DEVA ve Gelecek: Masadan kalkmak veya masada kalmak
Bekir Berat Özipek, AK Parti'den ayrılarak kurulan muhafazakar partilerin seçmenin beklentilerini niçin karşılayamadığını inceliyor.
Bekir Berat Özipek / Serbestiyet
DEVA ve Gelecek: Masadan kalkmak veya masada kalmak
Kuruldukları günlerde bir ilgi ve merak vardı. Ağırlıklı olarak, partilerinin son yıllardaki uygulamalarına tepkili olan Ak Parti tabanından gelen bir ilgiydi.
Temkinli bir ilgiydi bu. Seçmen değişim istiyordu ama bunu özgürlükler açısından neredeyse bir asır sonra sahip olduğu kazanımları kaybetmeden, vesayete yeniden yol vermeden, katsayı türü adaletsizlikleri, Kürt meselesinde yeniden 1990’ları ve devletin dine karşı ceberut yüzünü geri getirebilecek bir kazaya uğramadan istiyordu.
İlgisine rağmen seçmenin oyu çantada keklik değildi; izleyip görecek, test edecekti.
Yeni partilerden beklenen basitti: CHP tarzı bir muhalefet yapmamaları, sadece yanlışlara işaret etmekle kalmayıp doğruya doğru yanlışa yanlış diyebilmeleri, gölge hükümet olarak hareket etmeleri, iktidarı ve muhalefetiyle mevcut siyasetin ötesinde/dışında/üstünde bir yerden, istikamet göstermeleri.
Makul bir süre boyunca sakin olmaları, bir deniz feneri gibi sabit durup siyasete ışık tutmaları yeterliydi. Tüm ülkede sağda ve solda, devletçi, milliyetçi ve Kemalist dalga yükselişte olabilirdi ama çıtayı daha farklı bir yere veya yukarıya koyacak, “bizim standardımız budur” diyecek bir partinin karşılığı vardı. İstikrarlı ve sabırlı olmak, ilk seçimde ille de bir hükümetin parçası olmaya bakmamak, icabında onu reddetmeye de hazır olmak, bugün kilit bir siyasi aktör olmayı sağlayabilirdi.
Onlardan beklenen, siyasette farklı ve üçüncü bir yol inşa etmeleriydi. Bunu başarmış olsalardı, bugün tıpkı Bulgaristan’daki Haklar ve Özgürlükler Hareketinin yaptığı gibi, kilit bir aktör olabilirlerdi. Böylece kendi demokratik standartlarını açıkça ortaya koyar, iktidara ve muhalefete dönüp, iktidar istiyorlarsa anahtarın bu standartlar olduğunu söyleyebilecek bir gücü de temsil edebilirlerdi.
Makul sayıdaki makul seçmeni kazanamamak
Ama bu olmadı. Hem içinden geldikleri siyasi geleneğe ve siyasi aktöre hem de muhalefete karşı özgüvenli ve rahat yaklaşmaları gerekirken bunu yapamadılar. Daha çok boşanmış eş psikolojisiyle hareket ettiler. Geçmiş hiç peşlerini bırakmadı. “Eski AKP’li” olmakla kınanmanın ezikliği bir şekilde üstlerinde hissedildi. Bu süreçte Ak Parti’ye de partilerden bir parti olarak bakamadılar. Sadece ona değil, DEVA’nın Gelecek’e kapıyı baştan kapatmasında olduğu gibi, birbirilerine de.
Kadrolarının düzgün demokratların yanında, belki onlardan daha fazla, siyasette fırsat kovalayan ve her partide yer alabilecek kişilerden oluştuğu, her iki partide içeriden bakanların da gözlemiydi. İktidar ihtimali varsa çıkan ilk fırsatı değerlendirmeyi de muhtemelen en çok bu kadrolar istedi.
Her iki parti de kurulduktan sonra benzer hatalarla bekledikleri büyümeyi yakalayamadı. Siyasette anlamlı bir ağırlık noktası oluşturmayı başaramayışlarını beraberinde getiren siyaset tarzının ardından ve yine onun bir sonucu olarak CHP merkezli ittifak geldi.
Şimdi Saadet Partisi lideri “Üç parti ayrı ayrı seçime girdiğimiz zaman alacağımız oy mertebeleri anketlerde şöyle veya böyle görünüyor. En fazla 3-4 milletvekili çıkartılabiliyor” diyor ve bu yüzden üçünün birleşmesini öneriyor. Ama o haliyle bile bütün beklentisi 30-40 milletvekilinden fazlası değil.
Dramatik bir durum bu. Kuruldukları zamanki heyecan ve teveccühü nasıl erittiklerinin bir muhasebesini yapabilmiş olsalardı, bugün neden Altılı Masanın bir parçası olmamaları gerektiğini de fark edebilirlerdi.
Sağ ve sol Kemalistlerle demokratların, Türk ve Kürt ittihatçılarının, islamofobiklerle Saadetçilerin içerikten hiç söz etmeden, Anayasa, Kürt meselesi, din ve vicdan özgürlüğü gibi hiçbir temel meselede uzlaşmadan, sadece ortak hedefe karşı birleştikleri bir masadan derde deva bir siyaset çıkmaz. (Uzlaştıklarını duyurdukları “Güçlendirilmiş parlamentarizm” de -anlamsız bir öneri olması bir yana- içeriğe dair bir konu değil; hükümetin ne yapacağına değil şekline dair bir mesele.)
Bu beraberlikten ortaya çıkacak manzara da yaşadığımız coğrafya ve ülke için bir hükümetin katlanılabilir yanlışlarının çok ötesine geçebilir.
Altılı masa veya CHP’den demokrasi ummak
Siyasette farklı seslerin bir araya gelmesi de koalisyonlar da değerli. Ama bunu nasıl yaptığınız, kimlerle hangi temel siyasi hedefler doğrultusunda bir araya geldiğiniz daha önemli. Bu, siyasete dair okumanızın isabetlilik derecesi hakkında bilgi verici olduğu kadar, ortaya çıkacak tablodan doğacak sorumluluğunuz hakkında da bilgi vericidir.
Bir ittifaka girmek, seçmene verilen önemli bir mesajı ve siyasi taahhüdü içerir. Bu bakımdan onlara güven verenin ne olduğu, masanın merkezindeki CHP’nin ve onun başkan adayının sözünün tutmaması durumunda ne olacağı soruları akla geliyor.
Her iki partiden isimlerle konuştuğumuzda sözlerin ve bağlayıcılık gücü ahlaki kınamadan ibaret olan protokollerin ötesinde bir güvenceden söz edemiyorlar. Böyle bir durumda geriye beraber yola çıktıkları partilerin veya başkan adayı olarak önerdikleri kişinin siyasi dünya görüşüne ve güven açısından yıllar içinde sergilediği tutuma bakmak kalıyor, ki bu açıdan baktığımızda tablo hiç iç açıcı görünmüyor. Çünkü tam da bu kriterler, “neyine güvendiniz?” sorusunu gündeme getiriyor; ideolojisine mi, haklar bakımından bugüne kadar sergilediği tutuma mı yoksa bugünden sonrasına dair taahhütlerine mi?
Sözlerin ve sloganların ötesine geçmek
Bu ülkede toplumun geniş kesimlerinin CHP’ye güven duymamasının neredeyse yüz yıllık bir tarihi var. Geçmişe dair sicili hayırla anılmıyor; şimdiki zamana, Kılıçdaroğlu dönemine dair sicili de hayırlı değil.
Demokrasi söylemleri bu gerçeği değiştirmiyor. Çünkü yakın geçmişte, en temel demokratikleşme adımları ona rağmen atılırken, yasaklar ona rağmen kaldırılırken de benzer demokrasi söylemleri vardı ve dahası bu söylemler haksızlık üreten bir düzenin yasaklarını savunurken de kullanılmıştı.
Son yıllarda, daha kesin bir tarih olarak 2017’deki sistem değişikliği sonrası yüzde 51’i bulma zorunluluğu ile “helalleşme” ve “bahar gelecek, kuşlar, çiçekler, hepinizi kucaklayacağız” söylemlerinin eşzamanlı olması haliyle kafa karıştırıyor. Öte yandan benzer tartışmaları 1946’dan sonra aralıklı olarak çeşitli dönemlerde ve en son da 15 yıl önce Baykal’ın “Çarşaf Açılımı” dolayısıyla yaptığımızı ve hiçbir şeyin değişmediğini hatırlamak da can sıkıcı. Ama gerçek bir helalleşme ve değişim adına güven vermeyen bunlardan ibaret değil. Kılıçdaroğlu’nun bir kesimle (başörtülü kadınlar) helalleşmeden söz ederken diğer bir kesime (Suriyeliler) yarın helalleşme isteyeceği şekilde davranması, aynı ayrımcı ve zalimane uygulamaları bu kez de onlar için politika olarak önerebilmesi, ayrımcılıktan vazgeçmediğini gösteriyor. Mülteciye bakışından anlıyorsunuz ki gözler yine aynı bakıyor (Bkz: https://www.haksozhaber.net/chpnin-acilimi-ve-kedinin-gozleri-8342yy.htm)
Öte yandan daha bugünden masada yaşananlar da değişene ve değişmeyene dair bir gösterge olabilir.
“Artık militarizm geride kaldı, CHP değişti, zamanın ruhu…” diyenleri yalanlayan da son açıklamasıyla yine CHP liderinin kendisi oldu. “Afgan kaçakların ülkemize aktığı haberleri geliyor” diyerek askerden “vatanı korumak için” itaat etmemesini istedi. Kısacası değişen bir şey yok.
Böyle bir ortamda Gelecek ve DEVA’nın ona güvenmek için sözlerin ötesinde bir gerekçesi var mı? Acaba demokrasi adına fazlasını mı kazanırız, yoksa hemen ardından ertelenen karşıtlıklar gündeme gelir, CHP üzerinden yeni bir vesayet tesis edilir de eldeki bulgurdan da mı oluruz?
Görünen o ki, iktidara tepkiyle yanlış siyasi pozisyonlara savrulan demokratların durumundan çok da farklı değil onlarınki. Kürt meselesine tutumları zıt İYİ Parti ve HDP tabanlarının, din ve vicdan özgürlüğüne bakışı değiştiği umulan CHP tabanıyla Saadetçilerin, liberal ekonomiden sapıldı diyen DEVA’lılarla işsizlik sorununu her muhtara bir özel kalem atayarak çözmeyi vadeden Kılıçdaroğlu’nun ekonomi politikasını yan yana koyduğumuzda çıkacak siyasetin ülkeye hayır getirmeyeceğini görürlerdi aksi halde.
Ayrımcılıktan vazgeçiremeyince ona uymak
Benzer bir tutarlılık sorunu DEVA ve Gelecek açısından da var. İttifak adına daha şimdiden sığınmacılar örneğinde kendi doğrularından, üstelik de hiç esnememeleri gereken haklarla ilgili doğrularından feragat ettikleri görülüyor.
Bu bir izlenim değil. DEVA’nın katıldığım, moderatörlük yaptığım çalıştaylarındaki perspektif ayrımcı değildi. Çıkan raporlar ve partinin açıkladığı ilk görüşler de. Ama sonraki raporlar, -içine girdiği ittifakın ayrımcı hassasiyetlerinden olacak- dramatik biçimde farklılaştı. Sonuçta Ortak Mutabakat Politikalar Metnindeki yarın huzursuzluk duymadan anamayacakları ayrımcı “vaatler” ortaya çıktı.
Haklar uzlaşma veya maslahat adına çiğnenmemeli: Bu konuda iki partinin de iktidara eleştirileri doğru. Ama muhalefetteyken bunu kendilerinin yapmalarını nasıl açıklamalı? Uzlaşma adına bir sürü konuda taviz verebilirsiniz, ama hak olarak işaretlediklerinizden değil. Yok eğer “siyaset bu”ysa, daha muhalefetteyken bunlar mubahsa, iktidardayken neden olmasın?
Şimdi Gelecek ve DEVA yöneticilerinin bütün yapmaları gereken, geçmişe dair tarihsel tecrübenin ve bugüne dair gözlemlerin yanlış çıkmasını temenni etmek olmalı. Bir de ola ki seçilirse Kılıçdaroğlu’nun “izci sözü” benzeri yaptırım gücüne sahip teminatlara bağlı kalması için dua etmek. Ve tabii bir de önümüzdeki yıllar boyunca CHP’de parti içi demokrasinin olmaması için de.
Bu saatten sonra DEVA ve Gelecek, kendilerine gelip onları paralize eden o masadan kalkabilirler mi?
Artık onların bir şekilde silkinip masadan kalkmaları zor. Ama seçmenin işi o kadar zor değil.
Bana iyi, mülteciye kötü davranan “demokrat”
HABERE YORUM KAT