bir karar olduğu konusunda düğünden yazan tüm köşe yazarları emindi. Gazetecilerin meraklı sorularına Ağar’ın cevabı kısaydı: “Türkiye’de bir gelenek vardır. Gelen de sağ olsun gelmeyen de.”
Demirel’in 20 dakika kala nikâh şahidi olduğu Ağar’ın düğününe katılmama kararı Öcalan için devletin verdiği değişme sinyallerinden biriydi.
Genelkurmay ‘Gidin’ dedi
Basına izin çıktı. 28 Ağustos 1998 akşamı Brüksel’deki MED TV stüdyosunu 25’e yakın Türk basın mensubu doldurmuştu. Bu bir ilkti. Panel adlı programın moderatörü Günay Aslan o akşamın hikâyesini şöyle anlatıyor:
“1998 yılı ağustos ayının son günleriydi. PKK lideri Öcalan o tarihte Suriye’deydi. Ben MED TV ’de çalışıyor, pazar akşamları Öcalan’ın -telefonla- katıldığı ‘Panel’ adında bir tartışma programını yönetiyordum. Sayın Öcalan bir program öncesi beni arayıp Atatürk’ün Amasya Tamimi’ni istedi. Ayrıca ilgili arkadaşlara talimat verdiğini; yeni bir ateşkes için hazırlık yapılması gerektiğini de söyledi. Anlaşıldığı kadarıyla 1 eylülden geçerli olmak üzere yeni bir ateşkes ilan edecekti. Tamimi gönderip ateşkes programının hazırlıklarına başladık. Türk basını programa şaşırtıcı bir şekilde yoğun ilgi gösteriyordu. Birçok gazete, televizyon kanalı ve haber ajansı katılacağını söylüyordu. 28 Ağustos 1988 günü canlı olarak yayınlanan programa stüdyo konuğu olarak katılan ve şu an TRT ’de çalışan bir gazeteci gösterilen ilgiyi Genelkurmay’a bağladı. Program öncesi yaptığımız görüşmede, ‘buraya gelmemizi ve bu programa katılmamızı Genelkurmay istedi’ dedi. Söylediğine göre kendisi de Genelkurmay’a çağrılmış, programa katılması istenmişti.”
(O akşam stüdyoda olan ve Öcalan’a bir soru da soran (O programın görüntüleri YouTube’dan bulunabilir) Tayfun Talipoğlu o sözleri kendisinin söylemediğini söylerken, Günay Aslan iddiasında ısrarlı.)
TARAF
YAZIYA YORUM KAT