Dergilerin Etkisi Hareketin Gücüyle Orantılıdır
Dergi yazılı bir kültürdür. Topluma söyleyecek sözü olanların yazdıklarını kitlelere ulaştırır. Bir gazete, bir kitap gibi değildir. Gazete daha çabuk, hızlı tüketilir; zemini, ani geçişlere, kaymalara müsaittir. Kitapta ise bir seviye, ağırlık vardır. Dergiler bir düşüncenin, bir hareketin yazılı manifestosudur adeta… Topluma ne denileceği, nasıl söyleneceği kolektif bir akılla tespit edilir ve bu yayınlanır. Bu yönüyle dergiler daha sıcak ve daha hareketin merkezindedir. Bir döneme ait toplumsal hareketleri, düşünce ekollerini tanımak istediğinizde, o dönemin dergilerine bakmanız sizde ciddi bir kanaat oluşturur. Adeta hareketle beraber büyür, gelişir dergiler… Cemil Meriç, “… Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı. Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar…” sözüyle bu gerçeği ifade eder.
Dergilerde derdi olanlar konuşur. Sıkıntıyı teşhis ederek sorunları görebilenlerin yerinde duramayarak haykırmaları işte o makaleleri oluşturur. Zulme sessiz kalamayan, imanın, adaletin yüce derecesini keşfetmiş yürekler, o yüce bilgiyi/duruşu insanlara ulaştırmanın telaşını taşırlar. İnsanları, tabi olduklarında tüm yaratılmışların üstüne çıkaracak bir davete çağırırlar. Güdülen, yönlendirilen, varlığının hikmetini kavrayamamış edilgen nesneler olmaktan çıkmaları için adeta yakalarından tutup silkelerler. Bu tavır rahatsız edici görülebilir. Gereksiz, zamansız veya başkalarının işine karışmak gibi de algılanabilir. Ama bu uğraşa ilham olan ve örneklik teşkil eden Peygamberlerin davetleri sonrasında, statükocu bir kesimin sergilediği homurtular, doğru yolda olunduğunun bir sağlaması olarak görülmeli ve yola devam edilmelidir. Çünkü Resuller rahatsız etmek için gönderilmişlerdi. Mevcut egemen cahiliye sistemlerinin sahiplerini, o sistemden beslenenleri ve bu zulüm bataklığında tüm insani değerlerini yitirmiş onursuz bir hayat süren tebayı rahatsız etmişlerdi. Onlar kargaşa çıkarmakla, toplumun atalarından süregelen işleyişini bozmakla itham edildiler. Hatta, anne babayla evladın arasını açmakla suçlandılar. Ama Allah’tan aldıkları vahye göre hareket ederek elçilik görevlerini bırakmadılar, asla ihmal etmediler.
İşte İslami kaygılarla yola çıkan dergiler bu örnekliği dikkate almalı, Rabbimizin insanlara kitap göndermesindeki muradı iyi yakalamalıdırlar. Yazılı bir çalışmanın çıkış gerekçelerine temel referans olarak vahyin gönderiliş hikmetleri doğru kavranmalı ve üzerinde tefekkür edilmelidir.
Temiz fıtratlarının sesini duyamayacak hale gelmiş, yaratılış amacının üstünü örterek heva ve heveslerine göre bir hayatı inşa etmeye çalışan toplumları Allah(cc) o hal üzere bırakmamış ve peygamberler vasıtasıyla uyarmıştır. Onlara kulluk görevlerini hatırlatmıştır. Takip etmeleri gereken bir şeriat göndermiştir. Bu dinin ortak ismi Tevhid dinidir. İnsanlardan sadece Allah’a kulluk yapmalarını ister. Hayatın O’nun sınırlarına bağlı kalarak yorumlanmasını, yaşanmasını bekler. Kula kulluktan kurtulmalarını hatırlatır. Allah’a yani Vahye dayanmayan tüm anlayışları reddetmelerini, bu tür düşünce, hareket, sistem ve her türlü anlayışın cahiliye hükmünde oluğunu hatırlatır. Yaşamın, ibadetlerin ve ölümün sadece Allah için olması gerçeğini vurgular. Bu ilahi sınırlara bağlı kalanları ebedi cennetle müjdelerken, sırt çevirenleri, başıboş yaratılmış gibi yaşayanları azapla korkutur.
Bu ilahi gerekçe ve hedef, İslami dergi olarak yola koyulan tüm çalışmalara çıkış noktası olmalıdır. Dergicilik yapanlar, yaşadıkları toplumu iyi tahlil etmeli, teşhisi doğru koymalı ve Kur’an kaynaklı bir çözümü dillendirmelidir. Eğer, zulmü ve şirki ortadan kaldırabilmek için gönderilmiş bir kitabın takip edildiği iddiamızsa, günümüzün çağdaş zulüm ve şirk anlayışlarına karşı güçlü muhalif söylemi olan dergilere sahip olmamız gerekir. Cahiliyenin tarihsel bir olgu olmadığını, üzerimizde egemenlik taslayan ideolojinin ve dayatmalarının, hayatımızı kuşatan modern kültürün, geçmişten gelen ve sorgulayamadığımız geleneksel anlayış ve ritüellerin bu bağlamda görülebilmesi ve reddedilebilmesinin telaşı insanlara ulaştırılmalıdır.
Bu, salt “üst bir dille” gerçekleşen çalışma anlamına gelmemelidir. “Vahyin ilk nüzul ortamı ve mesajları bütünsel olarak idrak edilebildiğinde, içinde bulunulan ortamda hayatın tümünü kuşatacak bir sorumlulukla karşı karşıya olunduğu, oluşan İslami kimlikle hayatın bütün şubelerine müdahale edecek bir zindeliğe ulaşılması lazım geldiği görülecektir.” (1) Bu sebeple toplumun bizzat içinde bulunduğu sorunlara değinilmesi, sıkıntının paylaşılması, ama bunun, egemen olan şirk sisteminin yansıması olduğu gerçekliğine bağlanması gerekir. Aksi, ifsad edici bir zihnin sebep olduğu çarpıklıkların gündeminde boğulmak anlamı taşır ki bu Rabbani yöntemle bağdaşmaz…
İlk inen ayetler, Tevhid akidesini kökleştirmeye çalışmakla beraber, buna paralel olarak toplumsal problemlere de işaret etmiştir. Ölçü ve tartıda hile yapmak, yetimi ve öksüzü itip kakmak, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek ve mal yığıp saymak gibi olumsuz davranışlar vahyin konusu olmuştur. Bu sebeple günümüzde resmi ve özel tefeciliğin açtığı yaralar, uyuşturucu kullanımı ve fuhuş yaşının düşüşü, okulların sadece birer flört mekanı olması ve yaşanan trajediler, müzik ve futbol gibi ilahların türetilerek beyinlerin uyuşturulması, annesini, öğretmenini, arkadaşını kesip doğrayacak psikolojiye sahip gençlerin varlığı, ekonomik dengesizlik ve sömürü, etnik kimliklerden dolayı yaşanan çatışmalar, vb… gibi konulara değinilmeli, Allah(cc)’ın hayata müdahalesini kabul edemeyen müşrik zihinlerin sebep olduğu ifsadın boyutları gözler önüne serilmelidir. Ancak, tüm bu zulümlerin kaynağının egemen olan şirk sisteminin olduğu hedefine insanlar yönlendirilmeli, bu yaşananların çözümüne yönelik teknik detaylarla uğraşarak üretilen gündemin çarklarında öğütülmekten sakınılmalıdır.
Böyle bir dil kullanan dergiler, din kavramını dar anlamıyla tanımlamış kesimler tarafından eleştirilmekten kurtulamamıştır. Dergilerin siyasi bir hale geldiğini söyleyerek, dini dergi görüntüsünün yansıtılmadığını iddia etmişlerdir. Oysa ‘din’ olayı, yalnızca bir inanç, bir vicdanî kanaat, ahlâkî davranışlar ya da belli zamanlarda ve özellikle gizli olarak yerine getirilen kişisel tapınmalar değildir. “İnsanların benimsedikleri, inandıkları, düşüncelerini ve yaşayışlarını ona göre ayarladıkları, toplumsal düzenlerini ona uygun düzenledikleri sistemler, doktrinler, ideolojiler birer dindir. Kişinin, kendileri ile toplumun, kendileri ile yüce bir varlığın arasındaki ilişkileri düzenleyen her sistem bir dindir. Eşya ve evreni izah eden, insanların hayatına yön veren, kişilerin inanarak benimsedikleri her dünya görüşü bir dindir. İslâm’a rağmen insanlar bir siyasî güce, bir sisteme ve onlara ait düzene, ilkelere boyun eğip itaat ediyorlarsa, bu bir dindir. İnsanların bu gibi sistem veya ideolojilere din adı verip vermemesi, bir veya daha fazla ilâha inanıp inanmaması, birtakım davranışlara ibadet adını verip vermemeleri işin aslını değiştirmez.”(2)
İşte tam burada şunu söylemek gerekir ki, vahye yaslanarak hayata dair sözü olan, rahatsızlığını dile getiren, muhalif olan, dergiler aslında “dini” dergilerdir. Dine ait bir şeyler söylüyor, hakk dine göre bir şeyler söylüyorlardır. Hakk din olan İslam’a…
Bu açık tanımla, bir takım ilmihal ve fıkhi kaidelerin iktibas edildiği yayın olmaktan çok öte, toplumu dönüştürecek mesajlar içeren, ayet ve sünnetten örneklikleri sayfalarına taşıyan, geleceğe dair sözü olan yayınlardır dini dergiler…
Bugün her zamankinden daha fazla muhtacız bu tür dini dergilere… Kavramlarımız karmaşık hale getirilmiş, akidevi ve ameli bid’atler hayatın her alanını kuşatmıştır. İdeolojik devlet kendi dinini dayatmakta ve halkın dininin sınırlarını belirleme cüretini kendinde görmektedir. İslami olan her şey yasak kapsamında olup hak dinin ısrarcıları mahkum edilmektedir. Modern hayat tarzı toplumu alabildiğine kuşatmış, dünyevileşen bireyler sınırlı olanın peşinde koşmayı ve onunla yetinmeyi tercih etmişlerdir. Aileyi, genci, kadını ifsad etme amaçlı projeler sahip olunan her türlü imkanlarla hayata geçirilmiş, emniyetten uzak bir toplum hali zirve yapmıştır. İslam beldelerinin dört bir yanı işgal edilmiş, Müslümanlar acıyı, hüznü ve zilleti yaşamıştır. Emperyalist anlayış dünyayı daha rahat sömürebilmesinin önünde tek engel gördüğü İslami değerleri çarpıtma ve kendi tabiriyle ılımlılaştırma çalışmalarını hızlandırmıştır. Ne yazık ki, Allah yolunda işgale karşı koyan yiğitler yalnız bırakılmış, cihat, şehitlik gibi kavramlar konuşma ve yazıların gündeminden çıkartılmıştır. Tüm bunların yanında, hiçbir usulü, fıkhı olmayan davranışlar da direniş adıyla türemiş, gençlerin enerjileri ve samimiyetleri dengeli olmayan eylemlerle israf edilmiştir.
Böyle bir dönemde, iyiliği emretme kötülükten sakındırma görevine kurtuluşa erebilmek için talip olan mü’minler daha fazla mesai yapmalı, meşru olan bütün propaganda imkanlarını bu uğurda kullanmaya çalışmalıdır. Geleceğe miras olarak bırakacakları şahitliklerinin kayıt altına alındığı nitelikli dergilerde istikrarla ısrar etmelidir. Okuyucuda dergisine bu gözle bakabilmeli, bir dergi bir hayat, bir adem, bir alem heyecanı ile sahip çıkmalıdır.
Yoksa “…Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar…” olacaktır.
Dipnotlar:
1- Hamza Türkmen Haksöz sayı :75
2- H. Kerim Ece İslamın Temel Kavramları sa: 145-147
YAZIYA YORUM KAT