'Derin' Almanya Dizginlenebilecek mi?
NSU cinayetleri skandalı, kurban Türkler olduğu için geçiştirildi ve üstü örtülmeye çalışıldı. Alman polisinin cinayetlerin üstünü örtmeye yönelik tutumunun arkasında Alman istihbarat birimlerinin olduğu bilgisi ortalığa saçıldı.
Kazım Keskin / Anadolu Ajansı
Almanya son zamanlarda sadece Türkiye’de değil dünya kamuoyunda da adından sıklıkla söz ettirir oldu. Bu gündeme geliş, sanılanın aksine, çalışkanlık, disiplin, kaliteli üretim ve dakiklik gibi olumlu sıfatlardan kaynaklanan işler nedeniyle olmadı. Bilakis Almanya son zamanlarda, siyasal liderlerinin tüm parıltılı söylemlerine rağmen, basın özgürlüğünü ayaklar altına alma ve insan haklarını hiçe sayma gibi konularla adından söz ettiriyor.
Yükselen nefret suçları ve Almanya’nın sessizliği
Avrupa Konseyi Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadele Komisyonu’nun (ECRI) geçtiğimiz günlerde açıkladığı, Almanya’da insan haklarını ele alan raporda, 2014 yılında yöneltilen eleştirilerin ve önerilerin Almanya tarafından yeterince dikkate alınmadığı ifade ediliyor. Raporda eleştiri konusu edilen iki önemli husustan birisi Almanya’nın nefret suçlarının tanımını aşırı derecede kısıtlı tutması iken, diğeri de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek olarak 4 Kasım 2000 tarihinde Roma’da imzaya açılan ve ayrımcılığı yasaklayan 12. protokolün Almanya tarafından hâlâ onaylanmamış olması.
Nefret suçlarında ECRI tarafından özellikle gündeme getirilen ve Almanya’dan reform yapılması istenen uygulama, Alman kolluk kuvvetlerinin herhangi bir saldırıyı incelerken, kurbanın saldırıyı nasıl algıladığını değil de, saldırganın hangi amaçla saldırdığı bilgisini dikkate almalarıdır. Söz konusu yapısal sorunun nelere yol açtığını, NSU cinayetleri olarak bilinen ve sekizi Türk, biri Yunan ve biri de Alman vatandaşı olan toplam on kişinin öldürüldüğü Neonazi terör eylemlerinde müşahede etmek mümkün oldu. Alman kolluk kuvvetleri, sözü edilen terör eylemlerini uzun bir süre ‘Döner Cinayetleri’, ‘Boğaziçi Seri Cinayetleri’ veya ‘Mafya içi hesaplaşma’ olarak nitelendirerek adeta hedef saptırıcı bir tutum içine girmişti. Olayı soruşturan yetkililer bununla da yetinmemiş, kurbanların yakınlarını şüpheli sıfatıyla sorgulamış ve faillerin bu kişiler olabileceğini iddia etmişlerdi.
Demokratik bir devlette ortaya çıkması halinde bir çok istifaya ve sarsıntıya yol açması gereken NSU cinayetleri skandalı, kurban Türkler olduğu için geçiştirildi ve üstü örtülmeye çalışıldı. Bu süreç içerisinde, Alman polisinin cinayetlerin üstünü örtmeye yönelik tutumunun arkasında Alman istihbarat birimlerinin olduğu bilgisi ortalığa saçıldı. Bundan dolayı, dava şahitlerinin birbiri ardına şüpheli şekilde ölmelerine, dava ile ilgili çok sayıda belgenin imha edilmiş olmasına ve davanın 2011 yılından bu güne kadar hala sonuçlanmamış olmasına şaşırmak mümkün görünmüyor.
NSU terör cinayetlerinde, Alman devletinin içerisinde yapılanmış faşist grupların işin içinde olduğunu, dönemin Baden-Württemberg Eyaleti Polis İdaresi analistlerinin ırkçı değerlendirmeleri bize gösteriyor. Bu analistlere göre, cinayetlerin faillerinin Almanya dışından gelen kişiler oldukları şüphe götürmez bir gerçektir; zira öldürme eylemi ‘Alman kültürü için büyük bir tabudur’. Dolayısıyla bu vahşi katliamları Almanlar değil, ancak yabancılar gerçekleştirebilirdi. Aslında NSU cinayetleri bize Alman devletinin içerisinde yapılanmış faşist grupların dizginlenememesinin nelere yol açabileceğini açıkça gösteriyor.
Irkçı cinayetlerden gazetecilerin dinlenmesine
Almanya’da son dönemde birbiri ardına patlayan skandallar dizisi, meselenin sadece NSU cinayetleri ile sınırlı olmadığına ve Alman devletindeki faşist yapılanmanın günden güne güç kazandığına işaret ediyor. Bu minvalde ortaya çıkan ve Der Spiegel dergisi tarafından yayınlanan habere göre, Alman dış istihbarat birimi BND 1999 yılından beri, BBC, Reuters ve New York Times'ın da aralarında olduğu çok sayıda basın kuruluşunun telefonlarını dinliyor ve elektronik posta adreslerini takip ediyor. Bütün bu basın kuruluşlarının, Almanya’nın müttefiki olan İngiltere ve ABD gibi ülkelerin basın kuruluşları olması, konuyu daha da tuhaf bir hale getiriyor. Bu da bize, Almanya her ne kadar dostluk mesajları verse ve liberal değerlere vurgu yapsa da, tarihten gelen düşmanlıkların ve rekabetin Alman devleti tarafından üstü örtülü bir şekilde devam ettirildiğini gösteriyor.
Birçok STK gibi Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü de, BND’nin bundan sonra da basın özgürlüğünü hiçe sayan faaliyetlerini her hangi bir engelle karşılaşmadan sürdüreceğinden endişe ediyor. Aslında bu, Alman dış istihbaratının basın özgürlüğü ihlal eden dinleme suçlamasıyla ilk karşılaşması değil. 2005 yılında ortaya çıkan ve ‘gazeteciler skandalı’ olarak adlandırılan bir başka skandalda da, teşkilatın 1993 ile 1998 yılları arasında, kendisi hakkında eleştirel yazılar yazan gazetecileri gizli kamera kayıtları ve telefon dinleme gibi yöntemlerle izlediği anlaşıldı. Aleyhte yayın yapan gazetecilerin haber kaynaklarına ulaşmak amacıyla BND, illegal dinleme ve takibatı üç ayrı başkanın bilgisi dahilinde gerçekleştirdi. Bu durum da, zikredilen skandalın münferit bir olaydan çok derin devlet reflekslerinin ürünü olduğu izlenimini uyandırıyor.
Söz konusu skandalda dikkati çeken bir başka önemli husus ise BND’nin, kurum hakkında eleştirel haberler yapan gazeteciler hakkında bilgi toplarken, Alman basın dünyasından çok sayıda gazeteciden de yardım almış olmasıdır. Skandalın ortaya çıkmasını haber yapan medya organları, çalışanlarının da skandalın bir parçası olduğunun anlaşılmasının ardından sessizliğe büründü. Dünyaya basın özgürlüğü dersi verme konusunda şampiyonluğu kimseye bırakmayan Alman basın dünyasından bir çok gazetecinin BND ile işbirliği içinde olması ibret verici bir durum.
Almanya’da ortaya çıkan son BND skandalıyla basın özgürlüğü ve Alman anayasasının açık bir şekilde ihlal edildiği izahtan varestedir. Bununla birlikte aklımıza ister istemez Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu NSA’nın, bazı Alman siyasetçilerinin yanı sıra Başbakan Angela Merkel’in de telefonlarını dinlediğinin ortaya çıkmasına Merkel’in verdiği tepki geliyor. 2013 yılında ortaya çıkan skandalın ardından Merkel, net bir şekilde “Dostlar arasında dinleme olmaz” demişti. Merkel’in söz konusu ifadeleri ile günümüzde açığa çıkan BND dinlemelerini yan yana koyduğumuzda, ortaya iki senaryo çıkıyor. Bunlardan biri, Alman devleti yöneticilerinin, başta Türkiye olmak üzere dünyanın bir çok ülkesine, basın özgürlüğü konusunda ortalığı velveleye verecek şekilde uyarılarda bulunmalarına rağmen, arka kapılar ardında 'tutarsız bir politika' izlemeleri. Bu şekilde, Alman siyasilerinin, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali, Türkiye bağlamında sürekli eleştiri konusu yaptıkları basın özgürlüğünü ihlal etmekle kalmayıp, aynı zamanda en temel insan haklarından olan özel hayatın ve haberleşmenin gizliliği ilkesini de çiğnemekten kaçınmadıklarını görüyoruz.
'Derin' Almanya'nın yükselişi
Yukarıda dile getirilen örnekler, Almanya’da işlerin giderek çığırından çıktığını gösteriyor. Söz konusu gelişmelere bakıldığında, Alman devletinde yapılanmış faşist grupların, müttefikler de dahil olmak üzere dış dünyaya düşmanca yaklaşan ve yabancıları Alman toplumu ve devleti için bir tehdit olarak gören bir politikayı, tutarlı bir şekilde takip ettiği görülüyor. II Dünya Savaşı’ndan sonra ilk defa ekonomik ve siyasi olarak bu derece güçlenen ve özgüvenini tekrar kazanan Almanya’nın, Avrupa’da liderliği eline aldığı görülüyor. Esasında İngiltere’nin Brexit kararı almasının temelinde de, Almanya’nın liderliğinden ve hegemonyasından duyulan rahatsızlık yatıyordu.
Buradaki temel mesele, kurumlarını tam manasıyla demokratikleştirememiş bir Almanya’nın, dünyanın başına yeniden büyük belalar açıp açmayacağı sorusunda kilitleniyor. Merkel hükümetine düşen ise bir an önce ülkede kontrolü yeniden ele alarak aşırı sağcı Alman derin devletini dizginlemeye çalışmaktır. Bu değerli çabanın ülke içindeki gerginliği azaltmaya yarayacağı ortada olduğu gibi, Almanya’nın giderek bozulan imajının yanı sıra, Türkiye ile olan ilişkilerini de düzeltmeye yardımcı olacağı açıktır.
[Avusturya ve Almanya iç siyaseti alanında uzmanlaşan Kazım Keskin halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir]
HABERE YORUM KAT