Ders olsun!
Bu yazı, referandum sonucu beklenmeden kaleme alındı. Aşağıdaki sözleri söylemek için sonucu beklemeye gerek yoktu çünkü. İbretlik bir referandum kampanyası yaşandı ve bunun bir kenara not edilmesi gerekiyor. Tarihe not düşülmesi icap ediyordu ki bir daha halk oylamasına gidilirken bugün yapılan bazı hatalar tekerrür etmesin...
1- 26 maddeden oluşan anayasa değişikliği paketinin içeriği unutuldu, mesele siyasî polemiklere boğuldu. Oysa bu bir genel seçim değildi. Hele güven oylaması hiç değil. Bunu bazıları ya anlamadı ya da anlamazdan gelerek siyasî rant elde etmeye kalkıştı. Maalesef bir kere daha görüldü ki bizde partizanlık iflahı çok zor, müzmin bir hastalık. Her konuya 'parti politikaları' çerçevesinde bakmak siyasete de zarar veriyor toplumsal barışa da.
2- Referandumdan siyasî bir çıkar sağlamak uğruna koyu bir kara propaganda yapıldı. Kirli propagandanın her çeşidine başvuruldu. Referandum paketi ve sonucuyla hiç alakası olmadığı halde "Ülke bölünecek!" dendi, "İmralı'ya af çıkartılacak!" dendi, "İktidar yüce divandan kaçmak için anayasayı değiştiriyor." dendi, "Yargıyı ele geçiriyorlar." dendi... Akla hayale gelmedik yalanlar, kirli propagandalar yapıldı. Değer miydi? Asla! Çünkü anayasa değişikliği paketinde böyle şeyler yoktu; olamazdı da...
3- Propaganda şehveti cinnet sınırlarına dayanınca nezaket ve nezahet terk edildi. Saldırgan bir dil oluşturuldu. Ne üslubun ciddiyeti kaldı; ne beyanın gücü. Sürekli ağız dalaşı yapan insanlara rastlandı. Daha da kötüsü, işi şiddete döken ayak takımına fırsat verilmiş oldu. Ayak takımı demem, bahse medar olan kişilerin saygın pozisyonuna rağmen değil; kullanılan üslupla ilgilidir. Koskoca bir profesör, sırf 'Evet' dediği için Sezen Aksu'ya, 'Sazan Aksu' derse kendine gazeteci diyen bir parti yetkilisi de kalkıp "Minik serçeydi deve kuşu oldu." gibi pespaye bir dil kullanabilir. Daha kötüsü 'Evet' diyenler adeta linç edildi, toplantıları basıldı, fiilî saldırıya maruz kaldı. Bir halk oylamasının kampanyası böyle mi yürütülür?
4-Demokrasilerde sivil toplumun halk oylamasına katkısı arzu edilen bir gelişmedir. Esas bu sürecin dışında kalmak eleştirilmeliydi. Dileyen herkes bu sürece katılmalı ki doğru bir neticeye ulaşmak mümkün olsun. Bu referandumda sivil toplum diye bilinen bir kısım kuruluşlar öteden beri arzu ettikleri anayasa değişikliğine açıktan destek vermedi. Bu duruma yapılan itirazlar (ki bu itirazların da kimi zaman ayarı kaçtı) başka bir mecraya çekildi. Oysa bahsi geçen (TÜSİAD ve TOBB gibi) kuruluşların üye sayısından ziyade anayasa değişikliği taleplerine bir zamanlar tercüman olurken şimdilerde bu kadar sessiz kalması eleştiriliyordu. Öyle ya; ilkeli olmak, kurumsal hafıza ile çatışmamak gerekiyor ki 'sivil toplum'un gerçekten sivil olduğu anlaşılsın. Bahsi geçen kuruluşların kararsız kalması ayıp değildi şüphesiz. Ancak onlarca yıldır, "Anayasa değişsin." dedikten sonra derin bir sessizliğe bürünmeleri düşündürücüydü...
5- Bu arada sivil toplum sayılabilecek bazı sosyal yapılar ve fikrî hareketler daha önce eşine rastlanmayacak şekilde devreye girdi. Bu aslında gayet tabii ve makul bir çıkıştı. Zira söz konusu bir genel seçim ya da güven oylaması değildi. Ülke için hayatî önem taşıyan bir konuda devreye girmek ve etkin olmak ayıplanacak bir tutum değil; tam aksine, alkışlanacak bir davranıştı. Ne yazık ki partizanlık bu onurlu ve ilkeli yaklaşımı da küçük hesaplara kurban etmek istedi. O kadar ki, bazı 'sivil toplum' kuruluşları (TÜSİAD Başkanı Sayın Ümit Boyner gibi) bu sivil yapıdan rahatsızlık beyan etmeye kadar işi götürdü, bazı siyasî parti liderleri de (MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli gibi) küçük kelime oyunlarıyla sataşmada bulunmaya kalktı. Sivil sanılanlar ne kadar sivil? Referandum süreci biraz da bu hali deşifre etmiş oldu...
6- Parti yönetimleri toprağın sesine kulak vermedi ve genel merkezden vicdanları rahatsız edecek kararlar alarak parti içinde çatlamalara neden oldu. Mesela MHP... Hiçbir ülkücünün 12 Eylül Darbesi'ne destek vermesi düşünülemezdi ancak bu durumu partinin çatısı göremedi. BDP de o korkunç yanlışa boyun eğdi. 12 Eylül darbe döneminde yaşananlar eşliğinde yıllar boyu epik söylemler geliştiren BDP, kendi tabanlarının feryatlarına karşı sağır ve dilsiz rolü üstlendi. Oysa parti tavanları gücünü tabandan almak zorunda. "Ben genel merkezde karar alırım, il ve ilçe teşkilatları buna uymak mecburiyetindedir." mantığı ile parti yönetilmez; yarım yamalak yönetilse bile referanduma bu zihniyetle gidilmez...
7- Aslında meydanlarda referandumun ne olduğu üzerine çok şeyler konuşuldu. Özellikle 'Evet' cephesi tek tek 26 maddeyi izah etmek için çırpındı durdu. Ne var ki medya, konuşmaların bu bölümüne karşı ilgisizdi. Bu sebeple manşetler, sürmanşetler, ana haber bültenleri referandumun içeriği ile ilgili konuşmalardan değil; siyasi polemiklerden oluştu. Bir bakıma bu durum normal; medya okutulacak cazibede manşetler arıyor, seyredilecek kadar kışkırtıcı görüntü sevdasına düşüyor. Ancak referandumu gölgeleyecek kadar polemik haberi yapılması hatta biraz da bunun kışkırtıcı bir mecraya taşınması halk oylamasının esprisine ve ruhuna uygun değildi. Polemikler arttıkça halkın niçin sandığa gideceği adeta unutuldu ve yazık oldu...
8- Halkın nabzını tuttuklarında genel eğilimin 'Evet' yönünde olduğunu gören birileri işi iyice çığırından çıkarmaya yeltendi. Toplum psikolojisini etkileyecek komplolardan medet umanlar oldu. Bazı yüksek yargı mensuplarının, "Evet çıkarsa yandık!" demesi, ya da "PKK'ya ihtiyaç var." itirafında bulunması gerçekten unutulmayacak bir tablo çıkardı karşımıza. Sonucun 'Evet' çıkması karşısında haksız hukuksuz egemenliklerini yitirecek olanlar daha seçim olmadan seçimde hile yapılacağını fısıldayarak o homurtudan yeni bir komplo üretmeye kalktılar. Daha sonuç ortaya çıkmadan çamura yatma girişimleri ne siyasî nezaketle bağdaşıyordu ne demokratik ferasetle...
Sonuç olarak şu gerçeğin altını çizmekte yarar görüyorum: Referandum kültürü zayıf olanın demokrasi kültürü de zayıftır. İlerleyen dönemlerde daha çok halk oylaması yapılacak. Bu, gelişen demokrasimizin tabii sonucudur. Referandum bir particilik kavgası değildir. Partilerin bireylerin iradelerine pranga vurması için hiçbir sebep yok. Önemli olan, halk oylamasına sunulan paketin içeriğini konuşmaktır; sadet harici dedikodularla toplumsal barışı ateşe atmak değil. Sonuç ister 'Evet' çıksın ister 'Hayır'; Türk demokrasisi durmayacak, daha özgür bir ufka kanatlanacak. Bu hedeften kaçan treni kaçırır; çağdaş demokrasi trenini, çoğulcu ve katılımcı demokrasi trenini...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT