‘Devlet için’ diye kullanılan kaatilleri ‘süren kim?’
Çocukluk yıllarımızın ilginç bir oyunuydu.. Kalabalık bir grup toplanır, kur’ayla belirlenen birisinin gözünü bağlar, birisi ona yük yükler, onu iniş-yokuşlara sürer, bir diğeri de, ’Süren kim?’ diye sorardı. Bu eğlence, sürenin kim olduğunun bilinmesine kadar devam eder; bildiğinde ise, genelde, iyice yorgun düşüp kenara çekilir, oyunun devamını seyrederdi..
Bu çocuk oyununun devlet tarafından da oynandığını görmek, kahredici bir gerçek..
*Habertürk’ten Balçiçek Pamir, Van Üni.’nin eski rektörü Prof. Yücel Aşkın'ı konuşturmuş proğramında.. Bunları dün yazıya da döktü.. Ortaya çıkan gerçek şu: ‘Üniversiteler, fişleme işlerini istihbarat birimleriyle birlikte yürütüyor..’
Üniversitesindeki öğretim üyelerini ‘Nurcu, PKK sempatizanı, BBP taraftarı, Millî Görüşçü, AKP'ye yakın’ diye fişleyen ve iki yıl önce yolsuzluk iddiasıyla tutuklandığında, ‘laik/ kemalist’ çevrelerce bir ‘Cumhuriyet kahramanı’ gibi sahiblenilen Aşkın'ın, ‘bu fişlemeleri jandarma istihbaratının gerçekleştirdiğinden ve kullanıldığı’ndan yakınması, ilginç..
Pamir, Aşkın’a, ‘Sahi, fişlemiş miydiniz?’ diye soruyor.. Aşkın ise, ‘söz konusu fişleme haberlerinin doğru, ama mimarının kendisi değil istihbarat birimleri olduğunu; fişleme raporlarının kendisine Jandarma İstihbarat tarafından gönderildiğini’ söylüyor..
Pamir‘in ‘bu durumdan rahatsız olmadınız mı?’ sorusuna da Aşkın’ın cevabı düşündürücü:
'Üniversite bir istihbarat alanıydı ve ben de bunun bir parçasıydım. Ara sıra kendime sorardım ‘ben ne yapıyorum?’ diye. Oysa ne düşüncelerle Van'a gitmiştim.'
Pamir, ‘Ne Ergenekon'undan bahsediyoruz ki biz?’ dedikten sonra, şöyle devam ediyor: ‘Bu sadece Van Üni.’de yapılan bir uygulama değilmiş. (...) Gelin, üniversitedeki fişlemeleri de tartışalım. Öğretim üyeleri gerçekten de yasadışı örgütler için mi çalışıyor, (...) bu fişlemelerin kaçta kaçı gerçekten de güvenlik için, bunu soralım..’
*’DEVLET İÇİN’ DİYE, BİN KİŞİ ÖLDÜRMÜŞÜMDÜR, KULLANILDIM!’
Evet, soralım ve sorgulayalım.. Alınız bir diğer örnek.. ‘Susurluk Dosyası’nın mahkûm olan isimlerinden ‘Özel Harekât Polisi’ Ayhan Çarkın, suskunluğunu bozup, U. Dündar’ın ‘Arena’ isimli proğramında, ‘Ergenekon İddianâmesi bana göre herşeyiyle doğru. Onların bir kolu PKK'yla bağlantılı. (...) Bunların hepsi doğru, diyorum. Bu Ergenekoncular'ın hepsi de iğrenç insanlar.. Ergenekon içerisinde siyasetçi yok ama olması gerekiyor, olacak da zaten..’ deyip, ‘Susurluk’un Ergenekon'u aydınlatan bir lamba olduğunu, kendilerinin ağır bedeller ödediklerini’ öne sürmüş ve o da, ‘kullanılmak’tan yakınmış; ‘Biz yaptığımızın suç olduğunun farkında değildik, bunu görev olarak görüyorduk. Kullanıldığımızı, Susurluk kazası olduğunda farkettik..(...) Ben kendimi aldatılmış bir koca gibi hissediyorum..’ diyor.
Ama, onun asıl cümlesi şu: ‘Terörle mücadele sırasında 1000 kişi öldürmüş olabilirim!.’ Evet, korkunç bir itiraf.. Üstelik, o, bütün bunlardan sonra, ‘Hiç bir özlük hakkım yok. İçişleri Bakanlığı’ndan rica ediyorum, ben sizin namusunuzum, bana sahip çıkın!.’ diyebiliyor..
Geçenlerde, bir diğer ‘Özel Harekât polisi’ olan Oğuz Yorulmaz'ın annesi de, ‘oğlunun devlet tarafından kullanıldığını’ söyleyip, ‘Devlet faili meçhul cinayetleri oğlum ve arkadaşlarına işletti. Ergenekon’da sadece paşalar değil, siyasetçiler de var. Ben evladımı devlete memur verdim, çeteci vermedim. 93-94 kişiyi öldürmüş!’ demişti.. Çarkın ise, bin kişiden sözediyor!
Çarkın’ın başka sözleri de var: ‘Terörle mücadelede suç her zaman yüzde 50 devletindir.. T.C. devletinin görevlileri Doğu'daki insanımıza yalan söylemiş, o insanlarımızı dağdaki teröristle yalnız bırakıyor, sonra da kalkıp hesap soruyor!’
*’ULUSLARARASI FA...........’LER LAİK REJİME ELBETTE SAHİB ÇIKACAK DA..
‘Devlet adına kaatillik’ yaptıkları mânasında ‘devlet kaatilleri’ denilebilecek bu gibi kimseler ve onları kullananlar gerçekte ‘devlet’in katilleri’dir.. Onlar cinayetlerini iftiharla itiraf eder ve âdeta madalya beklercesine, sahiblenilmelerini isterlerten.. M. A. Birand’ın ‘32. Gün’ proğramında da, evvelki akşam, Mine Kırıkkanat’la M. Metiner, müthiş bir ağız dalaşına girmişlerdi. Tartışmayı fitilleyen, Kırıkkanat’ın 7 Aralık 2005 tarihli ve ‘Asalak Kardeşlik..’ başlıklı yazısının okunmasıydı.. Daha önceleri, halkı, ‘cildleri kıllarla kaplı, yoz, görgüsüz yığınlar’ olarak aşağılayan ve onların deniz kıyıları veya parklardaki tatillerine, yabancıların hayretle baktıklarından dem vuran ve kendisinin Paris’lerde kimlerle hangi mübtezellikleri yaşadığını ise, ballandıra-ballandıra anlatan Kırıkkanat’ın proğramda tekrarlanan o yazısı bazı kesimleri fitillemek için yeterliydi.. Çünkü, ‘Güneydoğu’dan gelen herkesi mafia, herkesi kaçak elektrik ve su kullanan, herkesi kapkaççı ve töre cinayetçisi ve varoş eşkiyaları’ gibi gösteren satırlardı, bunlar.. Dahası, işbu Kırıkkanat isimli (bağışlayınız, hanım demeye dilim varmıyor) ‘ultra-laik’ bayan o yazısında, ‘Bizim cebimizden alıp, iki- üç eşinden 10-20 çocuk sahibi olan cahillere, çocuk başına ayda 20- 50 lira arasında sosyal yardım verdiği için, AK Parti Hükûmeti’ni de ‘sadık’ kürd nüfusun çoğalmasına yardımcı olmak’la eleştiriyordu. Kendisinin, bu milletin zenginliklerini -ahlâkî açıdan mahiyetinin anlatılmasından bile utanç duyduğumuz- hangi yollarda nasıl çarçur ettiğini hatırlamaksızın..
Bu rezil saldırıların üstüne dünkü Milliyet’te yer alan bir rezillik haberi ise, ‘tüy’ dikiyordu.
Haber özetle şu: ‘Porno CD satışı davasına bakan Pendik 4. As. Cz. Mahkemesi; AİHM’nin ‘Toplumdaki bazı kişilerin şoke olması ya da rahatsızlığı, tek başına rızaya dayalı ...ilişki içindekilerin cezalandırılmasını gerektirmez.’ şeklindeki kararlarına vurgu yaparak, -çok affedersiniz- ‘grup sex ve eşcinsel ilişki’ ‘doğal’dır ve ‘AB ülkelerinin çoğunda eşcinsel birliktelikler evliliğe eşdeğer sayılmış, ...eşcinsel evlilikler yasal olarak kabul edilmiştir. Çağdaş toplumların bulunduğu bir dünyada, hemcinsler arasında gerçekleşen cinsel ilişkinin doğal olmadığını kabul etmek mümkün değildir. (...)Bu türden cinsel aktiviteye toplumlarda sık rastlanılmasa bile, her toplumda (...) varlığı bir gerçektir.’ Ve bu kararın da ‘türk milleti adına..’ verildiğini unutmayalım.. O, hangi ve nasıl bir millet ise..
Böyle bir anlayışla, millet ferdleri arasındaki bütün manevî bağlar kopmaz mı?
Millet, belli bir zaman ve mekân diliminde tesadüfen bir araya gelen kalabalıklar değil de, bir inanç temeline, bir beyin ve kalb birliğine, duygu ve düşünce birliğine bağlı olan insan kitlesi olarak anlaşılacaksa.. O zaman, İslamî örtü konusunda yapılan anayasa değişikliğini ibtal eden Anayasa Mahkemesi’nin dün açıklanan gerekçesiyle Pendik Mahkemesi kararının parallelliği ve bununla milletimizin kalbinin dinamitlenmesinin hedeflendiği görülmeli ve mes’eleyi sadece günlük siyasete ve bugünün iktidarına fatura etmek kolaylığına düşmeden uzun vâdeli bir perspektif açısından, çare ve tedbirlerini düşünmeli ve bu ‘süren kim?’ oyununu bozmaya mecbur değil mahkûm olduğumuzu anlamalıyız.
YAZIYA YORUM KAT