Devlet mi, hükümet mi?
Türkiye'de çok öğretici bulduğum tartışmalardan biri, devlet ve hükümet ayrımı üzerine olan tartışma.
Son günlerde bu tartışmayı tetikleyen bir beyan Başbakan Erdoğan'ın, hükümetin PKK ile hiçbir zaman masaya oturmayacağı, fakat devletin istihbarat kurumlarının bazı temaslar yapabileceğine dair sözleri oldu. Tetikleyici olay ise, Aydın'daki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında Vali ile bir CHP milletvekili arasında, valinin "devletin mi yoksa hükümetin mi" valisi olduğuna dair, ancak Garnizon Komutanı generalin araya girmesiyle yatışabilen atışmaydı.
Türkiye'de devlet ile hükümet başka hiçbir (diyelim) NATO üyesi ülkede görülmeyecek kadar birbirinden ayrı iki kavram. Neden öyle? Çünkü öteki NATO ülkelerinde rejim liberal demokrasi. Hükümetler gelir gider, ama hepsi rejimin, yani liberal demokrasinin temel ilkelerine bağlıdır. Bu ilkelerden biri de atamayla gelen devlet bürokrasisinin hükümete tabi olmasıdır. Bu nedenle, kuvvetler ayrılığı, yani yürütme, yasama, yargı ayrımı geçerlidir, ama devlet-hükümet (yönetim) ayrımı söz konusu değildir. Türkiye'de ise çok partili düzene geçişten bu yana geçerli olan rejim, bürokratik vesayet altında olan türden bir demokrasi olduğu için devlet ile hükümet birbirinden hayli farklı olgulardır. Çünkü Türkiye'deki rejim ya da siyasi sistem, liberal demokrasinin değil Kemalizm'in (ya da laik milliyetçiliğin) ilkeleri üzerine kuruludur. Hükümetler gelmiş gitmiş ama hepsi vesayet rejiminin ilkelerine uygun davranmıştır.
Bu rejimde asker ve sivil yüksek devlet bürokrasisinin görevi, rejimi korumak ve bunun gereği olan iç ve dış siyasetle, güvenlikle, eğitimle ilgili temel politikaları belirlemektir. Siyasilerin yetki alanı ise büyük ölçüde ekonomik politikalarla sınırlı olmuştur. Avrupa Birliği'ne katılım sürecinde yapılan anayasa değişiklikleriyle Türkiye, vesayet altında olan demokrasiden liberal demokrasiye geçiş sürecine girdi. Ve umarım 12 Eylül'deki halkoylamasıyla gerçekleşecek anayasa değişiklikleriyle bu süreç birkaç adım daha ileri gidecek. O zaman devlet-hükümet ayrımı giderek ortadan kalkacak. Bu durumda hükümet "PKK ile ben değil devlet kurumları görüşüyor" dediği zaman, bir anlam ifade etmeyecek. Aynı şekilde, valilerin devletin mi, yoksa hükümetin mi valisi olduğu tartışmasının da bir anlamı kalmayacak.
Geriye bir soru kalıyor: Liberal demokraside hükümet tarafından atanan devlet görevlilerinin, yani bürokratların siyasi partiler karşısındaki konumu nedir? Bürokrasiye dahil görevlilerin elbette ki kendi siyasi görüşleri olacaktır, ama görevlerini siyasi partiler ve görüşler arasında tam bir tarafsızlıkla yerine getirme; herhangi bir siyasi partiden yana beyanda bulunmama, herhangi bir siyasi partiyi ya da yandaşlarını kayırmama yükümlülükleri vardır. Peki, bu ilke valiler için de geçerli midir? Eğer atama yoluyla geliyorlar ise, evet demokrasilerde valilerin de (tıpkı askerlerin olduğu gibi) siyasi tercihleri olabilir, ama siyasi partiler arasında taraf tutmamakla yükümlüdürler. Dolayısıyla Türkiye'de valilerin siyasi konularda görüş beyan etmeleri, tıpkı generallerin siyasi görüş beyan etmeleri kadar demokrasi ilkelerine aykırıdır.
Söylediklerimin atamayla değil seçimle gelen valiler açısından geçerli olamayacağı açıktır. Gerek ABD gibi federal, gerekse Japonya gibi üniter yapıdaki devletlerde seçimle gelen valilerin partiler arasında taraf tutmama yükümlülüğü elbette ki söz konusu değildir. Çünkü genellikle belirli bir partinin listesinden seçilirler. Bu durumda tıpkı (seçimle gelen) belediye başkanları gibi, valilerin de siyasi partilerden bağımsız olmaları, siyasi görüş beyan etmemeleri söz konusu olmaz. Ne var ki tıpkı merkez yöneticileri (hükümetler) gibi yerel yöneticilerin de, bir kez seçildikten sonra, bütün halkın yöneticileri oldukları bilinciyle davranmaları, kendilerine oy verenleri herhangi bir şekilde kayırma yoluna gitmemeleri demokratik siyasi ahlakın gereğidir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT