Devletin Sünniliği meselesi
Zaman zaman farklı bağlamlarda da olsa aynı iddia ortaya atılır. Buna göre, Cumhuriyet rejimi, Sünni İslâm yorumunu benimsemiş, böylece diğer dinler ve İslâm içi mezhepler karşısında Sünnilik lehine taraf tutmuş.
Bu tercih de; Müslüman-gayrimüslim ya da Alevî-Sünni merkezli toplumsal gerilim hattının önemli bir sebebiymiş.
İhsan Dağı, “Böyle olur ulus-devletin ulusu” başlıklı yazısında, Şahin Alpay'ın bir önceki gün yazısında yaptığı bu bağlamdaki tesbiti gündeme getirerek aynı hüküm cümlesinde Şahin’le buluşmuş:
Şahin; “Sorun, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde, imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde ve tek parti iktidarı altında benimsenen ‘hepimiz Türk'üz, hepimiz devletin uygun gördüğü Sünni İslâm yorumuna inanırız’ şeklinde özetlenebilecek kimlik politikalarından kaynaklanıyor”, demiş. (Zaman: 02/10/2009)
Tesbitte vurgu yapılan ‘Hepimiz Türk’üz” dayatmasının yeni kurulan ulus devletin modern dogması olduğu ve birçok sorunun kaynağını teşkil ettiği kuşku götürmez.
Ama iddianın diğer kısmını oluşturan “Sünni İslâm yorumu” ise, ne Sünnilikle ne de devletin 80 küsür yıllık dinle ve dindarla ilişkisindeki tarih tecrübesiyle bağdaşır.
Bunun için gerek sayın Dağı ve Şahin’in gerekse onlar gibi düşünenlerin bu meseleyi daha ciddi incelemeleri gerekir.
Öncelikle, devletin bir Sünni İslâm yorumu olsaydı eğer, Sünni İslâm’ın ulus devletin her biri Allah’ın birer âyeti olan farklı ırk ve dilleri inkâr etmesini tecviz etmeyeceğini bilmeleri gerekirdi. Bu, Sünniliğin inanç sisteminde böyle olduğu gibi tarihsel pratiğinde de öyledir.
Meselâ, Yavuz Sultan Selim Mısır’ı hükmü altına aldığında Halifelik makamı da Osmanlı Devleti’ne geçmişti. Müslümanların siyasi ve dinî liderliğini temsil makamına gelen yeni halife, devletin resmi dilini de Arapça yapmak istemişti.
Osmanlıcayı inkârı değil, sadece resmi dil olarak Müslümanların ortak din ve kültür dili olan Arapça’yı benimsemekti gâyesi. Bunun devletin yeni pozisyonuna daha uygun olacağını düşünmüştü.
Şeyhülislâm Ebu Suud Efendi buna itiraz etti. Bütün dillerin Allah’ın birer âyeti olduğunu halifeye hatırlattı ve öngörülen devlet dilinin değiştirilmesini onaylamadı.
Bu Sünni algının hâkim olduğu dönemde gayrimüslimler bu coğrafyada rahat yaşıyorlardı.
Toplu göçlere zorlanmamışlardı. Aksine, Endülüs Yahudilerine onlar topraklarını açmıştı. Her yerde ibâdethâneleri vardı. Osmanlı’nın son döneminde İstanbul nüfusunun yüzde 40’nı gayrimüslimler oluşturuyordu. Sadece bu bile Sünniliğin hâkim olduğu dönemde toplumun çok kültürlü, çok dinli ve çok etnik yapılı özelliğine dair bir fikir vermeye yeter.
Peki, bu insanlar nereye gitti Osmanlı sonrası?
Bir taraftan Rum’unun, Ermeni’sinin, veya genel anlamda gayrimüslimlerin kendi ulus devletlerini kurma hayali, diğer taraftan da iktidara gelen ittihatçıların politikaları ve sonrasında ulus devletin “Hepimiz Türk’üz” zorlamasının bir sonucu olarak bu coğrafyada tarihsel birliktelikten radikal kopuşlar yaşandı.
Bunda Sünniliğin bir rolü olmamıştır elbette. Sünniliğin ötekine tanıdığı din, dil, ırk, gelenek ve görenekleri yaşatma hakkını ulus devleti tanımadı.
Kürt sorunu bunun bir uzantısı değil midir? Kürtler Sünni olmasına rağmen Kürtlerin temel hakları tanınmadı. Sünnilik mi Kürtleri isyana sevk etti, yoksa ulus devlet projesi mi?
O zaman sormak gerekmez mi; devlet ne tür bir Sünnilik benimsedi ki, Sünniliğin toplum hafızasında varettiği beraber yaşama kültürü Sünniliğe rağmen devlet eliyle dinamitlendi?
Madalyonun Sünni Müslümanlara taalluk eden yüzü ise daha trajiktir.
Cumhuriyet döneminde toplumun kahir ekseriyetini oluşturan dindar Sünniler, Sünniliği benimsediği söylenen devlet tarafından parya muamelesi görmüştür.
Ezanın Türkçeleştirilmesinden Türkçe namaza, medreselerden tekke ve zâviyelerin kapatılmasına, Halifeliğin ilgasından ‘Devletin dini İslâm’dır’ hükmünün anayasadan çıkarılmasına varana kadar radikal laikleşme sürecini Sünniliğin onayladığını kimse iddia edemez.
Hâlâ uygulanan başörtüsü zulmünün mağdurları Sünni vatandaşlar değil midir? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı işaret edilerek devletin Sünni İslâm yorumunu tercih ettiğini söylemek ne kadar doğru. Hâlbuki aynı Diyanet, başörtüsünün Allah’ın emri olduğunu söylüyor, ama dinleyen var mı?
Sünnilerin dinî inançlarından dolayı onca mağduriyetler yaşamış olmasına rağmen devletin Sünni İslâm yorumunu benimsediğini söylemek, terk edilmesi gereken bir ezberdir.
Sünnilere bahşedilmiş (!) yaşam alanı, diğerlerine bahşedilenden daha geniş değildir. Devletin Sünniliği iddiasını biraz da bu realitenin ışığında değerlendirin.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT