Denizler dalgalanmadan durulmaz derler ya...
Bir nöbetçi yargıç, Balyoz soruşturmasından dolayı aralarında generallerin de bulunduğu 8’i emekli 19 asker için tahliye kararı veriyor.
Ertesi gün savcılar itiraz ediyor.
Bunun üzerine mahkeme heyeti, nöbetçi yargıcın tahliye kararını bozuyor, 19 asker için yeniden tutuklama kararı alıyor.
İki savcı düğmeye basıyor.
21 ilde Balyoz’la ilgili üçüncü gözaltı dalgası kabarıyor, 70’i muvazzaf 86 asker için... Şüphelilerin gözaltı işlemleri devam ederken, 14 ilde 100’e yakın adrese baskınlar düzenleniyor.
Ama tam bu sırada İstanbul’daki Başsavcı, Balyoz’da üçüncü dalga için düğmeye basmış olan iki savcıyı görevden alıveriyor.
Bütün bunlar normal mi?
Elbette değil.
Bir hukuk devleti böyle işlemez.
Ortalık toz duman.
Bütün bu yaşananlar ister istemez büyük bir şaşkınlık yaratıyor.
O klasik Türkiye nereye gidiyor sorusu medyanın manşetlerinde sahne alıyor.
Herkes topu istediği alanda koşturmaya koyuluyor.
Bu da fazlasıyla alışkın olduğumuz bir durum.
Evet, kutuplaşma, cepheleşme devam ediyor.
Herkesin öfkesi burnunda.
Siyah beyaz bir tartışma ortamı gitgide yoğunlaşıyor.
Gerçekten ne olacak?..
Ben de bu soruyu kendi kendime soruyorum. Her yerde pek fazla tartışmak da istemiyorum, çünkü çok çabuk kavga patlıyor.
Peki, bu yeni bir durum mu?
Hayır değil.
Türkiye özellikle 2007’nin Çankaya Savaşları’ndan, Cumhuriyet mitingleri’nden, Ergenekon‘undan beri böyle bir sürecin içinde zaten.
Abdullah Gül’ün Çankaya yolunu kesmeyi öngören 27 Nisan Muhtırası, Anayasa Mahkemesi’nin asker destekli meşhur 367 formülü, “Kaosa kalkan 411 el” sonrası 2008’de yaşanan Ak Parti’yi kapatma davası, 2009’un Kod Adı Kafes’leri, ıslak imzalı darbe planları, son olarak da Balyoz...
2007 yılı öncesine de gidebilirsiniz. Orada da Sarıkız var, Ayışığı var, darbe tertipleri var, var oğlu var.
Bütün bunlar hayal mi?..
Sanal âlemin ürünleri mi?..
Hayır, hepsi de gerçeğin ta kendisi...
‘Eski’yle ‘yeni’ arasında bir büyük kavga bu...
Bütün bunları yaşaya yaşaya geliyoruz.
Bu bir değişim süreci...
Aynı zamanda bir direniş süreci...
‘Seçim sandığı’ndan çıkana karşı bir direniş diyebilirsiniz buna...
Türkiye’yi kimin, hangi güçlerin yöneteceği konusundaki bir kavga bu...
‘Eski’nin orasından burasından çökmeye başladığı, ‘eski’nin direnmeye çalıştığı, buna karşılık ‘yeni’nin başkaldırdığı bir değişim süreci yaşanıyor Türkiye’de...
En nihayet bu ülkede de değişimin önüne dikilmiş olan duvarlar yıkılmaya başlıyor.
Bu zor bir süreç, çetrefil bir süreç...
Çünkü askerin içinde, yargının içinde, idarenin içinde odaklanmış statüko güçlü ve fena halde direniyor bu değişim sürecine...
Çünkü bu değişim süreci demokrasiyle ilgili, hukukla ilgili. Çünkü bu süreçte hukuk, bugüne kadar kendilerini hukuk üstü görmüş odaklara dokunuyor.
Örneğin, statükonun direnişi yargıda meydan savaşlarına yol açıyor. Yargı sanki statükonun son savunma hattı gibi davranıyor.
Bir bakıyorsunuz, 19 asker bir gecede tahliye edilmiş, ertesi gün tekrar tutuklanmış... Bir bakıyorsunuz, iki savcı 86 asker için gözaltı dalgasını başlatmış, ertesi günü görevden alınmış...
Evet şaşırtıcı...
Bazen anlamak, bazen akıl erdirmek hiç kolay değil.
Kafa karıştırıcı bir durum.
Ama çaresiz yaşanacak.
Klasik deyiştir:
Denizler dalgalanmadan durulmaz!
MİLLİYET
YAZIYA YORUM KAT