Devletin 'millici' konsolidasyonu
Halen Türkiye'yi yönetmekte olan hükümet, Kürt meselesini bütünüyle kavramak ve bu sorunu çözmek açısından muhakkak ki daha önceki bütün Cumhuriyet hükümetlerinden daha ileri bir noktada duruyor.
Ama aynı zamanda bu hükümet kendi tutumunu 'millileştirmek' ve şiddeti bir ulusal kampanyaya dönüştürme arzularında eski hükümetlerden hiç de geri kalmıyor. Bu alışıldık bir durum değil... Çünkü devlet geleneğinin genetik kodlarında söz konusu iki tutumun birlikteliği mümkün olamazdı. Millilik üzerinden giden bir yaklaşımın Kürtlerin kimliksel ve kültürel taleplerini karşılamayı yadırgamaması düşünülemezdi. Hele bu devletin temsilcilerinin Kürt siyasetinin devlet gözüyle 'azılı' temsilcileriyle masaya oturması hayal ötesi bir durumdu ve neredeyse bir ihanet olarak değerlendirilirdi. Ne var ki AKP bu iki uzlaşmaz yolu kendi kimliği sayesinde bir noktada buluşturdu ve böylece devletin sürekliliği içinde Kürt meselesinin çözümü ihtimali doğdu. Ancak bu madalyonun bir de arka yüzü var: AKP'nin ürettiği bu yeni birleşim Kürt meselesinin sürekliliği içinde 'millici' devleti konsolide etme ihtimalini de ortaya çıkarmış durumda...
AKP'nin çözüme yatkın bir siyasi çizgi izleyebilmesinin nedeni esas olarak sosyolojik ve kimlikseldir. Son yirmi yıl içinde Sünni dindar kesimde yaşanan büyük dönüşüm dindarlığı azaltmayan, ama onu dünyevi alanla buluşturan kendine özgü bir sekülerleşme yarattı. Bu durumun kamusal alan açısından en kritik sonucu, dindarlar nezdinde dinin ekonomi, siyaset, ahlak gibi alanlara mesafeli bir şekilde konumlandırılmasıydı. Yani dindarlık bir anlamda özerkleşir ve bireyselleşirken, diğer beşeri alanlar da kendi otonomileri içinde algılanmaya başlandılar. Böylece dindarlık başka alanlara muhtaç olmayan, kendi başına kimlik oluşturucu bir niteliğe büründü. Öte yandan söz konusu dönem bir yandan küreselleşmenin İslami kimliği anlamlı kıldığı bir sürece karşılık gelmekteydi, diğer yandan da bunca yıldır devlet tarafından ötelenmiş olan İslami duyarlılığın kendisini devletçi bir kimlikselleşmenin dışına çıkarmasına imkân tanımaktaydı. Sonuç İslami kimliğin Türk kimliğinden özgürleşmesi oldu. Türk-İslam 'sentezi' parçalandı ve anlamsızlaştı. Türklüğü reddetmeyen ve 'tehlike' karşısında ona sahip çıkan, ama Türklüğe muhtaç olmayan bir İslami kimlik yeşerdi. Bu 'muhtaç olmama' hali AKP'nin önüne geniş bir hareket alanı açtı ve Kürt kimliğinin özgürleşmesi için bir fırsat oluşturdu.
Ancak bu partinin hükümet olma süreci, aynı zamanda İslami duyarlılığa sahip bir yaklaşımın bizzat devleti denetimi altına almasını da ifade etti. Devlet ise Osmanlı'yla bütünleşen bir kurumsal sürekliliği temsil etmekteydi ve bu süreklilik içinde Osmanlıcı ve İslami kimlikler Türklüğün içine doğru eritilerek yedirilmişlerdi. Dolayısıyla AKP ve genelde Sünni dindarlar, milliyetçilikten uzaklaşarak mesafe aldıkları Türklüğe, devletçiliğe sahip çıktıkları ölçüde yeniden yaklaştılar. Nitekim Kürt meselesinde şiddetin arttığı her an, İslami kesimin Türkleşmeye yüz tutmasıyla sonuçlandı. Böyle bakıldığında PKK'nın şiddet stratejisinin sadece barışçıl bir müzakere sürecinin belirsizliğinden kaçınma olmayıp, hükümeti devletleştirerek Türkleştirmek hedefini güttüğü de öne sürülebilir. Çünkü 'Türkleşen' bir AKP hükümeti karşısında PKK şiddetinin yeniden 90'lı yılların meşruiyetine sahip olacağı açıktır.
Buna karşılık AKP hükümetinin etnik kimliği öne çıkaran bir devlet istemediği, devleti sahiplenirken onu aynı zamanda değiştirdiği ve adalet duygusunu içselleştirmiş bir devlete doğru evrilmeyi amaçladığı söylenebilir. Bu yaklaşımın giderek daha az devletçi olan İslami tabanın eğilimlerine de uygun olduğuna dikkat çekilebilir... Ne var ki aynı kesimin 'aydın' misyonuna sahip fikri önderleri arasında büyük çoğunluğun devletle olan yakınlaşmayı bir 'olumlu gelişme' olarak algıladıkları görülüyor. Bu bir yönüyle 'yeni Osmanlıcı' bir hissiyatı tatmin ediyor belki, ama daha ilginci Batı karşıtlığını merkeze alan ve sol retorik üzerinden yürüyen bir 'sağcılaşma' olarak gelişiyor.
AKP hükümetinin ve Başbakan'ın yükselen bu çevreden ne kadar etkilendiklerini bilemiyoruz. Ama medyayı 'milli bir duruşa' davet etmenin, tanımlanmaktan kaçınılan ve otoriteye meşruiyet sağlama dışında ne anlama geldiği belli olmayan bir 'millet' söylemini sürdürmenin siyasi anlamı budur... İslami taban devletçiliğe siyasi olarak 'hayır' derken, onu ideolojik olarak olumlamaya devam ediyor. AKP hükümeti ise milliyetçilikten uzaklaşarak edindiği hareket alanını, devletçiliğe kayarak elinden kaçırıyor. İslami kimlik, devletçiliği kabullenme, sahiplenme ve taşıma aşamalarından hızla geçerek içselleştirme noktasına doğru ilerliyor...
AKP içinde bu yönelimin farkında olanlar umarız vardır... Çünkü aksi halde kendisini en büyük reformcu olarak gören bir partinin, geleneksel devleti konsolide eden bir unsur olarak tarihe geçmesi ihtimaline de hazır olmak gerek.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT