Derin devletin iki ayağı
Bu ülkenin en büyük zaafı, eğitimli-kentli-laik kesimin kendi kişiliğini ancak devlet gölgesi altında bulmasıdır. Bunun demokrasi açısından nasıl büyük bir ayak bağı teşkil ettiğine bugün Ergenekon dava süreci içinde bir kez daha tanık oluyoruz. Söz konusu kesimin çoğunluk korkusu, topluma yabancılaşma ve devlete mahkûmiyet ile sonuçlanıyor. Böylece bu eğitimli-kentli-laik toplumsal tabaka, devletin çoğunluk kimliği veya talepleri karşısında kaldığı durumlarda tamamen kişiliksizleşebiliyor. Bir anda devlet ağzıyla konuşmaya, devlet aklıyla düşünmeye başlıyor. Şimdiki gibi korkulan çoğunluğun siyasi iktidar olduğu durumlarda ise, devlet sadece asker tarafından temsil edilmeye başlıyor ve kendilerine ‘liberal’ veya ‘demokrat’ diyen birçoklarının bir anda nasıl kolayca faşizan bir konuma savrulabildiklerini, söyleyemeseler de darbeyi arzuladıklarını görüyoruz.
Bu nedenle bugün Ergenekon dava sürecine kuşkuyla bakanların büyük çoğunluğu, gerçekte bu davaya kuşku duymak ‘isteyenlerdir.’ Diğer bir deyişle bu insanlar kuşku duyulacak nedenler aramakta, kendi iç dünyalarında yaşamakta oldukları siyasi kişilik boşluğunu bu kuşku ile dengelemektedirler. Basitçe söylersek, eğitimli-kentli-laik kesim, siyaset alanındaki etkisizliğini asker üzerinden tatmine yöneldiği ölçüde, askeri hırpalayan her gelişme karşısında kuşkucu kalarak yüreğini soğutuyor ve kendisiyle yüzleşmekten kaçınmayı mümkün kılıyor.
Böylece tartışma, gözaltıların saati, toparlanan zanlıların yaşı ve mevkii gibi gülünç argümanlara sıkıştırılmaya çalışılmakta. Oysa bu modern zümrenin, aynen okumaktan hoşlandıkları kitaplardaki ve seyretmekten zevk aldıkları filmlerde olduğu üzere, delillerin cazibesine kapılması beklenirdi. Darbelerin nasıl yapıldığını defalarca yaşayarak öğrenmiş oldukları için, askerlerle işadamlarını bir araya getiren koalisyonların, silahlı katil çeteleri ile bütünleşmelerine şaşırmamaları gerekirdi.
Çünkü aklını ve hafızasını devlete emanet etmemiş herkesin gayet iyi bildiği gibi, Türkiye’de ‘derin devlet’ denen olgunun iki ayağı var ve ‘normal’ dönemlerde ayrışan bu iki ayak, ‘kriz’ anlarında doğal bir biçimde bütünleşiyor. Söz konusu ayaklardan biri ‘ideolojik’ derin devlettir. Başta asker olmak üzere, yargı ve diğer bürokratik kurum ve şahsiyetleri birbirine bağlayan bu hiyerarşik ağ, sivil siyaseti, medyayı ve sivil toplumu engelleyerek ve yönlendirerek istediği noktada tutmayı hedefler. Amaç rejimin olduğu gibi kalması, yani daha demokratik hale gelmemesidir. Çünkü açıktır ki daha açık bir toplum ve daha demokratik bir düzen, bu kadroların yönetimine son verilmesini ifade edecektir.
Ancak hayat hep normal zamanlardan oluşmuyor... Bir de kriz durumları var. Yani derin devletin arzularının işlemediği, toplumsal taleplerin dizginlenemediği, ya da sivil siyasi iktidarın ehlileşmediği durumlar. O zaman darbe yapmak gerekiyor... Ama sırf ideolojik kurgu ile ülkeyi darbe ortamına getirmeniz mümkün değil. Sokağa da hâkim olmanız, toplumun sokaktan çekilmesini sağlamanız lazım. Dolayısıyla derin devletin bir de ‘operasyonel’ ayağı var. Cinayet işleyecek, kargaşa çıkartacak, tahrik edecek, manipülasyon yapacak farklı tıynette kadrolar gerekiyor. Öyle ki, derin devletin ideolojik kanadının iktidara el koyması meşru hale gelebilsin...
Ne var ki operasyonel kadroları kriz zamanında kullanma isteği, bu kadroların çok daha önceden kurulmasını gerektiriyor. Diğer taraftan bir kez ortaya çıktı mı, bu tür kadroları tasfiye etmek son derece güç, çünkü hem kendilerine ait bir yasa dışı iktidar alanı üretiyorlar, hem de çeşitli alt gruplarla derin devletin ideolojik kanadından odaklar arasında organik bağlar oluşuyor. Unutmayın ki sözünü ettiğimiz her şey, siyasi iktidar yanında olağan dışı parasal imkânları ifade etmekte...
Geçmişte bütün darbeler bu ikili yapı sayesinde hayata geçti ve her başarısız darbe girişiminin ardında da aynı yapılanmalar ortaya çıkarıldı. Bugün de Ergenekon çetesi denen oluşum, esas olarak iktidarı uzun vadeli ele geçirmeyi ve rejimi demokratikleşmeyi engelleyecek şekilde konsolide etmeyi planlamaktaydı. İşin ideolojik kanadında doğal olarak bir sürü asker, akademisyen ve işadamı var. Ancak hiyerarşinin tepesinde bazı ordu mensuplarının olduğu ve zaten sistemin de bu sayede gizli ve disiplinli kaldığı açık. Buna karşılık işin operasyonel tarafında ise, geçmişten bu yana devlet içinde ve çeperinde taşınan suça batmış çeteler ve hücreler bulunuyor.
Her tutuklama dalgasında gözaltına alınanlar arasında her iki kanadın da temsilcileri doğal olarak mevcut, çünkü kendileri farkında olmasalar da aynı gayrı meşru teşkilatın üyesi durumundalar. Bu basit gerçeği kabullenmek eğitimli-kentli-laik kesim için aslında hiç de zor olmamalı. Zaten onlar da iç dünyalarında bu işin derinliğini muhtemelen biliyorlar... Ama söylemek zor geliyor. Çünkü söylemek kendi kişiliksiz siyasi duruşlarının da itirafı olacak. Bunca zaman devletçi zihniyeti desteklemiş olmanın yüküyle karşılaşmaya henüz hazır değiller...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT