Derin Problemlerimiz Bizi Sarsmıyor mu?
Selahaddin E. Çakırgil, Tunus özelinden hareketle siyasi gelecek inşamızla ilgili sorunlara dikkat çekiyor...
Selahaddin E. Çakırgil, son yazısında Ulustan Ümmete Grubu’nun Tunus gezisi üzerinden İslami hareketlerin gelecek projelerinden siyasi yönetim tartışmalarına değinirken İran’daki son gelişmeleri, Pakistan’da yaşananları ve Paris’te öldürülen 3 PKK’lı kadın ile ilgili yorumlarını okurlarımızla paylaştı:
Toplumlarımızın derin problemleri bizi sarsmıyor mu?
Hamza Türkmen kardeşimizin hazırlayıp Hilâl tv. ekranlarından sunduğu ’Ulus’tan Ümmete..’ isimli proğram çerçevesi içinde, Tûnus’a 40 küsur kişilik bir grubun yaptığı -ve ’fakir’in de, pasaport engeli dolayısiyle katılamadığı- ’çıkarma’ ile ilgili değerlendirmelerin pek çoğunu okudum, fotoğraflara baktım.
Daha önceden de tahmin edildiği üzere, Tûnus’da bugün, Râşid el’Ğannuşî liderliğindeki (aslı, sosyo-politik hedeflere ulaşmak için qıyâm, hareket mânâsına gelen, ’nıhzet /nehzet’ kelimesinden gelen en’Nehzeh) Nahda Partisi, beklenmedik bir anda gerçekleşen bir halk patlamasından sonra, beklemediği bir anda hükûmet mevkıine geçmenin sıkıntılarını, hazırlıksızlığını yaşıyor.
Hatırlayalım, Lenin de, Rusya’da Çarlık rejimi devrilip, Alexandr Kerensky liderliğindeki ’Menşevik’ler iktidara geldiği zaman, ’birbirine zıd birçok cereyanlar ve gruplar, sırf hükûmet etmek için mecbûren bir araya geldiklerinden, bu hükûmetin uzun süreli olamıyacağını, iki yıl kadar sonra dağılmaktan kurtulamıyacağını’ hesab etmişti. Ama, öyle olmamış ve sayı olarak ekseriyeti çoğunluğu teşkil ettikleri halde, (marksistlerce eqalliyet, azlık diye nitelenen) Menşevik’lerin hükûmeti, iki yıl kadar sonra değil, altı ay kadar sonra darmadağın olunca, Viladimir İlich Ulyanov Lenin’in lideri olduğu -ve en küçük siyasî partilerden olduğu halde çoğunluk diye isimlendirilen- bolşevikler iktidara hazırlıksız olarak geçivermişlerdi. O durumu daha sonraları anlatırken, Lenin, ’Agora’dan / sokaktan, Hükûmet etme mevkıine o kadar sür’atle geçtik ki, başım dönüyor..’ diyecekti.
Ve arkasından da, karşı çıktıkları Çarlık rejimini mumla aratacak şekilde, korkunç bir diktatörlüğe geçmekten başka bir yol bulamadı ve bu kanlı diktatörlüğün uygulaması, Sovyet döneminin ünlü nükleer fizik bilgini Andrei Sakharov’un en azından diye verdiği rakama göre 20 milyon, ünlü yazar Soljenitsin’e göre ise, 60 milyon insanın ölümüne yolaçtı.
Ama, bu dehşetengiz durum, bugünkü nesillere sorulduğunda..
O karanlık ve kanlı uygulamalar, o korkunç zulümler, çekilen o acılar, o gizli feryadlar belki de birkaç tabloda yansıyan ve ressamın fırçasına yön veren bakış açısına göre ifadesbini bulan çizgilerde kaldı.
O kadar ki, birkaç sene kadar önceydi, Rusya’daki bir ankette, ’En büyük rus lideri kimdir?’ sorusuna verilen karşılıklar arasında, yüzde 58’lik bir ekseriyetle, Stalin birinci gelmişti!.
O ankette Stalin’i işaretleyenlere, onun katlettirdiği milyonlar da hatırlatılınca, cevablar, ’Evet, ama, bize büyük bir cihan devleti bıraktı.. O ölümler olmasaydı elbette daha iyiydi, ama, onlar o zaman ölmeselerdi, şimdi yine ölmüş olmayacaklar mıydı?’ şeklinde çok barbarca, korkunç ve materyalistçe idi.
Tûnus’da da bazı arkadaşlar, Habib Burgiba ve Zeynelabidin bin Ali dönemlerini hasretle, övgüyle ananlara şahid olmuşlar.
Bir toplumun kurşun asker konumunda tek tip insanlardan oluşması bazılarınca arzulansa bile, onun gerçekleşmiyeceğinin bir realite olarak görülmesi gerekir..
Benzer bir yaklaşımı bizim toplumumuzda da gösterenler yok mudur veya olmayacak mıdır?
*
Elbette, Rusya’daki 1917 çöküşü ile Tûnus arasındaki temel farklardan birisi; Ğannuşî liderliğindeki (en’Nahda)’nın, Tûnus’da, 2011 başında Zeynelâbidîn bin Ali’nin 24 yıllık diktatörlüğünü sona erdiren halk patlamasından sonra yapılan seçimlerde, 215 m.vekili bulunan Meclis’te, 90 m.vekili ile, en büyük grubu oluşturması, halkın en fazla onlara itibar ettiğini göstermesi idi. Diğer cereyanlar ise, irili-ufaklı yığınla hizbler/partiler şeklinde ortaya çıkmışlardı.
Rusya’da ise, bolşeviklerin bir halk tabanı yoktu; tersine, onlar en küçük bir sosyal grup olarak bulunuyorlardı. Hattâ, denildiğine göre, Lenin’in örgütüne üye olanların sayısı 10 bin kadardı. (Geçen hafta, CNN Türk’deki bir proğrama katılan Ahmet Türk, PKK’nın kürdler adına hareket ettiğini söylerken,’Elbette bütün kürdleri temsil ettiği söylenemez.. Ama, kürd halkının içinden örgütlü ve politize olmuş kesimleri temsil ettiğini kasdediyorum.. Rusya’da da bolşevikler iktidara gelirken, koskoca ülkede 100 bin kadar olan bir küçük tarafdar kitlesine dayanıyordu.’ kabilinden, ilginç bir cümle kuruyordu.) O halde, önemli olanın, bugün iktidar imkanı ile karşılaşılacak olsa, ideallerini fedâ etmeden, yönetme mekanizmasını nasıl çalıştırabileceğini ve yapabileceğini bilmek gerekliliği olduğu da ap-açık ortadadır.
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...
HABERE YORUM KAT