Deniz Yarıldı mı Yoksa Med-Cezir'e mi Uğradı?
Bu yazımızda Hz. Musa ve İsrail oğullarının, Mısır'dan hicretleri esnasındaki deniz'den geçiş olayının mahiyetini, inceleyeceğiz. Hem İsrail oğulları hem Firavun ve ordusu hakkında bir dönemeç olan deniz'in ikiye ayrılması mucizesi, son dönemlerde rasyonel yorumlara tabi tutularak bu olayın mucize değil yer ve gök hareketlerine bağlı olarak gelişen tabii bir olay olduğu tezi ileri sürülmektedir. Dini rasyonelleştirme yolunda ilk adım olan bu tip masum! Gözüken uygulamalar sonrasında, dinin emir ve yasaklarının da rasyonaliteye tabi tutulacağı/tutulduğu açıktır. Amacımız Kur'an'ın nüzul dönemi esnasındaki peygamberden, çobana, bedevi'den, şehirliye, Kur'an'ın nuzülünden, kıyamete değin her muhatabın anladığı/anlaması gereken Kur'an ayetlerinin ilk anlamlarına uygun yorumları gündem etmektir.
Deniz'i geçmeden öncesi İsrail oğullarının durumu:
Hz. Yusuf Mısır'da yönetici olduğu esnada babasına yaptığı çağrı ile gelecek yıllarda vuku bulacak kıtlıktan etkilenmemeleri için İsrail oğullarının, Mısır'da yerleşmeleri teklifinde bulunur. Oğlu Yusuf'un(a.s) çağrısına uyan Yakup peygamber "Kenan" diyarından Mısır'a hicret ederek orada yerleşir. Tevrat bu hususta şunları kaydeder: "Firavun Yusuf'a, "Babanla kardeşlerin senin yanına geldiler" dedi," "Mısır ülkesi senin sayılır. Onları ülkenin en iyi yerine yerleştir. Goşen bölgesine yerleşsinler."1 Tevrat'taki bir başka yerde Goşen'in adı "Ramses" olarak verilmektedir. "Yusuf babasıyla kardeşlerini Mısır'a yerleştirdi; Firavun'un buyruğu uyarınca onlara ülkenin en iyi yerinde, Ramses bölgesinde mülk verdi."2
Goşen bölgesi Mısır'ın kuzeyine düşen ve Nil nehrinin, Akdeniz'e doğru delta oluşturarak döküldüğü verimli bir mevkidedir. Aynı zamanda "Kenan" diyarı ile Mısır arasında bir geçiş bölgesi olarak önemli bir merkez konumundadır. Goşen'e yerleşen İsrail oğulları buradaki gayretli çalışmalarının ürünü olarak zenginleşir ve refah içerisinde bir yaşam sürmeye başlarlar. Tevrat bunu şöyle kaydeder: "İsrail Mısır'da Goşen bölgesine yerleşti. Orada mülk sahibi oldular, çoğalıp arttılar."3
Hz. Yusuf dönemi "Goşen" bölgesinde yerleşen İsrail oğulları onun ölümü sonrası gelişen süreçte Mısır yöneticilerinin köleleri konumuna düşerler. Mısır'ın çeşitli bölgelerinde iskân edilen İsrail oğulları, Hz. Musa'nın onları Mısır'dan çıkarmasına kadar köle olarak yaşarlar. Tevrat'a göre bu süre şöyle verilmektedir: "İsrailliler Mısır'da dört yüz otuz yıl yaşadı. Dört yüz otuz yılın sonuncu günü RAB'bin halkı ordular halinde Mısır'ı terk etti."4
İsrail oğullarından olan Hz. Musa'nın ve kardeşi Harun'un(a.s), Cenab-ı Hakk tarafından peygamber seçilmesi ile birlikte Mısır'da başlayan Tevhidi süreç; Mısır firavunun, Hz. Musa ve Hz. Harun peygamberlerle olan çetin tebliğ mücadelesine sahne olur. Tebliğin bu çetin döneminde Hz. Musa'nın gösterdiği mucizelere rağmen Firavun küfründen dönmez. Kur'an'ı Kerim'e göre bu süreç içerisinde Cenab-ı Hakk'ın ona verdiği dokuz mucizeden "Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik..."5 Sekizi gerçekleşir.
Kur'an'da beyan edilen mucizelerden farklı olarak; Tevrat'ta, Hz. Musa'ya verilen mucizeler, Asa ve kayadan su fışkırma mucizesi hariç "on" tane olarak sıralanmaktadır.6 Firavun'un zalimliğinin, bütün bu mucizelere ve Hz. Musa ile Harun'un(a.s) İsrail oğullarını çölde dua etmek için isteklerine rağmen onları bırakmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Musa ile Harun'un(a.s) İsrail oğullarını bırakma isteklerini dile getiren kıssa sahnesi Tevrat'ta şöyle anlatılır: "Sonra Musa'yla Harun Firavun'a gidip şöyle dediler: "İsrail'in Tanrısı RAB diyor ki: 'Halkımı bırak gitsin, çölde bana bayram yapsın.'" Firavun, "RAB kim oluyor ki, O'nun sözünü dinleyip İsrail halkını salıvereyim?" dedi. "RAB'bi tanımıyorum. İsrailliler'in gitmesine izin vermeyeceğim." Musa'yla Harun, "İbraniler'in Tanrısı bizimle görüştü" diye yanıt verdiler, "İzin ver, Tanrımız RAB'be kurban kesmek için çölde üç gün yol alalım. Yoksa bizi salgın hastalık ya da kılıçla cezalandırabilir." Mısır Firavunu, "Ey Musa ve Harun, niçin halkı işinden alıkoyuyorsunuz? Siz de işinizin başına dönün" dedi,"7
Hz. Musa'nın gösterdiği mucizelerin en sonuncusunun gerçekleşmesinden sonra Firavun pes eder ve İsrail oğullarını, Mısır'dan yollayacağına söz verir. Kur'an bunu şöyle beyan etmektedir: "Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular." "Azap üzerlerine çökünce, "Ey Musa! Sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak İsrail oğullarını seninle göndereceğiz" dediler."8 Tevrat da Firavunun, İsrail oğullarını kendi rızasıyla bıraktığını işaret eder: "Aynı gece Firavun Musa'yla Harun'u çağırttı ve, "Kalkın!" dedi, "Siz ve İsrailliler halkımın arasından çıkıp gidin, istediğiniz gibi RAB'be tapın."9
Firavundan çöle gidiş izni alan Hz. Musa, Mısır'daki tüm İsrail oğullarının yanlarına alabilecekleri malları ile birlikte; Kenan diyarından Mısır'a ilk giriş ve iskân bölgesi olan Goşen/Ramses'de toplanmalarını bildirir. "İsrail oğullarının Mısır'a tek bir bölgede yerleşmiş olmayıp çeşitli yerleşim alanlarına dağılmış olduklarını ve özellikle Memfis'le10 Ramises arasındaki Goşen denilen topraklarda yaşadıklarını hatırlatmalıyız. Mısır'ı terk etme emri alınca Hz. Musa'nın (a.s) İsrail oğullarının oturdukları yerlere talimatlar gönderip halka hicret için hazırlıklar yapmalarını söylediği ve çıkış için belli bir gece tayin ettiği anlaşılıyor."11
Tevrat, İsrail oğullarının Mısır'dan hicret etme hazırlıklarını şöyle anlatmaktadır: "Dediğiniz gibi davarlarınızı, sığırlarınızı da alın götürün... halk mayası henüz katılmamış hamurunu aldı, giysilere sarılı hamur teknelerini omuzlarında taşıdı… İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkekle yaya olarak Ramses'ten(Goşen) Sukkot'a doğru yola çıktılar. Daha pek çok kişi de onlarla birlikte gitti. Yanlarında çok sayıda davar ve sığır vardı. Mısır'dan getirdikleri hamurla mayasız pide pişirdiler. Maya yoktu. Çünkü Mısır'dan kovulmuşlar, kendilerine azık hazırlayacak zaman bulamamışlardı."12
Tüm Mısır'da yaşayan İsrail oğulları, kadim iskân yerleri olan Goşen'de toplandıktan sonra Sukkot bölgesine oradan Etam'a geçerler. "Sukkot'tan ayrılıp çöl kıyısında, Etam'da konakladılar."13 Tevrat'ın, Sayılar kitabında, İsrail oğullarının yol haritası dolayısıyla deniz'den geçiş mevkii şöyle belirtmektedir: "İsrailliler Ramses'ten yola çıkıp Sukkot'ta konakladılar. Sukkot'tan ayrılıp çöl kıyısındaki Etam'da konakladılar. Etam'dan ayrılıp Baal-Sefon'un doğusundaki Pi-Hahirot'a döndüler, Migdol yakınlarında konakladılar. Pi-Hahirot'tan ayrılıp denizden çöle geçtiler. "14
Tevrat'ta geçen bu mevki adlarına rağmen, bu mevkilerin Mısır coğrafyasındaki tam karşılıkları belirsizdir. Yahudi ve Hıristiyan yorumcuları, bu mevkilerle ilgili olarak ihtilaf halindedirler. Bunun bir nedeni de İsrail oğullarının geçişine sahne olan denizin hangi deniz olduğunun belirsiz olmasıdır. Bundan dolayı bilhassa Pi-Hahirot, Migdol ve Baal Sefon'un yerleri, İsrail oğullarının deniz geçişlerindeki yerlerin kabullerine göre değişime uğramaktadır.
Yine Tevrat anlatımlarına göre bu esnada havada, gündüzleri bulut, geceleri ışık huzmesi olan bir sütun onlara yollarını göstermekte, onları çöl sıcağından ve gecenin karanlığından korumaktaydı. "Gece gündüz ilerlemeleri için, RAB gündüzün bir bulut sütunu içinde yol göstererek, geceleyin bir ateş sütunu içinde ışık vererek onlara öncülük ediyordu." "Gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu halkın önünden eksik olmadı."15
Hz. Musa yönetimindeki İsrail oğulları Mısır'dan hicretlerinden itibaren Cenab-ı Hakk'ın emriyle hareket etmekteydiler. Rota onun tarafından Hz. Musa'ya bildirilmekteydi ve en son konaklama emri, denizin kıyısında Baal Sefon'da oldu. "RAB Musa'ya, "İsrailliler'e söyle, dönsünler" dedi, "Pi-Hahirot yakınlarında, Migdol ile deniz arasında, Baal-Sefon'un(Baal-Zifon) karşısında deniz kıyısında konaklasınlar."16
Cenab-ı Hakk, İsrail oğullarına rotalarını bildirirken aynı zamanda Mısır Firavun'u ile İsrail oğullarının, Allah'ın emirleri karşısındaki her an isyan etme tavrını da sınamakta olduğu görülmektedir. Böylece Firavunun dönekliğini vurgulanırken, aynı zamanda sıkıntılı zamanlardaki İsrail oğullarının dönek tavırları da yeniden ortaya konmaktadır.
Bakınız, Cenab-ı Hakk'ın çizdiği rota hakkında, Firavunun düşüncesi ve sözünden cayışı olayı Tevrat'ta nasıl anlatılmaktadır: Halkın kaçtığı Mısır Firavunu'na bildirilince, Firavun'la görevlileri onlara ilişkin düşüncelerini değiştirdiler: "Biz ne yaptık?" dediler, "İsrailliler'i salıvermekle kölelerimizi kaybetmiş olduk!... 'Firavun:.. 'İsrailliler ülkede şaşkın şaşkın dolaşıyorlardır, çöl onları kuşatmıştır.'… "17 Firavun'a ait Tevrat metninde yer alan bu şaşkınlık ifadeleri; İsrail oğullarına, Mısır'dan çıkış iznini kendinin vermesine rağmen İsrail oğullarının bu büyük eylemi gerçekleştiremeyecekleri zannına dayandığını ihsas etmektedir. Kurtubî, Firavun'u kızdıran; İsrail oğullarının kemiyet olarak az bir topluluk olmasını şöyle tefsir etmektedir. "Az bir topluluk" önemsenmeyen küçük bir topluluk demektir.…el-Cevherî dedi ki: Bu, insanlardan bir kesim, herhangi bir şeyin bir parçası anlamlarına gelir, "Parça parça elbise, kumaş'" demektir, es-Sa'lebî şairin recez veznindeki şu beyiti nakleder: "Kış geldi ve elbiselerim eski püskü, Parça parça olmuş; yamalayıcı bundan, ötürü güler."18
İsrail oğulları, Mısır yüzeyindeki dağınık topluluklar olarak bulunmalarına, organize için yeterli imkânları olmamasına karşılık derin bir organizasyonla büyük bir hamle yapmalarına Firavunun içerlediği anlaşılmaktadır. Bundan dolayı Firavun ve Mele'si(ileri gelenler) İsrail oğullarının hicretinin, Mısır'a neye mal olacağını anlayınca kararlarından cayarlar. Kur'an'ı Kerim'de de ise bu olaya şöyle yer verilmektedir: "Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi: Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattir. (Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir. Biz ise, elbette uyanık bir cemaatiz. (diyor ve dedirtiyordu)"19 "…Bunun üzerine o(Firavun), askerleri ile birlikte onların peşine düştü."20 Kur'an'daki bu ifadelerden de Firavun ve Mele'sinin İsrail oğullarına hicret izni vermelerindeki pişmanlık ve sözlerinden cayma psikolojisi yansımaktadır.
Firavun'un, İsrail oğullarını Mısır'dan gönderme kararından dönmesi ve onları yakalamak ve cezalandırmak üzere takip etme olayı Tevrat'ta şöyle anlatılmaktadır: "Firavun savaş arabasını hazırlattı, ordusunu yanına aldı. Seçme altı yüz savaş arabasının yanı sıra, Mısır'ın bütün savaş arabalarını sorumlu sürücüleriyle birlikte yanına aldı. RAB Mısır Firavunu'nu inatçı yaptı. Firavun sevinçle ilerleyen İsrailliler'in peşine düştü. Mısırlılar Firavun'un bütün atları, savaş arabaları, atlıları, askerleriyle onların ardına düştüler ve deniz kıyısında, Pi-Hahirot yakınlarında, Baal-Sefon'un(Baal-Zifon) karşısında konaklarken onlara yetiştiler."21
İsrail oğullarının denizden geçişe doğru rotası:
Kur'an-ı Kerim'de, İsrail oğullarının, denizi nereden geçtiklerine dair bir yer tarifi yoktur. Tevrat kitaplarında anlatılan tariflerden ve verilen yer isimlerinden; denizin geçildiği yerin tam ve kesin bir tespitini yapmak da mümkün değildir.
İslam kaynaklarından;"Eski tefsirlerin hemen tamamında âyetteki "el-yemm" kelimesi Kızıldeniz diye anlaşılmıştır. Tevrat'ın Çıkış bölümünde ise sadece "deniz" kelimesi geçmektedir. Yine bu bölümde bazı coğrafî isimler verilmekteyse de bugün bu isimlerin nerelere tekabül ettiği kesinlik kazanmış değildir.22
İlk tefsircilerden Mukatil, İsrail oğullarının geçtiği denizin, Nil nehri olduğu yorumunu yapmaktadır. "İbrânice el-Yemm, "bahr" demektir, ki bu da Mısır'daki bir nehirdir… 'İsrailoğullarının bahrı (yani, Nil'i: Mısır nehrini) geçmelerini sağladık'."23 M. Reşîd Rızâ'da, Mukâtil'le aynı görüşü paylaşmaktadır: "Mûsâ ve yanındakilerin geçtiği, fakat Firavun ve askerlerinin boğulduğu denizin Nil nehri olması gerektiği kanaatindedir (IX, 98)."24
Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarındaki tariflerden, Yahudilerin; Hz Yusuf'tan beri öz yurtları olan Goşen'den, deniz kıyısına kadar olan rotalarını üç ayrı biçimde özetlemek mümkündür.
1-Goşen-Sukkot-Etam-Pi-Hahirot, Baal-Zepon ve Timsah gölü,
2-Goşen-Sukkot- Baal-Zepon ve Acıgöller,
3-Goşen-Sukkot-Etam-Migdol-Pi-Hahirot, Baal-Zepon ve Kızıldeniz(Süveyş körfezi burnu)
Kur'an-ı Kerim, Hz. Musa'nın, İsrail oğullarını geceleyin yürütmesini emrederek Mısır'dan kaçışı başlatmaktadır. "Andolsun ki biz Musa'ya: Kullarımla birlikte geceleyin yola çık.."25 Bu kaçış, Tevrat'ta ismi verilen Succot, Etam, Migdol gibi mevkilerden değil de Goşen diyarından itibaren kabul edilirse; Goşen-Timsah gölü mesafesi 60-80 km arasıdır. Eğer seçilen rota Goşen ile Acıgöller rotası ise bu iki yer arasındaki mesafe 90-100 km'dir. Üçüncü rotadaki, Goşen, Kızıldeniz Süveyş körfezi burnu arası mesafe ise 125-135 km arasıdır.
Yaya olarak güneşin doğuşunda hareket eden İsrail oğullarının, tüm gece ve ertesi günün; Firavun ve ordusunun onlara yetişmesine kadarki günün ilk saatlerine kadar aldıkları mesafe ile denizin kenarına Baal-Zepon'a vardıkları kabul edilmelidir.
Tevrat'a ve Yahudi-Hıristiyan ilahiyatı kaynaklarına göre; Mısır'dan çıkış'ın yani "Mısır'dan Hicret" harekâtının başlangıç noktası, İsrail oğullarının "Kenan"dan sonra Mısır'daki ilk toprakları "Goşen" olduğunda ittifak olduğu gibi; deniz geçiş öncesi kıyıda mola verdikleri ve burada iken Firavun'un ordusuna yakalandıkları son yer "Baal-Zepon" mevkiinde de ittifak vardır.
İsrail oğullarının, denizden geçmeden evvel son defa konakladıkları ve tam bu sırada Firavun ve ordusuna yakalandıkları Baal-Zefon'un o dönem Mısır inançlarında önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. "Baal-Zepon: Kızıldeniz kenarında Mısırlı bir yerleşim merkezidir. Her ne kadar bir Mısır şehri mi yoksa Mısır Tanrısı Ba’alat Zaphon’mu kesin olmayan bu ismin Phenician’ca bir Tanrı adıyla bağlantısı doğrudan kurulmaktadır. Baalzephon idolü / Tanrısı; Musa'nın Tanrısı, Mısır üzerine 10 baş belası gönderdiğinde ki bu belalar insanları ve hayvanları öldürmüyordu aynı zamanda idolleri / Tanrıları da yok ediyordu, sadece zarar görmeden kalan tek Tanrıydı. Firavun, Baal-Zephon (çıkış14/ 9), yakınlarında İsraillileri sıkıştırdığı zaman şöyle dedi: “Bu Tanrı gerçekten güçlüdür ve İsraillilerin Tanrısının onun üzerine gücü yoktur”. Fakat Tanrı kötü Firavun’un ona bağlılığını artırmak için kasıtlı olarak Baal-Zephon’u bağışladı (Mek., Beshallah, 2; Bo, 13)."26
Dolayısıyla denizden geçiş noktası olarak seçilen Baal-Zepon'un; özellikle ve Firavun'un ve ordusunun boğularak yok olmasından sonra gerideki Mısır halkının putperest inançları üzerinde etki yapabilmesi için Cenabı Hakk tarafından özellikle seçilmiş bir mevki olduğunu gözlemlemek mümkündür.
Mısır'ın başkenti Memfis'ten yola çıkan Firavun ve ordusunun, İsrail oğullarına yetişmek için kat edeceği mesafe her üç rota için yaklaşık 130 km'lik hemen hemen aynı oranda bir mesafedir. Kur'an'ı Kerim, Firavun ve ordusunun güneş doğarken yola çıktığını bildirmektedir. "Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler."27
Savaş arabaları ile donanımlı bu ordunun, çok hızlı olduğu varsayıldığında, İsrail oğulları ile aralarındaki mesafeyi kat etmesi için çok uzun bir süre gerekmemiş olsa gerektir.
Dolayısıyla şu tespiti yapmak zorundayız. Kur'an, İsrail oğullarının kaçışı için Cenabı Hakk'ın geceleyin hareket edilmesini emrettiğini bildirmektedir. Tevrat verilerine göre milyonları bulan Hicret kafilesinin; çoluk, çocuk, yaşlı ve yüklerle çok uzun mesafeler yol alamayacağı aşikârdır. O halde İsrail oğullarının hareket ettiği yer ile denize ulaştığı yer arası mesafe bu kemiyet ve keyfiyete dikkat edilerek karara bağlanması gerekmektedir..
Mevdudi'ye göre İsrail oğullarının deniz geçişi Süveyş körfezinden yani Kızıldeniz'den uzakta olan Acıgöller28 denilen mevkiden olmuştur. "İsrailliler Kızıldeniz'i, muhtemelen şimdiki Süveyş ili ile İsmailiye arasında bir yerden geçerek yolculuklarını o zamanlar Mısır'ın hâkimiyeti altında olan yarımadanın güneyine doğru, kıyı boyunca sürdürdüler."29
Benzer bir tez'de İsmail Yiğit tarafından gündem edilmektedir. "Süveyş körfezi o dönemde Acı göllere (el-Buhayratü'l- mürre) veya ona yakın bir mevkie kadar uzanıyordu. Hz. Musa ve İsrail oğulları işte körfezin bu noktasından geçmiş olmalıdır. Diğer bir ifadeyle, Uyûnu Musa diye bilinen mevkiinin kuzey kesiminden, Süveyş şehrine uzak olmayan bir mıntıkadan, şehir ile Acıgöllerin arasından geçmişlerdi. Bazı kaynaklarda, denizden geçiş noktası olarak, Mısır'ın Akdeniz sahillerinde bir koy gösterilmiştir."30
Bütün bunlardan sonra şu önemli tespiti yapmak zorundayız. İsrail oğullarının denizi geçiş mevkilerinin tam ve kesin yeri belli değildir. Bunun ne önemi var denilecek olursa; bazı tefsirlerde yer alan; "Kızıldeniz’i geçme olayının, bu denizin bugün Süveyş kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda gerçekleştiği anlaşılıyor. Olayın yaşandığı çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi’nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi. Denizin geri çekilmesi (cezir) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte, bu durumdayken ani ve şiddetli bir deniz kapanması (med) ile bütünüyle sulara gömülmekteydi. Olayın böylesi bir anda yaşandığı anlaşılıyor."31 Gibi indî yorumlarla denizin yarılma mucizesini reddedip, bunu denizde meydana gelen tabii/doğal bir Med-Cezir olarak yorumlamak asla mümkün olmayacaktır deriz.
İsrail oğullarının geçişi ile ilgili rotalara ait kendi çizdiğimiz haritayı yazı bitiminde aşağıda sunuyoruz.
Hz. Musa ve İsrail oğullarının Firavun ordusu ile Kızıldeniz arasındaki durumu:
Tevrat'a göre son olarak deniz kıyısındaki Baal-Zepon'da konaklayan İsrail oğulları, deniz suları ile Firavun'un ordusu arasında sıkışıp kalırlar. Firavun'un ordusu, İsrail oğullarını yakaladık diye sevinçle onlara doğru ilerlerken "Mısırlılar Firavun'un bütün atları, savaş arabaları, atlıları, askerleriyle onların ardına düştüler ve deniz kıyısında, Pi-Hahirot yakınlarında, Baal-Sefon'un(Baal-Zepon) karşısında konaklarken onlara yetiştiler."32; İsrail oğulları ise, Firavun ordusu ile deniz arasında sıkışmanın verdiği umutsuzlukla; Firavun ordusu ile savaşmak veya Allah'a dua edip ondan yardım istemek gibi seçenekler dururken, Hz. Musa'ya serzenişte bulunurlar. Feryat etmeye başlarlar.
İsrail oğullarının düştüğü bu kaotik ortamı bakın Tevrat'ın Çıkış kitabında nasıl anlatılmaktadır: "Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlılar'ın arkalarından geldiğini görünce dehşete kapılarak RAB'be feryat ettiler. Musa'ya, "Mısır'da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?" dediler, "Bak, Mısır'dan çıkarmakla bize ne yaptın! Mısır'dayken sana, 'Bırak bizi, Mısırlılar'a kulluk edelim' demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılar'a kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu."33
Oysa İsrail oğulları, hayli mübalağalı olduğuna inandığımız Tevrat verilerine göre; Mısır'dan oldukça kalabalık "..İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkekle…"34 ve "…silahlanmış olarak çıkmışlardı..."35 Buna rağmen "..altı yüz bin kadar erkek…"e sahip olan İsrail oğulları; Firavun ordusuna karşı savaşma cesareti gösteremedikleri gibi Hz. Musa'nın denizi geçecekleri müjdesine rağmen yine de Allah'a ve Hz. Musa'ya karşı dönek ve sitemkâr tavırlarından vazgeçmemişlerdir.
Hz. Musa, kendisine yönelen İsrail oğulları serzenişlerinin, Cenab-ı Hakk'a isyan noktasına geleceğini tahmin etmektedir. bu yüzden İsrail oğullarını sakinleştirmeye çalışır. "Musa, "Korkmayın!" dedi, "Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün. Bugün gördüğünüz Mısırlılar'ı bir daha hiç görmeyeceksiniz. RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter."36 Kur'an-ı Kerim'de ise Musa'nın(a.s) bu çabaları şu şekilde beyan edilmektedir: "İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: İşte yakalandık! Dediler. Musa: Asla! Dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir."37
Kızıldeniz ile Firavun ordusu arasında kalan İsrail oğullarının yaşadığı kaotik ortama Allah'ın müdahalesi Tevrat'a göre şöyle olmuştur: "Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat. Sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler."38
Kur'an-ı Kerim'de bu olay nasıl kıssa edilmekte bakalım: "Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! Diye vahyettik. Derhal yarıldı, her parçası koca bir dağ gibi oldu."39 "Andolsun ki biz Musa'ya: …(boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik."40
Deniz'in yarılma sahnesinde, Kur'an ve Tevrat'ta göre; Kızıldeniz'i geçmek için dört aşamalı bir eylem ortaya çıkmaktadır. 1-Allah'ın Musa'ya(a.s) vahyi. 2-Hz. Musa'nın değnekle (Asa) denize vuruşu. 3- Kızıldeniz sularının ikiye ayrılması. 4- Deniz içinde açılan geçit'in tabanında kuru toprak zemin oluşması.
Görüldüğü gibi Kızıldeniz'in yarılma mucizesi Kur'an ve Tevrat tarafından aynı ahenkli anlatımla ve aynı argümanlarla kıssa edilmektedir. Denizin yarılması tamamen Allah'ın güdümünde gerçekleşmektedir. Tevrat'ta bu husus şöyle açıklanır: "RAB Musa'ya, "İsrailliler'e söyle, dönsünler" dedi, "Pi- Hahirot yakınlarında, Migdol ile deniz arasında, Baal-Sefon'un karşısında deniz kıyısında konaklasınlar… Firavun'u inatçı yapacağım. Onların peşine düşecek. Böylece Firavun'la ordusunu yenerek yücelik kazanacağım. Mısırlılar bilecek ki, ben RAB'bim." İsrailliler söyleneni yaptılar."41
Gerçekleşen bu mucizenin vasıtası ise Hz. Musa değil onun Asa'sıdır. Dikkat edildiğinde Deniz ile Firavun ordusu arasındaki sıkışma anında Allah ondan elindeki Asa'sı ile denize vurmasını istemektedir. Tıpkı Firavun ile ilk karşılaşmalarında ve Firavun'un sihirbazları karşısında Asa'sını atması emrinde olduğu gibi…
Deniz'in yarılmasında aşamalar:
a-Hz. Musa'nın Asa'sı:
Hz. Musa'nın Asa'sı daha öncede üç kere mucize göstermiş kutsal bir nesnedir. Bunlardan birincisi Medyen dönüşü Tuva vadisinde iken Allah ile mükâlemede bulunduğu ve ilk vahyi aldığı esnada olmuştur.
İkinci mucize ise Hz. Musa ve Hz. Harun'un risaletle görevlendirildikten sonra ilk defa Firavun ile diyalogda bulunduklarında gerçekleşmiştir. "Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? Dedi. Firavun: Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu! Diye karşılık verdi. Bunun üzerine Musa asasını atıverdi; bir de ne görsünler, asa apaçık koca bir yılan."42
Üçüncü defaki mucize, Firavun ve Mısır halkının toplandığı bir günde gerçekleşmiştir. "Biz de Musa'ya, "Asanı at!" diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. "Âlemlerin Rabbine iman ettik" dediler. "Musa'nın ve Harun'un Rabb'ine " dediler."43
Musa'nın(a.s) Asa'sı, deniz'in yarılması mucizesi sonrasında, çölde iken, beşinci defa İsrail oğulları için bir kaya'dan su fışkırtma mucizesine de vesile olacaktır. " Musa (çölde) kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! Demiştik. Derhal (taştan) on iki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi. (Onlara:) Allah'ın rızkından yeyin, için, sakın yeryüzünde bozgunculuk etmeyin, dedik."44
Tüm bu mucizelere vesile olan Hz. Musa'nın Asa'sının önemi hakkında Tevrat'ta şöyle bir ifade bulunmaktadır ki, bu ifade Asa'nın denizi yarma mucizesindeki işlevini çok iyi bir biçimde açıklamaktadır. "Bu değneği eline al, çünkü belirtileri onunla yapacaksın."45 Bütün bunların sonucu olarak deniz'in yarılması ve birleşmesi esnasında etken bir nesne olan Hz. Musa'nın Asa'sının mucize vesilesi olmasını ve denizin yarılması öncesi ve sonrasındaki diğer dört ayrı mucize anlatımlarını göz ardı edemeyiz.
Kur'an'ı Kerim'de ise çeşitli surelerdeki ayetlerde değişik varyantlarla tekrar edilen Asa mucizesi sonucu gerçekleşen sihirbazların iman etme olayı, Hz. Musa'nın Asa'sının denizi yarma fiilindeki etken konumuna dikkatlerimizi yöneltmektedir. Dolayısıyla deniz'in yarılması olayının da diğer Asa sahnelerinde kıssa edilenler gibi mutlak bir mucize olduğunu bize ihsas etmektedir. Razî, denizin ikiye ayrılmasındaki Hz. Musa, Asa ve Vahiy kombinasyonunu şöyle tefsir etmektedir: "Hz. Musa (a.s), (Kızıl) denizin kenarına ulaşınca: "İşte burada emir olundum" dedi. Daha sonra denize, "Haydi ayrıl, ayrıl" dediyse de, deniz ayrılmadı. Derken Allah Teâlâ ona, denize asâ ile vurmasını vahyetti. O da ona vurdu ve deniz açılıverdi. "46
Asa'nın denizi yarması mucizesi hem feryat eden İsrail oğullarının Allah'a isyankâr tavırlarını düzeltmelerini sağlamış ve hem de Firavun'un iman etmesine neden olmuştur. Tıpkı Firavun'un sihirbazlarının iman etmeleri örneğinde olduğu gibi.. Kur'an'da bu husus şöyle belirtilmektedir.".. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!" dedi."47
Tevrat'ta ise Firavun'un imanına değinilmez ancak İsrail oğullarının inanç psikolojisine yer verilir: "RAB'bin Mısırlılar'a gösterdiği büyük gücünü görünce korkan İsrail halkı, RAB'be ve kulu Musa'ya güvendi."48
b-Denizin yarılması mahiyeti:
Hz. Musa'nın, Allah'ın emri ile Asa'sı vasıtasıyla vurduğu Kızıldeniz'in, ikiye ayrılması olayını ve ayette geçen unsurları ayrıntılı olarak inceleyelim. Şuara suresinde geçen denizin yarılması ayeti şöyledir: "Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahra. fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm" " Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı, her bölük koca bir dağ gibi oldu."49
Ayetin tefsirinde İbn Kesir şu tespitleri yapmaktadır: " 'O, hemen yarıldı ve her parçası yüce bir dağ gibi oldu.' İbn Mesud, İbn Abbas, Muhammed İbni Kâ'b, Dahhak, Katâde ve başkaları ayetteki "tavd" kelimesini, dağ ile açıklamışlardır."50 Zuhayli bu ayetin tefsirinde şunlara yer verir: "Bir anda deniz yarılıverdi." Ayette hazif yoluyla îcaz yapılmıştır. Yani Musa asâsıyla denize vurdu. Bunun üzerine deniz yarılıverdi, demektir. "Büyük bir dağ gibi" ifadesinde teşbih-i mürsel ve mücmel vardır. Benzetme edatı zikredilmiş, benzetme yönü hazfedilmiştir. Sebatı ve dimdik durması hususunda dağ gibi demektir ."51
Mevdudi, Kızıldeniz'in yarılmasının anlatıldığı bu ayeti şöyle tefsir etmektedir: "Tavd, "yüksek dağ" demektir. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Musa (a.s), asasıyla denize vurur vurmaz, deniz ayrılarak sular iki dağ gibi iki tarafa yığılmış ve yüz binlerce göçmenden oluşan İsrail oğulları kervanları sağ salim karşıya geçinceye ve Firavun'la orduları denizin ortasına ulaşıncaya kadar o halde kalmıştır. Denizin yarılarak suların yüksek dağlar gibi iki yana yığılması ve bu şekilde uzun süre kalması gibi bir olaya, tabii yolla, ne kadar güçlü olursa olsun, bir fırtına veya tayfun yol açamaz… Açıkça bir mucizeydi bu. Böyle iken, bunu tabii bir olay gibi yorumlamaya çalışanların görüşü bir yanılgıdan başka bir şey değildir."52
Tefsirlerde, denizin iki ayrı parçaya ayrıldığını ifade eden "firkın" kelimesi için; "'Hani Biz, sizin için denizi yarıp sizi kurtarmıştık.'' Deniz yarılmış, her bir tarafı kocaman bir dağ gibi olmuştu. Ayet-i kerimede geçen "fark" ayırmak demektir. Saçın ayrıldığı yere de "fark" denildiği gibi, Furkân kelimesi de bu kökten gelmektedir. Çünkü Furkân hak ile batılı birbirinden ayırır."53 Denmektedir.
Hz. Musa, Asa'sı ile denizi iki parçaya ayırdığı anlatımını, Şuara suresi haricinde Duhan suresinde de görmekteyiz. "Vetrukil bahre rehven, innehum.." "Denizi açık halde bırak..."54
Bu aşamada şu önemli hususun altını çizmemiz gerekmektedir. Denizin yarılmasında olduğu gibi kapanmasında da "Med-Cezir" ya da "Gel-Git" gibi doğal/tabii bir olay hâkim olmuş olsa idi; Cenabı Hakk'ın, Hz. Musa'ya denizi "kapamaması gibi bir emri vahyetmesi gerekmezdi diye düşünüyoruz. Bu da denizin yarılma ve kapanmasını "Med-Cezir" olayı tarzında "rasyonal" açıklamayı mümkün kılmamaktadır kanaatindeyiz.
Deniz'in ikiye ayrılarak her iki su parçasının sed/duvar halinde kalması anlatımı Tevrat metninde de yer almaktadır. "Musa elini denizin üzerine uzattı. …Sular ikiye bölündü. İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu."55 "Burnunun soluğu(öfken) karşısında, sular yığıldı bir araya. Kabaran sular duvarlara dönüştü, denizin göbeğindeki derin sular dondu."56 Tevrat'ta tasvir edilen her iki su kütlesinin boyu öyle yüksektir ki, suların birleşmesi tasvirinde ayrık olan bu iki su kütlesinin, Firavun ordusu üzerine dönerek açılan boşluğu doldurduğu anlatılmaktadır. "RAB Musa'ya, "Elini denizin üzerine uzat" dedi, "Sular Mısırlılar'ın, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün."57
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb adlı tefsirinde, İsrail oğullarının geçişi için Kızıldeniz'in yarılma mucizesini beşe tasnif ederek anlatmaktadır biz ikisini alıntılayacağız: "Denizin bu hali alması şu birkaç açıdan mucizedir: 1)O suyun bölünüp ayrılması bir mucizedir. 2)O suyun, denizin her bir tarafının üstünde bir araya gelip, böylece de adeta bir dağ oluvermesi de bir mucizedir. Çünkü bu bölünme sebebiyle yerinden oynatılan o suyu, Cenâb-ı Hakk'ın yayıp dağıtması, böylece de hiç olmamış gibi olması da mümkündür. Binâenaleyh o su iki tarafta birikip (bir kütle oluşturunca), bu mucizeyi te'kid etmiş oldu…"58
Kızıldeniz'in yarılma olayını tefsir eden Mehmed Vehbi Efendi, Razî'nin tefsirine benzer şu yorumu yapmaktadır: "…Fahri Râzi'nin beyanı vechile Hz. Musa'nın bu minval üzere geçmesinde beş cihetten mucize vardır: Suyun parçalanıp yol olması; suyun salâbetli bir dağ gibi birbiri üzerine yığılıp durması; Benî İsrail geçinceye kadar Firavun'un askerinin zulmet içinde hapsolup kalması; dağlar gibi parçaların aralarından geçerken suyun billur gibi olup Benî İsrail'in birbirini görmesi ve Firavun ve askerinin tamamen denizin içine girinceye kadar suların salâbetini kaybetmemesidir."59
c- Deniz içinde açılan geçit'in tabanında "kuru toprak" zemin oluşması.
Deniz'in yarılması ile birlikte önemli bir husus daha gündeme gelmektedir. Yarılan denizden boşalan suların açıldığı yolun, "kuru satıh" olması.
Öncelikle deniz teriminin neyi ifade ettiği üzerinde duralım. "Fentekamnâ minhum fe agraknâhum fîl yemmi biennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn" "Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk."60 Ayetinde geçen "yemmi" kelimesine Razî şu manaları vermektedir. "Yemm kelimesi, "deniz" demektir. Keşşaf sahibi şöyle der: "Yemm", dibine ulaşılamayan deniz demektir. Bu kelimenin, denizin en derin ve suyunun en çok olduğu kısmı manasında olduğu da söylenmiştir. Bu kelime, "teyemmüm" (yönelmek, kastetmek) masdarından türetilmiştir. Çünkü su arayanlar, ona yönelirler." Dolayısıyla Hz. Musa ve Harun önderliğindeki İsrail oğullarının geçtikleri deniz; M.Esed'in tasvir ettiği ve İ.Eliaçık'ın da M. Esed'den alıntı yaparak ancak kaynak vermeden aynen kullandığı şu ifadeleri nakzeder. "Kızıldeniz’i geçme olayının, bu denizin bugün Süveyş kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda gerçekleştiği anlaşılıyor. Olayın yaşandığı çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi’nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi. Denizin geri çekilmesi (cezir) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte, bu durumdayken ani ve şiddetli bir deniz kapanması (med) ile bütünüyle sulara gömülmekteydi."61 Kaldı ki mezkûr bölgede bu gün açılan Suveyş kanalı ile Kızıldeniz ile Akdeniz arasında büyük bir deniz yolu oluşmuş ve dev yük ve yolcu gemileri rahatlıkla yol almaktadır.
Bizce Kur'an ve Tevrat'ta resmedilen bu durum deniz'in açılan sularının "Med-Cezir" marifetiyle çekilen sular sonucu sığ bir satıh ortaya çıkarmasına değil, iki tarafı sütun gibi suların dikili olduğu tünel şeklinde bir yola işaret etmektedir.
Kur'an'ı kerim'deki ayette şöyle bu durum şöyle ifade edilmektedir: "..fadrib lehum tarîkan fîl bahri yebesâ." "…onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik."62 "Ayetteki, "Onlara denizde kuru bir yol aç"ifadesine gelince, bu hususta şu iki izah yapılabilir: 1) Buradaki "darb" (vurma) fiili, "ca'l" (kılma, yapma) manasınadır. Bu, Arapların, "O, ona malından bir hisse "darbetti" yani "ayırdı" ve "Darbu lebin (kerpiç dökmek) onun işidir" sözlerinden alınmadır. 2) O, onlar için, asası ile denize vurarak bir yol açtı. Bu, "Hz. Musa (a.s) denize asası ile vurdu ve deniz yarıldı" demektir. Bu manaya göre, buradaki "darb" (vurma) fiili, "tarik" (yol) kelimesini mef'ûl olarak almıştır. Velhasıl ayetteki yol vurma (yol açma) ifadesi ile, Hz. Musa (a.s)'ın, vurarak yolu kurutması manası kastedilmiştir. "63
Ayette geçen “'Onlara denizin ortasında kupkuru (güvenli) bir yol tutuver (idrib)' ifadesini, Taberî: 'onlara denizin ortasında kuru bir yol seçiver (ittehiz)' şeklinde yorumlamaktadır."64 Kızıldeniz'in suları açılırken, tabandaki bataklıktan yürümenin mümkün olamayacağından dolayı Cenab-ı Hakk denizden açılan yolun kuru olmasını emretmektedir. Bu konuda Razî şunları kaydetmektedir: "Yolun kuru olduğunu belirterek... Kuru manasındaki "yebesan" kelimesi, "yabısen" ve "yebsen" şeklinde de okunmuştur. Bunu yâbisen şeklinde okuyan "yol" manasına almış olur. Bunun bâ'nın herekesi ile "yebesen" şeklînde okunuşuna gelince bil ki, "yebes" ve "yabis" aynı manaya olup, "Kupkuru yol" demektir. Bu kelimenin, bâ'nın sükûnu ile okunmasına gelince, bu da, bunun harekeli şeklinin hafifleştirilmişidir. Buna göre mana, "O yolda, su bulunması şöyle dursun, ne cıvık çamur, ne de bir ıslaklık olmasın" şeklindedir."65
Bu noktada vurgulamamız gereken önemli bir husus daha çıkmaktadır. Kur'an'daki, denizin yarılma sahnesinin akabinde anlatılan "kuru yol" ifadesi kıssanın sebep-sonuç ilişkilerindeki üslubunu bize ihsas etmektedir. Öyle ki, yarılan deniz sonrası oluşan balçık tabanın yüz binlerce hatta milyonun üzerindeki İsrail oğulları, araçları ve yüklerinin geçişine elverişli olamayacağını bilen Cenabı Hakk, bu önemli ayrıntıyı bile vahiy ile çözümlemektedir." "…onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiştik." Tabii bir olay olan Med-Cezir sonrası "kuru bir toprak yol" oluşumu akıldan bile geçmezken mucize bir olay, Cenabı Hakk'ın emri ile gerçekleşmektedir..
Benzer bir konum da Tevrat da bulunmaktadır. Üstelik açılan denizde oluşan geçit'in tabanının kuru olması konumu defalarca tekrar edilerek vurgulanmaktadır. "Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat, sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler."66 "Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu."67 "…Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçtiler."68
Tevrat'ın İşaya kitabında ise denizin yarılması ve geçilmesindeki kuru yola şöyle işaret edilmektedir. "Denizi, engin suların derinliklerini kurutan, Fidyeyle kurtulanların geçmesi için Denizin derinliklerini yola çeviren sen değil miydin?"69
Kur'an ve Tevrat'ta yer alan sadece bu husus bile başlı başına mucize niteliği taşımaktadır. Açılan geçit'in tabii olarak yaş ve balçık olması gerekirken açılan bu geçit'in zemini, bir mucize eseri olarak "kuru toprak" haline gelmektedir. Görüldüğü gibi denizin yarılması ve geçiş için kuru yol olması tamamen Allah'ın emri ve mucizenin kısımları olarak gerçekleşmektedir. Cenab-ı Hak her şeyi tam ve eksiksiz olarak idare etmektedir.
S. Ateş, deniz'de açılan yolun mahiyeti ile ilgili şunları kaydetmektedir: "Allah, Musa'ya, geceleyin kullarını yürütmesini, denizde onlara kupkuru bir yol açmasını… buyurmuştur."70
Mevdudi bu konuda şu yorumu yapmaktadır: "Ve bu ayete göre deniz ikiye ayrılmış, kervanın geçmesi için iki kenarında duvar gibi suların yükseldiği kuru bir yol olmuştur. O halde bunun bir fırtına veya med-cezir şeklinde bir mucize sonucu meydana gelmediği apaçıktır. Çünkü su bu şekilde yükseldiğinde arasında kuru bir yol bırakan iki yüksek duvar şeklinde olamaz."71
Kızıldeniz'in kapanması, Firavun ve ordusunun helaki:
Bu aşamada şu tespiti yapmakta yarar vardır. Kızıldeniz "Med-Cezir" tabii olayı nedeniyle suları çekilip yol açılmışsa; Cenabı Hakk'ın, Hz. Musa'ya denizi açık bırakması ikazı gereksizdir. Eğer deniz kendi olağan tavrı ile cezir halinde geldi ise o zaman "Med" halinde olduğu tabii bir zamanda da sular eski yerine ulaşacak "Cezir" olacak demektir. Bu yüzden denizin açılmasına Hz. Musa'nın etkisi yoksa tekrar kapanmasına da etkisi olmaması gerekir düşüncesindeyiz. Üstelik "Med-"Cezir" tabii/doğal olayına uğrayan bir durumda suların bu "Med" hareketine yarılma değil "çekilme" tabiri kullanılırdı kanaatindeyiz.
Oysa denizin yarılmasının Hz. Musa'ya vahiyle ve onun Asa'sı marifetiyle gerçekleştiği anlatımında, denizin ikiye ayrılarak "her bölük koca bir dağ gibi oldu." Tasviriyle belirtilirken, suların tekrar kapanması da yine vahiyle ve Musa/Asa marifetiyle olmaktadır. Tevrat da bu eylem şu şekilde anlatılır: "RAB Musa'ya, "Elini denizin üzerine uzat" dedi, "Sular Mısırlılar'ın, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün. Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken RAB onları denizin ortasında silkip attı."72
Anlaşılacağı gibi deniz'in yarılmasında olduğu gibi tekrar sularının birleşmesinde de etken unsurlar; Allah'ın vahyi/Musa'nın Asa'sını kullanması/Asa'nın denizin sularına temasıdır. Bütün bunlar denizin açılmasında olduğu gibi kapanmasında da hareketi tetiklemektedirler. Oysa deniz'in, tabii/doğal bir olay olan "Med-Cezir" hareketi sayesinde yarılıp birleştiği kabulünde, Kur'an ve Tevrat da anlatılan ve Vahiy/Musa/Asa gibi olaya etken, tetikleyen ve yönlendiren unsurlar yer almamaktadır.
Cenab-ı Hakk, Hz. Musa'ya denizi açmasını söylediği gibi aynı zamanda kapamaması ikazını yapmaktadır. Yani olaylar tamamen Allah'ın kontrolündedir. Allah, Kızıldeniz'in yarılması ile İsrail oğullarını, Firavun'un zulmünden kurtarırken aynı zamanda aniden kapanması ile Firavun ve ordusunu da kendisine olan itaatsizlikleri nedeniyle helakine hükmetmiştir. Cenab-ı Hakk'ın tasarrufunda olan bu olaylar hakkında Hz. Musa'nın bilgisi olamazdı bu yüzden Musa'ya vahyederek olayı yönlendirmekteydi.
Firavun ve ordusunun denizde boğulma sahneleri Kur'an'da şöyle kıssa edilmektedir: "Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi."73 "Biz, İsrail oğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) "Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!" dedi… (Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan birçoğu, hakikaten ayetlerimizden gafildirler."74
Tevrat da yer almayan Firavun'un iman sahnesi son anda iman edenler açısından bir örneklik teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra daha evvel gördüğü mucizelere rağmen iman etmeyen Firavun'un deniz'de meydana gelen mucizeden ne kadar etkilendiğini de göstermektedir.
Kur'an'da anlatılan helak sahnesinin bir benzeri Tevrat'ta da yer almaktadır: " Geri dönen sular savaş arabalarını, atlıları, İsraillilerin peşinden denize dalan Firavun'un bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı. Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu. RAB o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlıların ölülerini gördüler."75
Bu safhada altını çizerek vurgulamamız gereken bir durum vardır. Tevrat'ta yer alamamasına rağmen, Kur'an'ı Kerim'de; deniz geçişi sonunda suların eski halini alması ile beraber Firavun'un boğulurken, Hz. Musa ve onun Rabb'ine iman etmesi anlatılmaktadır. Bizce bu önemli bir husustur. Kur'an, kendisinden önce inen Tevrat ve İncil'de bulunan kıssalardan bahsetmesine rağmen Kur'an'ın anlattığı kıssalarda farklılıklar bulunmaktadır. Spesifik olarak bu kıssa için örnek verirsek; Firavun'un boğulma sahnesi, Âlim kul ve Musa'nın seyahati gibi anlatımlar Tevrat'ta bulunmamaktadır. Bu durum Kur'an kıssalarının Hz. Muhammed tarafından, Tevrat'tan iktibas edilmediği ve aynı zamanda Cenabı Hakkın şu ayetlerde belirttiği gibi; "(Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin."76 "İşte bu gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin)."77 "İşte geçmiş olanların haberlerinden sana böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir verdik."78 Kur'an kıssalarının tamamen gaybı anlatımlar olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Sonsöz:
İsrail oğullarının, Mısır hicreti sonucu, denizin yarılma mucizesini de içeren başlarına gelen olayları anlatan bu kıssa ile Cenabı Hakk, Kur'an muhataplarına ne ders ve ibretler vermektedir bunun önemle üzerinde durmak ve fehmetmek, tefekkür etmek gerekmektedir.
Öncelikle Kur'an-ı Kerim, Tevrat'ta yer alan "Mısır'dan Çıkış" kıssasını, sadece tarihsel bir olayın tekrarı olarak bize ve kıyamete kadar tüm Kur'an muhataplarına anlatmamaktadır.
Kur'an'da anlatılan bu tarihsel ve dini kıssanın öncelikli amacı, Hz. Muhammed(s.a.v) çağdaşı olan ve resule karşıt Mekke ve Medine Yahudilerinin inançları ile yeni gelen vahiy arasında ortak nokta olduğunu hatırlatmaktır. Kur'an bu kıssa yoluyla, Tevrat ve İncil'in; Hz. Muhammed, İbrahim, Yakup, Musa ve Harun peygamberlerinin bir devamıdır mesajı vermektedir.
Aynı zamanda Musa(a.s) döneminde İsrail oğullarını, Firavun zulmünden kurtaran Allah ile Muhammed'in(s.a.v) Allah'ı birdir'in mesajıdır bu...
Kur'an'ın bu mesajları, geçmiştekilerde olduğu gibi günümüz Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerine de verilen benzer mesajdır.
Mekke Müslümanlarına, geçmişte Hz. Musa ve İsrail oğullarına yaptığı gibi yardımlarda bulunacağının bir mesajı verilmektedir.
İsrail oğullarının, "Mısır'dan Hicret"ine kadar olan döneme kadar "geceleyin yürüme" emri ile kavimlerinden kaçarak kurtulan resuller ve onlara uyan bir avuç Müslüman'ın kıssaları anlatılmaktaydı. Ancak bu anlatılan kıssalardan sonra Cenabı Hakk'ın, Musa ve Harun'a inanan belki de milyonlara varan veya aşan İsrail oğullarını kurtardığının, yani Allah'ın kendisine iman eden çok büyük kemiyetteki kitleleri de zulümden esenliğe çıkaracağının mesajı bu kıssa ile beyan edilmektedir.
Milyonlara varan nüfusa sahip günümüz kentleri hatıra getirildiğinde verilen bu mesajın değeri daha iyi anlaşılacaktır kanaatindeyiz.
Kronolojik olarak; Nuh, Ad, Semud, Lut, Medyen, kavimleri peygamberlerini yalanlamalarından sonra çok az bir itaatkâr gurup Müslüman hariç geride kalan çoğunluk inkârcıların helaki kıssaları anlatılırken; İsrail oğullarının "Mısır'dan Hicret" kıssası ile Musa'ya(a.s) uyan çoğunluğun kurtularak, sadece onlara zulmeden Firavun ve ona uyan ordusunun helaki anlatımından dersler çıkarmak gerekmektedir. Hem inananlar hem de inanmayan tüm Kur'an muhatapları -en başta Mekke müşrikleri ve onların ileri gelenleri- bu kıssadan dersler ve ibretler almalıdır.
Cenabı Hakk, kıyamete kadar her süreçte kendine inananlar için mucizeler, inkâr edenler için azablar hazırlayacaktır.
İsrail oğullarının Firavun ordusu ile deniz arasına sıkıştıklarında; yani iman ettikten sonraki ilk imtihanlarındaki; "Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlılar'ın arkalarından geldiğini görünce dehşete kapılarak RAB'be feryat ettiler. Musa'ya, "Mısır'da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?" dediler, "Bak, Mısır'dan çıkarmakla bize ne yaptın! Mısır'dayken sana, 'Bırak bizi, Mısırlılar'a kulluk edelim' demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılar'a kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu." Diye hemen Allah'a ve Hz. Musa'ya sızlanmaları psikolojisi şu ayetlerdeki Hz. Muhammed'e uyanlar arasında örneklik olmamış mıdır?
"Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz. Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."79
"Hatırlayın ki, (Bedir savaşında) siz vâdinin yakın kenarında (Medine tarafında) idiniz, onlar da uzak kenarında (Mekke tarafında) idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi. Eğer (savaş için) sözleşmiş olsaydınız, sözleştiğiniz vakit hususunda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helâk olanın açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helâk olması, yaşayanın da açık bir delille yaşaması için (böyle yaptı). Çünkü Allah hakkıyla işitendir, bilendir."80
"(Onların bu hali,) müminlerden bir gurup kesinlikle istemediği halde, Rabbinin seni evinden hak uğruna çıkardığı (zamanki halleri) gibidir. Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle tartışıyorlardı."81
"(Evet, bunların durumu), Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumuna benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarından ötürü helâk etmiştik ve Firavun ailesini (denizde) boğmuştuk. Hepsi de zalimler idiler."82
O halde İsrail oğullarının "Mısır hicreti" kıssası, tarihselliği yanında, kıyamete kadar tüm muhataplar için öğüt ve ibretlik vasfı çok daha önem kazanmaktadır değil mi?
Dipnotlar:
1. Tevrat/Tekvin47/6.
2. Tevrat/Tekvin47/11.
3. Tevrat/Tekvin47/27.
4. Tevrat/Çıkış12/40-41.
5. Kur'an/Isra17/101.
6. Haksöz dergisi, Ekim2008, Sayı.211, S.46.
7. Tevrat/Çıkış5/1-4.
8. Kur'an/Araf7/133-134.
9. Tevrat/Çıkış12/31.
10. Memfiş; Hz. Musa (a.s) zamanında Mısır'ın başkenti idi. Bakınız; Mevdudi, A.g.e, c.II, s.89.
11. Mevdudi, A.g.e, c.IV, s.29.
12. Tevrat/Çıkış12/32-39.
13. Tevrat/Çıkış13/20.
14. Tevrat/Sayılar33/5-8.
15. Tevrat/Çıkış13/21-22.
16. Tevrat/Çıkış14/1.
17. Tevrat/Çıkış14/3-5.
18. İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, c.XIII, s./22-27.
19. Kur'an/Şuara26/53-59.
20. Kur'an/Taha20/77-78.
21. Tevrat/Çıkış14/6-9.
22. D.İB. Kur'an yolu Türkçe meal tefsir, C.II, s.579.
23. Mukâtil bin Süleyman, Tefsîr-i Kebir, c.II, s.51-52.
24. D.İB. A.g.e, C.II, s.579.
25. Kur'an/Taha20/77.
26. Jewishencyclopedia, Baal-Zephon, s.387; http://www.jewishencyclopedia.com/view.jsp?artid=23&letter=B.
27. Kur'an/Şuara26/60.
28. Acıgöller; hâlihazırda Süveyş körfezinden oldukça uzakta bulunuyor, fakat eskiden deniz ile bağlantılı idi. Mevdudi, A.g.e, c.II, s. 89.
29. Mevdudi, A.g.e, c.II, s. 88.
30. İsmailYiğit, Peygamberler Tarihi, s. 451.
31. Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, c.II, s. 634; İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur'an, S. 225-226.
32. Tevrat/Çıkış14/9.
33. Tevrat/Çıkış14/10-12.
34. Tevrat/Çıkış12/37.
35. Tevrat/Çıkış13/18.
36. Tevrat/Çıkış14/13-14.
37. Kur'an/Şuara26/61-62.
38. Tevrat/Çıkış14/16.
39. Kur'an/Şuara26/63.
40. Kur'an/Taha20/77.
41. Tevrat/Çıkış14/17.
42. Kur'an/Şuara26/30-32.
43. Kur'an/Araf7/117-122.
44. Kur'an/Bakara2/60.
45. Tevrat/Çıkış4/17.
46. Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s.8.
47. Kur'an/Yunus10/63.
48. Tevrat/Çıkış14/31.
49. Kur'an/Şuara26/63.
50. İbn Kesir, Muhtasar Kur'an'ı Kerim tefsiri, c.III,s.1709.
51. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, c.X, s.445.
52. Mevdudi, A.g.e, c.IV, s.31.
53. İmam Kurtubi, A.g.e, c.II, s./81.
54. Kur'an/Taha44/24.
55. Tevrat/Çıkış14/21-22Tevrat/Çıkış14/29.
56. Tevrat/Çıkış15/8.
57. Tevrat/Çıkış14/26.
58. Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVII, s.331.
59. Mehmed Vehbi, Hülasat'ül Beyân, c.IX-X, s.3908.
60. Kur'an/Araf7/136.
61. Muhammed Esed, A.g.e, c.II, s. 634; İhsan Eliaçık, A.g.e, S. 225-226.
62. Kur'an/Taha20/77.
63. Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s.5-6.
64. Muhammed Esed, A.g.e, c.II, s. 634.
65. Fahruddin Er-Râzi, A.g.e, c.XVI, s. 6.
66. Tevrat/Çıkış14/16.
67. Tevrat/Çıkış14/29.
68. Tevrat/Çıkış15/19.
69. Tevrat/Yaşeya51/10.
70. S.Ateş, Yüce Kur'an'ın çağdaş tefsiri, c.V, s.439.
71. Mevdudi, A.g.e, c.III, s.261.
72. Tevrat/Çıkış14/26-27.
73. Kur'an/Taha20/78.
74. Kur'an/Yunus10/90-92.
75. Tevrat/Çıkış14/28-30.
76. Kur'an/Al-i İmran3/44.
77. Kur'an/Yusuf12/102.
78. Kur'an/Taha20/99.
79. Kur'an/Enfal8/45-46.
80. Kur'an/Enfal8/42.
81. Kur'an/Enfal8/5-6.
82. Kur'an/Enfal8/54.
YAZIYA YORUM KAT
Baal-Zepon Mısır tanrısı değil Babil Tanrısı...acaba Musa kıssası israiliyatta yanlış ve taraflı mı anlatılıyor...
Yanıtla (0) (0)Süveyş kanalı 19. yüzyıl sonunda açıldı. O tarihe kadar nehirdi ve nehirden karşıya geçiliyordu efendim buna ne dersiniz.düz yolda yürümüz gitmişlerdir ama bir fark var o bölge aynı zamanda bataklıktır.Mucize durumunu böyle değerlendirsek nasıl olur.
Yanıtla (0) (0)2.Musa’yla beraber olanlardan bir mü’mine soralım. Neler oldu?
Yanıtla (0) (0)“Uzun yıllardır Firavun ve hanedanı bize çok acılar çektirdi. Kendileri sefahat içinde yaşarken bize en aşağılık hayatı reva görüyorlardı. Tanrı’nın sözde oğullarına büyük mezarlar yapmakla, onların arazilerinde marabalık yapmakla hayatta kalabiliyorduk. Firavun, ordusu ve büyücüleriyle bizi öyle korkutuyordu ki ona karşı gelmeyi pek çoğumuz aklımızdan bile geçirmekten korkardık. Sonra bir zamanlar onun sarayında büyümüş biri onun zulmüne dayanamayarak bir askere halktan birine zulmettiği için yumruk atar ama Allah’ın işi adam ölür. Musa’da artık Mısır’da kalamayacağını anlayarak ülkeden uzaklaşır. Bu olayı ilk duyduğumuzda zaten Musa’yı bağrımıza basmayı çok istedik ama cesaret edemedik. Yıllar sonra Musa bize zaten içimize hiçbir zaman sindiremediğimiz Mısır’ın tanrılarına karşı çıktı, büyücülerin yalanlarını halkın gözü önünde ortaya koydu. Tek Allah’a iman etmemezi sadece O’na boyun eğmemizi söyledi. Söyledikleri ve yaptıkları Mısır’da öyle bir yankılandı ki aylarca gündem bu olmuştu. İman edenler iman etti, diğerlerinin küfrü ve azgınlığı arttı. Artık Mısır mü’minler için daha da yaşanmaz bir duruma geldi. Bize zulmetmek için her bahaneyi kullanmaya başladılar. Ve bizde Musa’nın karar verdiği bir günde Mısır’ı terkettik. Artık ya özgürlük ya da şehadet dedik. Peşimize düşeceğini bildiğimiz için bizde hazır çıktık. Tabi onlara göre sayıca ve silahça zayıftık ama korkmuyorduk. Kafirler biz gittikten sonra öyle paniklemişler ki apar topar peşimize düşmüşler. Allah kafirleri öyle şaşırtmış ki azgınlıklarının içinde suda boğuldular. Rabbimiz onları denize gömdü. Biz O’na dayandık O’na güvendik, bizim O’ndan başka velimiz yok.
Evet tekrar günümüze dönelim ve bu vakayı bir de Allah’ın mutlak doğru yorumuyla dinleyelim. Yazımızı uzatmamak için bunu okuyucuya bırakıyorum...
Kıssalarda anlatıcı elbette Allah’tır. Kuran kıssaları bir hikaye ya da tarihi olayların aynen aktarımı değildir. Tarihte geçmiştir hikaye değildir, ancak anlatım bizim alışık olduğumuz tarih anlatısından farklıdır.
Yanıtla (0) (0)Musa (a.s.) ve beraberindeki iman edenlerin karşısında Firavun ve ordusu yani kafirler vardır. Eğer Firavun ve ordusunun yok edilmesinden sonraki olaylara bir zaman tüneliyle geri dönsek ve bir gazateci gibi tarafların görüşlerini sorsaydık;
1.Önce kafirlerden birine soralım. Neler Oldu?
“ Musa ve beraberindeki vatan hainleri Yüce Tanrı’nın oğlu Firavun’a karşı asi geldi. Firavun da Musa ve beraberindekileri yola getirmek için çok uğraştı ama onlar bu güzel diyarı bir gece vakti topluca terketmeye kalktılar. Bu sayede ilerde Firavun’un düşmanı devletlerle işbirliği yaparak bir ordu kurmayı planladılar. En uygun günü uzun zamandır beklemişler ve Mısır’ı terketmişlerdi. Bu duruma çok kızan Firavun doğru dürüst plan yapmadan apar-topar onların üzerine yürüdü ve talihsizlik uzun süren yağışların oluşturduğu selle mahvoldular.Ama bu iş burda bitmeyecek vs.”
bana öyle geliyor ki sünnetullah ve adetullah kavramları konusunda da ciddi ihtiyaç var. adetullah adeta kutsanıyor. halbuki adetullah diye adlandırılan ve bu tabirle kastedilen alemde cari olan maddi yasalar, sünnetullah denilen ilahi prensipler gereği yalnızca mucizevi olaylarda değil, her zaman ve sürekli ve biz farkında olmaksızın hususi ilahi icraatlarla mütemadiyen delinmektedir. aksi halde mesela insanların iyi veya kötü hallerinden dolayı gelen ilahi ikramlar ve cezalar mekanik yasalarla izah edilemez.
Yanıtla (0) (0)selametle
Selamün aleyküm, Yayına girecek yeni yazımızın girişinden bir paragraf sunarak, sorularınızın cevapları üzerinde "ÇAĞDAŞ TEFSİRLERDEKİ "İSRAİLOĞULLARININ DENİZ GEÇİŞİ KISSASI" YORUMLARI ÜZERİNE" başlıklı bu yazımız içerisinde duracağımızı belirtelim.
Yanıtla (0) (0)*******************
"Bir evvelki "Deniz Yarıldı mı Yoksa Med-Cezir'e mi Uğradı?" yazımızda bu kıssanın bilhassa tarihsel ve mucize tarafı hakkında detaylı yorumlarda bulunmuş ve klasik tefsir kaynaklarındaki yorumları aktarmıştık. Bu yazımızda ise bilhassa son dönem ki; biz bunu "çağdaş" olarak verdik, meal ve tefsir kaynaklarındaki aykırı görüşler üzerine ayrıntılı olarak duracağız."
****************************
Dolayısıyla klasik yada kadim tefsirlerde bulunmayan "uç" ların nasıl Kur'an, Tevrat ve iddia ettikleri rasyonalite ile aykırı düştüğünü ve müelliflerin nasıl çelişkide olduklarını irdeleyeceğiz. Haber verelim, biz durmuyoruz, araştırıyoruz ve cevaplıyoruz! İnşaallah....Allah'a emanet olun.
"Geçmiş ulemaya rağmen olmadık "rasyonal" yeni şeyler üretetip sizleri böyle "uç" şeyler yazdırtıp yazışan yorumcuların arasına girip "parazit"e vesile olanlara dair yeni yazımız..."
Yanıtla (0) (0)sayın cengiz bey sizin bu cümlelerinizi pek anlamıış değilim.acaba yorum yapanların basitliğinden mı bahs ediyorsunuz?
eğer öyle bir şey söylemek istiyorsanız çok ayıp.
"uç" şeyler yazdırtıp yazışan yorumcular...
muhterem hocam! siz niye bu "uç" şeylerle ilgili görüşünüzü veya hakemliğinizi ortaya koymadınız.ben sizi de okuyacaktım. tıpkı bunları okuduğum gibi.
"uç" şeylere kulağı tıkamak mı lazım irdelemek mı lazım bari onu da sizden öğrenseydik. selamlar muhterem hocam.
"Bir grup Medine’ye gelerek Müslüman oldular. Medine’nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve sidiği içmelerini öğütledi" (buhari)
Yanıtla (0) (0)said mansur kardeş! 1400 sene önceki insanlardan bahs ediyoruz, o zman deve sidiği içmek normal kabul ediliyordu diyor. ola bilir. o insanlar deve sidiğini içmeyi normal kabul edebilirler . peki,peygamber tedavi olunmalarında onlara niye deve sidiğini içiriyor? necis olan şeyde şifa yoktur diyen bir peygamber, insanlara deve sidiğini içirerek paradoksi biri olmaz mı? bunuda "ve ma yentiku anıl hava"
Allah, kendisine vahy ederek deve sidiğini içir. ayetine götürerek onaylattırma cihetine gitmeye...
Ha bu ara başkalarını bir şeyler uydurmakla, sansasyon üretmekle uğraşıyor olarak değerlendirmeniz şık olmamış ve kesinlikle itirazım var, bunu da ilave edeyim.
Yanıtla (1) (0)Hep söyledim, takdir edilecek işler yapıyorsunuz ama itiraza mahal verecek söylemle birlikte.
Keşke, iddialarınızı “en iyisini Allah bilir” diye bir kayıt düşürerek bitirseydiniz.”Çaba bizden, tevfik ve hidayet Allah’tan” diye noktalasaydınız. İnanın daha makbul olurdu.
Selam hidayete tabi olanlara olsun ki birbirimizden bu anlamda şüphemiz yok değil mi, sayın dostum, sayın kardeşim?
Ne parazitiz, ne de öyle sandığınız gibi üstadımız var!
Yanıtla (0) (0)Kıyamet günü hesap sorulduğunda,beni yalnız bırakacakları kuvvetle muhtemel, topraktan (acz içindeki)yaratılmışları rehber edinecek kadar kendimizden de geçmedik daha…
Bir başka insan, topraktan yaratılmış Peygamberimiz rehberimizdir elbette ama onun sözlerinin nerelere hamledildiği de gün gibi ortada.Kur’an ise metin olarak ve mevsuk bir şekilde çok şükür ki elimizde ama onu anlamada da şekilde görüldüğü gibi kavram ve dolayısıyla anlam karmaşası içindeyiz.
Devam edeyim, başkalarına sorumluluk yükleyecek kadar da bencil değiliz…
Aklımızı mutlaklaştırıp, kendi nefsini ilahlaştıranlara benzemeye ise asla niyetimiz yok…
Bilmem anlatabildim mi sayın kardeşim…
Siz meydan okuyun, size göre meydan boş nasıl olsa…
İddianızın sizi nereye götürdüğünüzün farkında olunuz, bu bir dost, bu bir kardeş tavsiyesi. Yarın iddianızın altında kalacağınız veya pişman olabileceğiniz şeyleri asla ve kat’a söylemeyiniz. Ama bu söylem, bu iddialar size geri adım attırmayacak, öyle anlaşılıyor… Ne diyelim, Allah’tan ümit kesilmez.
Ta baştan beri söyleyip duruyorum, size, bize, ona, buna vahiy gelmiyor, söylenenlere göre de gelmeyecek diye. Kavram/kelimelere verdiğiniz anlam, Kur’an’ı okuyuş biçiminiz (kızdırmak ve üzmek için asla söylemiyorum) ,indi mülahazalardan öte bir anlam taşımaz… Bu garip bir durum da değildir, yani olması gerekendir…
Olmaması gerekense, sizin gibi dostların görüşlerini mutlaklık içerisinde beyan etmeleri, olmazsa olmazlara getirmeleridir.
Ha bu ara başkalarını bir şeyler uydurmakla, sansasyon üretmekle uğraşıyor olarak değerlendirmeniz şık olmamış ve kesinlikle itirazım var, bunu da ilave edeyim.
Hep söyledim,takdir edilecek işler yapıyorsunuz ama itiraza mahal verecek söylemle birlikte.
Keşke, iddialarınızı “en iyisini Allah bilir” diye bir kayıt düşürerek bitirseydiniz.”Çaba bizden, tevfik ve hidayet Allah’tan” diye noktalasaydınız. İnanın daha makbul olurdu.
Selam hidayete tabi olanlara olsun.
muhterem editör kardeş!deniz yarıldı mı? musa peygamberin o mucizesine nazire olarak,bu ümmet ay yarılmasıyla mukabele ediyor. dolayısıyle ay yarıldı mı? şeklinde bir başlık ile yorumculardan biri haklı olarak yorum getirdı.iş uzadı ay mucizesıyle igili volkanik patlaamya,tükürük, garagara suyu v.s.ye gitti.
Yanıtla (0) (0)saidi nursinin ekoluna bağlı olanlar hala bu hurafe olan iddialar için,deve sidikine ve çine kadar gidip delil toplamaya çalışıyorlar.hadis kitaplarında,hasta olan birileri peygambere hastalığını ifade ederken doktora git diyor.rahmeten lil alemin olan peygamberin tükürüğü veya el suyu gargara suyu ilaç ise niye birileri için kullandırıyor o diğerine doktora git diyor.
peygamberi alay konusu eden böylesi zihniyetlerin la içinde yer alması gereek.
Selamün aleyküm,"..Cengiz ve Bülent kardeşim Geçmiş ulemanın, geçmiş peygamberlere ilişkin söylediklerine ilave yeni birşeyler söylemiyorlar..." demektesiniz. Kendi adıma yazayım, yeni şeyler uydurup, üretmek, sansasyon yapmak amacında değilim. Kur'an'ın bakışını yakalamak veya bu bakışı kaçırmamak arzusundayım. Bu amaçla yazdıklarımız, geçmiş ulemaya uyuyor diye bir kompleksim yok. Böyle bir mutabakat için de onur duyarım. Yazdıklarımız geçmiş ulemaya uysa da belli ki üstadınıza veya üstadlarınızın! söyledikleri şeylere uymayan, ters! gelen şeyler söylemişiz. Geçmiş ulemaya rağmen olmadık "rasyonal" yeni şeyler üretetip sizleri böyle "uç" şeyler yazdırtıp yazışan yorumcuların arasına girip "parazit"e vesile olanlara dair yeni yazımız "ÇAĞDAŞ TEFSİRLERDEKİ "İSRAİLOĞULLARININ DENİZ GEÇİŞİ KISSASI" YORUMLARI ÜZERİNE"yi bekleyin. Unutmayın! kıssalar hususunda artık, ağzına/kafasına geldiği gibi konuşanlara karşı duracak, araştıracak, yazılar yazacak, birileri var. Bu saha boş değil! Bundan sonra bu sahada herkes istediği gibi at! koşturamayacaktır. İnşaallah...
Yanıtla (0) (0)Editör kardeşim,yazının verdiği mesajdan böylesi yorumlar çıkarılması kaçınılmaz,niye kızalım ki?
Yanıtla (0) (0)Daha önce dediğimi hatırlıyorum;Hz.Muhammed'in Kur'an dışında mucize gösteremediğini ama diğer peygamberlerin mücadelelerini teyiden olağanüstülüklerin vaki olduğunu söyledikten sonra yorumcu kardeşlerimi kim tutabilir? Hem de Said Nursi gibi bir üstadın kavilleri ortadayken(!).Cengiz ve Bülent kardeşim Geçmiş ulemanın, geçmiş peygamberlere ilişkin söylediklerine ilave yeni birşeyler söylemiyorlar ki.Birkaçından farkları mucizeyi(Kur'an hariç) Hz.Muhammed'den esirgemeleri.
E,geçmiş otoriteler varken,görüldüğü üzre bu yazar kardeşlerimize laf düşmez değil mi?
Kusura bakmasınlar ama yolu onlar açıyorlar.
Ben de buradan iddia ediyorum;Hz.İsa,Hz.Yunus vs.Allah'ın belirlediği doğa kanunlarını tersyüz edebilmişlerse Hz.Muhammed'in de parmağından su fışkırmış,kestiği kuzudan binlerce insan nasiplenmiş,başının üstünde bulutlar gezmiş;kalbi yarılıp,yıkanmış,abdest suyu şifa olmuş,ayı da ikiye bölmüştür.Daha başkalarını saymıyorum burada...
Hadi kolay gelsin,kim ikna edecek bizi?
Arkadaşlar yazı konusu üzerine yorumlarımızı yapsak.
Yanıtla (0) (0)Cuma kardeşim,
Yanıtla (0) (0)1400 yıl önce yaşamış bir toplumdan söz ediyoruz. örneğin deve sidiği içmenin normal karşılandığı bir zaman bu. o zamanda midenin kaldırdığı pek çok şeyi bu zamanda bizim midemiz kaldırmayabilir. veya o kadar uzağa gitmeyelim. çinde insanların midesinin kaldırdığı pek çok yiyecekler var ki bizim onları duymamız bile midemizin bulanmasına yetiyor. o yüzden bizim midemiz ve cüz'i aklımız haberlerin sıhhatinde ölçü olamaz.
veyahut bu zamanda yaşanan ve bize göre normal olan bazı adetler, 1000 yıl sonraki insanlara ulaşsa, ve onlar iğrenç bulsalar senin mantığına göre inkar etmeleri gerekir. peki isabet ettiler mi? hayır.
dolayısıyla böyle haberleri inkar etmek yerine, mana ve maksat yönünden anlayıncaya kadar beklemek ve delil olarak kullanmamak en selametli yoldur.
yani biri benim namazımın önünden geçtiğinde ona beddua ederek "Allahumme akti eserhu" diyemezmıyim. veya sol elıyle yiyen bir insana sağ elinle ye. dediğimde o da sağ elimle yiyemiyorum dediğinde benim ona sağ elinle yemez olasın; şeklinde peygamber gibi beddua edemezmiyim.
Yanıtla (0) (0)sayin said mansur bey ve hem fikirleri ve ses çıkartmayan site okuyanları, gerek tükürük ile tedavi yöntemi ve gerekse su ile gargara yapıp onunla elini yikayarak insanlara içirmesi mucizesi, ne kalbim ve nede midem bir türlü hazm edemiyor.
bir peygamberin kendi peygamberliğini bu şekilde ispatlamaya çalışması insan fıtrat ve mizacına ters düşmektedir diye düşünüyor mesleyi burada noktaliyorum. böyle inananlarada ne diyeyim artık...
kişinin neyi dediği değil, delilin neyi gerektirdiği önemlidir. haberin doğruluğu kesin değilse, muhtemeldir. o yüzden doğru olabilir diyoruz. Said Nursi, kelam ilminde tecdid yapmıştır.
Yanıtla (0) (0)Hasais-i Nebi kategorisindedir zira mucizevi fiil nebilere mahsustur.
İkna olmadıysan, sen bildiğini bilmeye devam et, ben de bildiğimi bilmeye devam edeyim. boşuna konuyu uzatmayalım.
selametle
"doğrudur demiyorum. doğru olabilir diyorum. yanlıştır da demiyorum. çünkü haberin sübutu kat'i değildir"
Yanıtla (0) (0)peki said'i nursi de mı senin gibi düşünüyor. yani o da mı doğrudur demiyor doğru olabilir diyor? eğer oda senin gibi düşünüyorsa neyi tecdid etmiştir? veya sen eğer onun gibi düşünmuyorsan niye onu savunuyorsun?
biz "men tereke sünneti" kapsamına girmiyormuşuz;(eğer tükürük ile tedavi cihetine gidip peygamberin uygulaması gibi bir uygulamayı takip etmiyorsak) zira hasaisi nebiden mış? peki hasais'i nebiyi nasıl tespit edebiliyoruz veya ede biliyorsunuz?
1. aklen mümkün olduğundan ve sübutu zanni bir delili olduğundan doğru olabilir demeliyiz, yalanlamamalıyız demek istiyorum.
Yanıtla (0) (0)2. uygunluk görecelidir.
3. tevakkuf etmek, tercih ettirici delil çıkıncaya kadar beklemek demektir.
4.5.6. http://www.darulkitap.com/forum/index.php?action=viewblog;u=4718;id=76
yukarıdaki linkte şeri ilmi meselelerin bir çeşit tasnifatını yaptım. görebilirsin.
[aslında sait mansur hocanın, kuran,sünnet,icma ve kıyasa teslim olalım demesi lazımdır. hocanın icma ve kıyası sünnetten koparmasında gayesi nedir avaba.]
Yanıtla (0) (0)haklısınız onları da saymalıyım. o sırada eklememekte herhangi bir amacım yoktur.
[sait mansur hocamızın iddiasına göre Allah'ın resul'ü gargara su'yu ile elini yikayarak hasta bir çocuğa içirmesi olayı doğrudur tükürük ile yanıkları ve ağrıyan gözleri tedavi etmesi de doğrudur; bunları inkar etmek ise cehalettir.]
doğrudur demiyorum. doğru olabilir diyorum. yanlıştır da demiyorum. çünkü haberin sübutu kat'i değildir.
[uygulamaları ise fiili sünnetleridir.biz de ümmet olarak onun bu uygulamalarını yerine getirmeyle onun sünnetlerini ihya etmiş olurmuyuz? veya yerine getirmezsek "men tereke sünneti lem yenil şefaati" sünnetimi terk eden şefaatime nail olamaz; hadisin şumuluna girer mı yiz?]
bunun şumulüne girmeyiz. çünkü bunlar hasais-in nebi kategorisindedir.
"Fakat aklen mümkün ve muteber hadis kitaplarında rivayet edilen bir hadis evet itikada delil olmaz fakat galib zann ile kabul edilir çünkü mümkündür ve zanni delil mevcud." diyorsunuz.
Yanıtla (0) (0)BİR:bununla ne demek istediğinizi anlamış değilim.
İKİ:uygun olmayan bir şeyi peygambere yakıştırmak mı cehalettir; yoksa, onu peygamberden peygamberi ondan selb etmek mı cehalettir?
ÜÇ: tevekkuf etmek kabullenmektir.imanım ise,adem tevakkuf cihetinde muharriktir.
"fel yugayyirhu" ile refakatı gerkmektedir.
DÖRT:vahyi kategorize ederek,itikat,ibadet muamelat şeklinde birini diğerinden ayırmak veya maddi ve manevi alan diye iki alan ihdas etmek bizim inancımıza aykırıdır; ortodoksi bir islam inancıdır. bilmenizi isterm.
BEŞ: vahyi ialah'i de feri meseleler yoktur.
ALTI: ya kabul edeceksin ya red. müzebzebine beyne zalike yoktur.
sait mansur hoca efendi kuran ve sünnete teslim olalım diyor.oysa ki eddille'i şeriye dört tanedir. kuran,sünnet,icma ve kiyastır.aslında sait mansur hocanın, kuran,sünnet,icma ve kıyasa teslim olalım demesi lazımdır. hocanın icma ve kıyası sünnetten koparmasında gayesi nedir avaba.
Yanıtla (0) (0)sait mansur hocamızın iddiasına göre Allah'ın resul'ü gargara su'yu ile elini yikayarak hasta bir çocuğa içirmesi olayı doğrudur tükürük ile yanıkları ve ağrıyan gözleri tedavi etmesi de doğrudur; bunları inkar etmek ise cehalettir.
muhterem hocam! peygamberin, kavli,fiili ve ikrari olmak üzere 3 çeşit sünneti vardır. bu bahsi geçen uygulamaları ise fiili sünnetleridir.biz de ümmet olarak onun bu uygulamalarını yerine getirmeyle onun sünnetlerini ihya etmiş olurmuyuz? veya yerine getirmezsek "men tereke sünneti lem yenil şefaati" sünnetimi terk eden şefaatime nail olamaz; hadisin şumuluna girer mı yiz?
yazar Cengiz Duman ve yazısına saygımdan ötürü saded harici bu konu hakkında son kez yazıyorum.
Yanıtla (0) (0)Peygamberimizin her hali sıdkına delildir. fakat her hali mucize olmak gerekmez. hatta olmamalıdır da. aksi halde nasıl üsve-yi hasene olurdu.
Fakat aklen mümkün ve muteber hadis kitaplarında rivayet edilen bir hadis evet itikada delil olmaz fakat galib zann ile kabul edilir çünkü mümkündür ve zanni delil mevcud.
veya hiç olmazsa tevakkuf edip reddetmeyecek yerde tutup cüz'i aklınızca peygamberliğe uygunsuz görüp inkar etmeniz bizzat kendisi uygunsuzdur ve cahilane bir cesaret örneğidir. Çünkü itikad etmek başkadır, galiben kabul etmek başkadır, kabul etmemek başkadır, inkar etmek ise bambaşkadır. inkar için kesin delil lazımdır. siz ise böyle bir delil olmadan inkar ediyorsunuz. böyle bir cesaretten Allah'a sığınırım.
sadi bey kardeşim size teşekkürlerimi sunar gayretiniz için sizi kutlarım.siz said'i nursi ekuluna mensup olan kişilerin kaleminden,saidi nursinin eserlerinde ve sözde muceddid'i elfi sani olan gazali'nin ihyasında mevzu ve zayif hadis vardır ve ola bileceğini akıttınız.
Yanıtla (0) (0)bizim enişte ise bu eserlerde zayif ve mevzu hadis vardır diye iddia edenlerin küfre gireceğini söyliyor.(gerçi bizim enişte zayif ile mevzu'yu bir birinden ayrırd edemiyor ama nurcudur.) yani, bir kere, mevzumudur değil mı dir? zayif mıdır değil mı dır? tartışmasına veya ibni macenin teyidine gerek yoktur. zira Allahın resulune,su ile gargara etti. onunla ellerini yıkadı. aklı dengesi olmayan bir çocuğa içirdı. diye bir şey yakıştırmak çok çirkindir;sıhhat derecesini araştırmak bile yakışıksızdır.
aziz said mansur kardeşim! üç beş tane olsa neyse.
Yanıtla (0) (0)ama yine seni takdir ediyorum. Allah razi olsun diyorum. bari sen üç beş tane vardır veya ola bilir diyorsun. bizim için buda büyük bir nimettir.
deniliyor ki imam malik muvtta adlı eserini yazarken,ertesi sene içinden bir kaç hadis çıkartıyor. bir sonraki sene kontrol ediyor bakıyor ki risalete, vahye, aykırı bir sürü hadisler vardır onlarıda ayıklıyor. ertesi sene inceliyor yine içinden bir kaç tanesini ayıklıyor. ondan sonra vefat ediyor. bu durumu işten bir alim, o hayatta kalsaydı bir tek tane brakmazdı. sizin gibi ehli insaf olan bir kaç kişi bu eserlerin içinden her biri üç beş tane çıkartsa içinde hiç bir şey kalmaz.
Madem Allah'ın böyle bir tesir yaratacağını mümkün görüyorsunuz, bu mümkünün "galiben" vaki olduğunu gösteren İbni Mace, Tıb:40 hadisine dayanarak, bu olayın vukuunu zannı galible kabul etmeniz icab eder, haklı olarak kesin kabul etmeseniz bile.
Yanıtla (0) (0)Bununla beraber Rasulullah'ın (asm) mucizatına dair mütevatir ve ahad tüm nakiller beraber göz önüne alındığında mutlak manada mucizat-ı Ahmediye (asm) kat'i bir şekilde sabit olur.
son olarak, bir hazinede birkaç silik para çıkmakla hazinenin değeri düşmediği gibi, risale-i nur ve ihya gibi eserlerde mevcut bulunan ve mevzu olduğu söylenen 3-5 hadisle o eserlerin değeri düşmez, bunu da insaf gereği kabul etmeniz icab eder. zira risaleleri kıymetli yapan Kuranın temel ve herkesçe kabul edilen esaslarına dair getirmiş olduğu deliller ve izahlardır.
selametle
Nursi bu mucizat-ı ahmediye eserinde zayıf hatta mevzu hadisler nakletmiş olabilir. fakat bu her bir zayıf veya mevzu nakil diğer sahih ve hasen hadislerin desteğiyle kuvvetli olur. ve hepsi birden mucizat-ı ahmediyeye (asm) kuvvetli delil olurlar." diyorsunuz.
Yanıtla (0) (0)ben hadis usulunu bilen biriyim. hadis usulunda senin bahs ettiğin kriter yoktur.yani her bir zayif veya mevzu nakil diğer sahih ve hasen hadislerin desteğıyle kuvvetli olr. diye.ancak sahih hadis için şu kriter vardır. sahihun li zatihi, sahihun li gayrihi.fakat zayif ve mevzu hadisler için yoktur. yani zayif veya mevzu hadis sahih veya hasen olan hadislerin desteğıyle sıhhat derecesi artmaz.
şunuda itiraf edeyim ki, sizin bu ifadeniz de, şayıanı taktirdir.
nursi zayif ve mevzu hadisleri nakletmiş olabilir diye.
mazmaza suyuyla elini yikayip çocuğa içirmesi olayı için verdiğiniz cevap:"Allah'ın bu suya böyle bir tesiri vermesi mümkündür" diyorsunuz.
muhterem kardeşim! biz burada Allah'ın gücünü ve elindeki imkanı tartışmiyoruz. Allah elbetteki kadiri mutlaktır;allah böyle bir şey yapamiyor demiyoruz, peygamber böyle bir şey yapmaz ve buna mucize denilmez; diyoruz...
[ayın yarılması akla mugayir geldiği için said'i nursi onu aklın kabul ede bileceği bir hale sokuyor diyorsunuz.]
Yanıtla (0) (0)evet öyle diyoruz ve mesele anlaşılmış kabul ediyorum. yani Nursi, ayın yarılması, volkanik patlamayla oldu demiyor, ayın yarılması, volkanik patlamayla yarılma gibi aklen mümkün bir olaydır diyerek hadisenin aklen mümkün olduğunu izah ediyor.
[peki,tükürük,gargara suyu ile elini yikayıp deli olan çocuğa içirmesi ve çocuğun onunla iyileşmesi. onları hangi aklı delıllerle izah ediyor veya ediyorsunuz.]
mucize tabii sebeblerle izah edilmez. mucize aklen mümkünse, vaki olduğu kabul edilir. Rasulullah'ın (asm) mazmaza yaptığı suya binaen Allah'ın böyle bir tesiri yaratması mümkündür. zaten mucize bu demektir. tabii sebeblerin üzerinde fakat akli imkan dahilinde olan hadiseler mucizedir.
Nursi bu mucizat-ı ahmediye eserinde zayıf hatta mevzu hadisler nakletmiş olabilir. fakat bu her bir zayıf veya mevzu nakil diğer sahih ve hasen hadislerin desteğiyle kuvvetli olur. ve hepsi birden mucizat-ı ahmediyeye (asm) kuvvetli delil olurlar.
selametle
arkadaşlar! ay'ın yarılması,eğer volkanik bir patlama neticesinde oluşuyorsa,harikul adet değildir.harikul adet olmayan bir şey de mucize değildir.dünya da vuku bulmamış olan bir şey olması lazımdır.tıpkı yunus peygamberin, balığın karnında günlerce kalması.aksi halde muannitler, senin gösterdiğin bu şeyleri hep görüyoruz derler.ayın yarılması akla mugayir geldiği için said'i nursi onu aklın kabul ede bileceği bir hale sokuyor diyorsunuz. peki,tükürük,gargara suyu ile elini yikayıp deli olan çocuğa içirmesi ve çocuğun onunla iyileşmesi. onları hangi aklı delıllerle izah ediyor veya ediyorsunuz.
Yanıtla (0) (0)muhterem muhammed kardeş! biz said'i nursinin ne demek istediğini anlamasaydık bizde nurcu olacaktık. onun ne demek istediğini anladığımız için nurcu değiliz.
Yanıtla (0) (0)muhterem kardeş! evel emirde siz,ben said'i nursinin esrlerini okumuş içinde böyle bir şey görmemişim;demeden, saidi nursi, bu gaye için, volkanik patlamaya benzetmiştir; deseysiniz, ikinci bir zahmete katlanmanıza gerek kalmazdı.bir de haşa summe haşa diyorsunuz. biz böyle bir olay vuku bulmamıştir dibi yoktur diyoruz; sen haşa çekmış oluyorsun.
aziz kardeşim!zaman çok tehlikeli bir zamandır susalım konuşmayalım telkinlerine karnımız toktur.o da saidi nursinin tezlerindendir. fırtınalarda içeriye girip kapı pencereleri kapatmak lazımmış gibi akli delillerle susturma taktikleridir.
muhammed kardeş! o kadar uzun uzadıya şeyleri yazdığın halde, hiç tükürük mucizesinden,gargaradan,ağzından lokmayı çıkarıp bir kadının ağzına sokmaktan bahs etmiyorsun... yoksa zaman çok tehlikeli bir zaman olduğu için mı? muhterem kardeş said'i nursi kendisi sözde müfessir,eserleri de tefsirdir.sizin o arada göreviniz nedir onu anlamış değilim...
daha önceki mesajımızda demiştik ki: Kuranda peygamberler elinde gerçekleşen ve tabiat kanunlarına aykırı görünen olaylar "aklen mümkün ise ve tabii bir sebebe bağlı olarak vücuda geldiği kesin bir şekilde ortaya çıkmadığı sürece" mucize olarak vücuda gelmiş kabul edilir.
Yanıtla (0) (0)İşbu kaideye göre, ayın yarılması olayı aklen mümkün ise buna dair nasslar tevil edilmeksizin zahiri üzere bırakılır. tabii bir sebebe bağlı olarak meydana geldiği kesin bir şekilde ortaya çıkmadığı sürece de bir mucize olarak kabul edilir. evet ayın yarılması aklen mümkündür. Çünkü mesela bir volkanın patlamasıyla böyle bir olay meydana gelebilir. demek ki aklen mümkünmüş.
İşte Nursi'nin ayın yarılması olayının aklen mümkün olmasına dair vermiş olduğu örneği, Nursi ayın yarılmasını volkan patlamasıyla yani tabii sebeblerler izah ediyor demek insafsızlıktır, öyle bir üslubu kullanmak dahi fitneciliktir.
selametle
....İsa (as) Allah’tan bir mucize olarak ;iyileşmesi imkansız hastaları iyileştiriyordu ...hiçbir sebeb olmadan direk Allah’a dua ederek...Şimdi insanlar çalışıp SEBEBLERİ kullanarak yine böle hastalıklara çözüm bulabilriler..Ama Hz. İsa nın yaptıgı gibi ilaçsız ,sebebsiz yapamazlar ..dolaysıyla onlarınki apaçık mucizedir ..meseleleri birbiriyle karıstırmayalım...
Yanıtla (0) (0)Bu manada Said Nursi risale-i nurlarda akla kapı açmak için bir çok temsil kullanıyor ..Örnegin cehennemden bahsederken gunesin sıcaklıgının cehenneme işaret ettiği söylemesine bakarak ; Said Nursi guneş cehennemdir diyor dersek ;çok buyuk haksızlık etmiş oluruz..Ve bu çok manasız olur..Çünkü ne kasdettiği ortada...
Yanıtla (0) (0)Veyahut insanın amel defterine herseyin kaydedildiğini örnek verirken ; tohumların hayat programı tohumlarında yazılıp saklandıgı gibi ve insan hafızasında bir buyuk kutuphane bilgi saklandıgı gibi ;elbette onun hayatının da her saniyesinin kaydedildiğini söyler..Şimdi biz buna bakıp Said nursi ; amel defterine tohum diyor dersek veya insan hafızasıdır diyor dersek ne derece bir haksızlık yapacağımız ortadadır...
Buna daha bir çok örnek verilebilir..Çünkü çok temsil var..Burda da ;konunun tumu okundugunda kesinlikle kastetğiniz bir mana yoktur ..ve zerre kadar dahi yoktur..demek istediği Allah bir dagı yeraltındaki magmayla parça parça ettigi gibi ; hiç bir sebeb olmadan dikkat edin buraya yani hiçbir maddi vasıta olmadan dogrudan dogruya dilemesiyle ayı da iki parcaya ayırır...Bir sahabenin kolu harbte kopuyor ve Alalh Rasulunun(s) yanına kolu elinde oldugu halde geliyor..Rasullah(s) kolu yerine yapıştırıp dua ediyor ve kolu hiçbir şey olmamış gibi sapasağlam oluyor ..Bu apaçık bir mucizedir..Şu asırda tıbbın ilerlemesiyle ;bir insanın kolu yerine dikilebildiğini söyleyip ;bu mucizeyi inkar etmek buyuk bir divaneliktir..Çünkü tıbb onun kolunu yerine dikmek ve onarmak için bir suru vasıta kullanıyor ;arac kullanıyor ;cihaz kullanıyor ..Oysa Allah Rasulu elinde ne bir cihaz ne bir alet kolu yerine koyuyor ve anında hiçbir yara izi olmadan anında bir dakka dahi beklemeden iyileşiyor bu apaçık mucizedir...Davud (as) demiri eline alıp şekil veriyordu ;oysa şimdi kızgın ateste aletler kullanılarak bu yapılabilir..Şimdi kim eline demiri alıp hiçbir ates ve alet kullanmadan direk eliyle demire şekil verebilir ; adeta hamur gibi..bu apaçık mucizedir....
Gelelim konuya ; şimdi degerli kardesim bakın; eger biz sayfalarca açıklanmış bir konudan bir cümleyi alıp ;işte bu alim böle demiş dersek bu pek dogru olmaz ..Hatta çok yanlış olabilir ; ve hatta alim beyazı kasdederken ;siyahı kasdettiği dahi sanılabilir..Klasik olarak söylendiği gibi bu ayetin bir bölümünü alıp öncesini veya sonrasını almamak gibi olur ...Bu konuda çokça örnek verilen ;
Yanıtla (0) (0)Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın.(Nisa 43 )
Namaza yaklaşmayın ksımını alıp öncesini almassak ne kadar yanlış bir mana anlaşılacağı ortada..
Şimdi bundan dolayı sizin aldıgınız o kısımla ;öyle bir yorumda bulunmussunuz ki ;okuyan; sanki Said Nursi şakkı kamer hasa summe hasa mucize degil de basit bir olaymış gibi açıklıyormus gibi anlaşılır...Oysa kesinlikle böyle bir manayı kasdetmiyor..Aksine tam tersini kasdediyor ;basit bir olay hiç olmadıgını tamamıyla mucize oldugunu söylüyor..Bunu yaparken akla kapı açmak için orda edebi bir cumle kullanıyor ..Kalkıp ne demek istediği öncesinde sayfalarla ve sonrasında sayfalarla açıklanmış bu meseleye buralarına bakmadan hukmetmek adeta ; bir videonun saatler suren kısmından bir kaç saniyesini alıp tamamen yanlış bir mana vermek gibidir...
Bu manada Said Nursi risale-i nurlarda akla kapı açmak için bir çok temsil kullanıyor ..Örnegin cehennemden bahsederken gunesin sıcaklıgının cehenneme işaret ettiği söylemesine bakarak ; Said Nursi guneş cehennemdir diyor dersek ;çok buyuk haksızlık etmiş oluruz..Ve bu çok manasız olur..Çünkü ne kasdettiği ortada...
Veyahut insanın amel defterine herseyin kaydedildiğini örnek verirken ; tohumların hayat programı tohumlarında yazılıp saklandıgı gibi ve insan hafızasında bir buyuk kutuphane bilgi saklandıgı gibi ;elbette onun hayatının da her saniyesinin kaydedildiğini söyler..
.
Yanıtla (0) (0)Olabilir, bu görüş ve tespitlerimizde biz de isabet edemeyebiliriz ve yarın birileri “biz zaten dediydik” deme fırsatı elde edebilirler ama bizim niyetimiz üzüm yemektir. Laf olsun diye konuşmaktan Rabbimize sığınırız ve herhalde birbirimizi O’nun rahmetinden uzaklaştırmak gibi de bir niyetle yollara düşmedik.
Geçmişte ve bugün örneklerini görüyor ve birebir yaşıyoruz. Başlangıçta çok iyi bildiklerimiz yoldan çıkıveriyorlar, çok kötü bildiklerimiz de bizden iyi oluveriyorlar. Hz. Peygamberin canına kastetmek için gelenlerin sonradan en kamilinden Müslüman olduğunu ve Resulün vefatından sonra bir çok insanın saf değiştirdiğini hangimiz bilmiyoruz.İnsanın yarına dair niyetlerini,bugüne dair kalplerinden geçenleri bilmek işimiz değildir.Açıkça beyan etmedikten sonra, yazılıp çizilenlerden yıldız falına bakar gibi kişiler hakkında malum kavramları kullanma hakkına kimse sahip değildir.Hele Kur’an adına ,din adına yola çıkmışların kendileri gibi yolda olanlar için asla..
Bunları söylemek bir Müslümanın görevidir ve diğer Müslümanın hakkını savunmaktır.
Hep söylendi ama yeniden söyleyelim: Tartışılan konu İslam akaidini ilgilendiren bir konu değildir.Kıssalar verdikleri mesajlarla okunur.Ve hep söylenir kur’an bir tarih,bir coğrafya ve bugün kastedilen anlamda ilim/bilim kitabı değildir,hidayet kitabıdır..
Cengiz ve Bülent kardeşlerimizin çalışmaları bir gayret mahsulüdür,Kur’an okumalarında referans alınabilecek veriler vardır ama asl mutlak değillerdir.Bu görüşümüz Eliaçık için de geçerlidir ki zaten o da “benimkisi bir görüş,bir tekliftir” diyerek işin hakkını vermeye çalışmıştır.Ve okuduğumuz kadarı ile de görüşlerini bila kaydır şart dayatmamaktadır.
Müslümanlar birbirlerini tamuya göndermezler,buna memur değillerdir.Cehennemi ihsas eden kavramlarla dahi müslümanın kalbini incitmekten çekinirler.O yüzden rasyonalist,neo-mutezile ve ötekine dair daha bir dolu kavramları kullanırken insaflı olmak gerektiğini ısrarla söylemek durumundayım.Kalın sağlıcakla..
Said Çevik kardeş ;hakkınızı helal edin niyetim sizi kırmak degildi. Fakat bir kaç kısa cümlenizden öyle bir zıt şey anlaşılıyor ki ; o an bu tepkiyi verdim..Doğrusu muslumanlar olarak yapmamız gereken ;görüş farklılıgı nedeniyle birbirimizi incitmek degil ;birbirimizi anlamaya çalışmak ...Bu asır dehsetli bir asır ve gerçekten artık insanların agzından din konusunda kendisinin farketmediği çok dehsetli sözler çıkıyor...Dikkat etmek lazım ..hepimiz için gecerli...Şimdi eski zamanda yani bu ahir zaman fitnesinden önceki zamanda ;alimler o kadar ilim sahibi oldukları halde ;bir konu hakkında bazen haftalarca arastırma yapıp bir sonuca ve hukme ulasıyorlardı..Şu asırda ise çogumuz Kur’anı normal okuyusunda bile çok kusurumuz olmasına ragmen ; çok buyuk meselelrde meale bakıp hukum vermeye çalışıyoruz..Dikkat etmek lazım ..Şimdi bir ilkokul duzeyi matematik bilgisiyle (yani bu alim olmayan tum muslumanlar için söylüyorum ) ileri duzeyde yuksek matematikte hukum vermeye çalışmanın sonucu felaket olur...yrd. doç olan bir matematikçi akademisyen limit gıbi bir konuyu gerçek manada ancak yuksek lisans yaparken anladım diyorsa bunu dusunmek gerekir..Aynı şey islami ilimler için de gecerlidir hatta islami ilimler de bu çok daha ilerdedir ;emek ister ..Bir buyuk alimlere bakalım ; İmam-ı Azam ,İmam Şafii ye onlardan bazıları gunde bir kaç saat uyuyup 40,50,60 yıl boyunca ilim öğrenmiş ..Yuzbinlerce hadisi metin açısından sened açısından en ince sekilde incelemişler...Bu açıdan böyle buyuk mesellerde ;bu kadar az ilmi olan bizler söz söylerken dikkat etmemiz gerekir..
Yanıtla (0) (0)Anlama ve yorumlama sorunu nevzuhur bir mesele değildir. Hatta kıssa ve mucizelere ilişkin tartışmalar da öyle. Tefsirlerdeki farklı yorumlara bakıldığında bunu pekâlâ görmek mümkündür. Enformatik sürecin komutası geleneksel kesimde olduğu için olsa gerek aykırı yorum getirenler hep ötekini tarif eden kavramlarla daire dışına çıkarılmaya çalışılmıştır. Hal böyle olunca, sonradan Kur’an’a dair yapılan çalışmaların bir kısmı malum baskının oluşturduğu önyargılarla biçimlenmiş,diğer bir kısmı da Eliaçık vb. örneklerde görüldüğü gibi malum duvara çarpmak zorunda kalmıştır.. Ki baskı dediğimiz şeyden bizatihi rahatsız olmamıza rağmen şekilde görüldüğü gibi bizde aykırı görüş beyan edenlere aynı tavrı sergilemekten çekinmiyoruz. İşin garibi şu ki bu baskı ve ötekileştirme, hiçbir zaman doğruluğu kesin olarak ispat edilemeyecek meseleler aşkına yapılmaktadır. En basit şekliyle sorulacak soru şudur ki bunu polemik olsun diye seslendirmek tarafında değiliz: Size de bize de vahiy gelmiyor, gelmeyecek, İlk muhataplar(özellikle Hz. Resul gibi) gibi kelimelerin anlam dünyasına vakıf değiliz. Yapıp ettiğimiz şey buna dair usül geliştirmek, sözlük karıştırmak ve kendi kabullerimiz doğrultusunda anlamlardan birini çalışmalarımızda kullanmaktır. Ki zaten bundan başka bir şey yapmak anlamı tamamen daraltmaktan başka bir işe yaramayacaktır. O halde nasıl oluyor da ürettiğimiz anlamları bila kaydı şart aleme dayatıyoruz? Yapılması gereken şudur: “Yoğun araştırma ve çalışmaların akabinde sure ve ayetlerden çıkardığım anlam budur ve bana göre doğru olma ihtimali de vardır.” Bu açıklama sizin kabulünüz olarak sunduğunuz şekil ile paylaşıma açılacaktır ve aklına yatan, dileyen alacaktır veya tersi olacaktır.Özetle demeye çalıştığımız şey şu,kendi görüş ve çıkarımlarımızla başkalarını ilzam etmek ne kadar tutarlıdır, hep beraber düşünelim.
Yanıtla (0) (0)Şimdinin, baskılardan bağrı yanmış insan olarak vermeye çalıştığı mesajlarla bizden biri olduğuna inandığımız birini rasyonalizme kurban etmeyelim.
“Vahyin anlaşılması masumiyet ve saflık gerektirir, arınmış gönüller, takvalı kalpler gerektirir. İnsanın içinde bulunduğu kendi ördüğü zindandan çıkma arzusu, arayışı yoksa Kitap ona ışık olmaz, hidayete erdirmez”
Yanıtla (0) (0)“İnsan kendi iç dünyasında, gönlüne inzal ettiği Kur’an manalarını kendi anlam düzeyinde ve dilinde ifadelendirir ve bu anlam kişiye aittir, Kuran’ın kendisi değildir.”
En güzeli de bu son alıntıdaki mesaj.Herkes katılıp katılmamakta serbesttir.Ama en azından Kur'an okumalarındaki farklılığın neden kaynaklandığını göstermesi açısından düşünülmesi gerekmektedir.Genelde itiraza sebep ve olan korku ihtiva eden soru şudur:Kur’an çok anlamlılığı mı içeriyor?
Elbette ki ilk kelam eden açısından tek anlamlıdır. Bu anlam ilk muhatabın kalbine ilka edilmiş olsa bile başkalarına, zaaflarla malul insan “insan” ve “dil” dediğimiz enstrümanla ulaştığı için ve o enstrümanın kullanana göre farklı notalarda çalınma ihtimaline binaen anlam kayması muhtemeldir. Ki Hz. Peygamber başta olmak üzere ilk sahabeler bunun önünü almak adına bütün ayetleri yazıya dökerek Mushaflaştırmışlardır. Buna rağmen Resulün rıhletinden sonra problemler ortaya çıkmış ve buradan bakarak da gelişen o sıkıntılar iktidar kavgalarına veya siyasi mülahazalara verilmiştir.Yani o zaman için de bir anlama sorunu olduğu üzerine hiç kafa yorulmamıştır ve bu bir eksikliktir.. Burada konu elbette bu değildir ama bahse konu olan meselenin anlaşılmasında “dil” ve ” anlam” örgüsünün iyi anlaşılması gerektiğini beyan için ifade edilme gereği duyulmuştur.
Yazar dostumuzun çalışması takdir edicidir, önce bunun altını çizelim ama her insanın yazılıp çizilenleri teyit etme veya teyit ettirme imkânı yoktur.Bu bir güven sorunudur ve o anlamda da bir çekincemiz yoktur ama onun ulaştığı bilgi ve çıkarılan anlamlar noktasında tereddütkar davranma hakkı her insan için vardır.İlk nesil alimlerin Resul dönemine ait yorumlarında onlar hakkında ölçülü davranma sebepleri üzerinde bu doğrultuda düşünmek gerekmektedir.
"Ancak her şeye rağmen insanlar, sıradan bir insan ve kuru et yiyen kadının çocuğu olan ve kızını kendisinin de kurtaramayacağını söyleyerek kulluğa davet eden Muhammed.
Yanıtla (0) (0)Kur’an üzerine nazil olduğu topluma ait anlam araçları üzerinden cari anlam sistemlerine semantik müdahalede bulunurken bir taraftan kendine mahsus bir dil ve paradigmayı tevhid , tenzih ve adalet ekseninde yeniden inşa etmiş bir taraftan da zaman ve mekanı aşan soyutlamalarla evrensel bir Din tasavvuru ortaya koymuştur.Bu anlam sistemini kurarken varlık telakkisinde devrimci,toplumsal konularda ıslahatçı olmuştur.Kendisinden önce gelen nübüvvet zincirinin ve kitapların tasdik edicisi ve devamı olduğunu söylerken toplumsal konularda da Mekkeli ilkel şirk toplumu dahil ehli kitap ve diğer geleneklerin varlığını adalet ekseninde ıslah ederek devamını onaylamıştır.Ümmeti Muhammed Müslümanlığı, Kur’an’la ve Dinle ilişkisi açısından kitap ehli sayılır ve asla Kuran’ın ve Din’in kendisi değildirler ve temsil de etmezler. Onların Kitapla ilişkileri diğer ehli kitap geleneklerinin mensupları gibidir. Bu çerçevede İslam geleneği de dahil bütün vahiy ve ilahi esin kaynaklı gelenekler Kuran’dan hem bağımsız hem de O’nunla birlikte ele alınabilir.Ancak insan iradesi içinde üretilmiş ve mitolojik değerlerinde karıştığı gelenekler üzerinden Kuran’a yaklaşamayız. Müslümanlık da dahil her gelenek içinde geliştiği ve oluşturduğu medeniyet! İçerisinde insanlık açısından dikkate değer erdemler ve değerler üretmiş olabilir.Ancak biz Kurandan ilham alarak bu gelenekleri okuyup değerlendirmeliyiz.Müslümanlık anlayışımız da dahil İnsanlığa ait bütün değer ve birikimleri Kuran’ın anlam sistemini eksen alarak dönüştürmeliyiz."
Dediğim gibi önyargıları bırakmalıyız,tutyorlar bizi çünkü.Okumaların bu şekilde gerçekleşmesi halinde insanlar ancak anlaşabilirler,yoksa her okuyucu kendi çıkarımlarını mutlaştırıp başkalarına dayatırsa
kaos kaçınılmazdır.
“İşte Kur’anı insan için bir mucize kılan nokta burasıdır. İlahi olanın, mutlak olanın mahdut olana ait imkanlarla ifadesi ve idraki. İnsana ait imkanlar ve sınırlar (dil) içinde ancak dilin sınırlarını yırtarak mucize şeklinde oluşan bir İlahi kitap..
Yanıtla (0) (0)Geleneksel anlama biçimlerinin ve çağdaş yaklaşımların anlam üretici paradigmaları içinde Kuran’ı ne kadar anlayabiliriz? Kur’an’ın kendisi anlam üreten bir paradigma olarak insanoğlunun anlam dünyasını ve dilini yeniden inşa edebilir mi?
Her insan Kura’an’ı anlama çabasıyla yükümlüdür kıyamete kadar ve bu yükümlülük paylaşılarak yürütülebilir ama vekalet kabul etmez.
Bu yüzden Kur’an üzerine her insan bireyinin söz söyleme hak ve özgürlüğü vardır. Gönlünde takva bulunanlar, takva elbisesini giymiş olanlar hidayete erer.
Biz O’na verilen tek mucizenin Kur’an olduğunu biliyoruz ve diğer Elçilere verilen mucizeler gibi Kuran’nın da kısa sürede dil ve paradigmanın taşıdığı karatma gücüyle karartıldığını ve üzerinin örtülerek paradigma ve dil içinde yeniden üretildiğini görüyoruz. Allah’ın Elçisi Muhammed ,kendinden kamil insan, her türlü insani acıyı yaşamış, sevgilisini kaybetmiş ve eliyle mezara koymuş, müşriklerin işkencelerine maruz kalmış, yurdundan çıkarılmış, evladını kendi elleriyle gömmüş, yetişkin kızlarının ölümüne şahid olmuş, müşriklerden borç para almak zorunda kalmış ve ödeme sıkıntısına girmiş, hiç kimsenin isteğini geri çevirmemiş ve yok kelimesini kullanmamış, vefat ettiğinde borçlu olarak ölmüş rehin verdiği zırhı borç aldığı yahudide kalmış, merhametin en üst örneğini göstermiş ve insanlığa kişiliğiyle kurtuluş vesilesi olacak örnek kamil insan olmuş. O’nun hayatında biz herhangi bir mucize olmadığını ve tek mucizenin Kur’an olduğunu Kur’andan biliyoruz. “
Bu satırlar tartışmalara ışık tutacak anlamlar ihtiva ediyor;ama şimdilik önyargıları bir tarafa bırakalım..
muhterem M.İhsan bey! bizim peygamberimiz,başkasının peygamberi, tasnifi, batıl bir inançtır."la nuferriku beyne ehadin" peygamberlerin arasına fark konulmaz ayetine aykırıdır.muhmmed peygamber eşref'i mahlukat, eşreful murselin değildir;seyyidul murselin de değildir, levlake de değidir. levlake hadis değildir.kutsi değildir. muezzin,toplumun inanış biçimine göre komut veriyor.acaba bizim peygamberimizin mucizesı mı musa peygamberin mucizesı mı...? şeklindeki iddia peygamberleri vuruşturmak olup,bizimki daha güçlüdür şeklinde tasnif yapma piskopatlığıdır; cahiliye'i uladır.Allah'ın resulu olan muhammed peygamberin hissi her hangi bir mucizesi yoktur.(isra 59.bunu net bir şekilde açıklıyor) Ay'ı yarması diye bir şey yoktur,parmakları arasından su akmamıştır,kütük ağlamaış,sol elıyle yemek yiyen adama beddua ederek onu mefluç bir hale sokması diye bir şey söz konusu değildir. ağzında suyu çalkalayarak onunla elini yikayıp deli olan çocuğa içirerek çocuğu iyileştirmesi yoktur. bunlar hepsi peygambere hakaret içerikli olan iddialardır. peygamberi tahrif etmektir.
Yanıtla (0) (0)yorumculardan biri,said'i nursi hatemul müceddidindir; tıpkı İbni Arabinin hatemul evliya olduğu gibi; diyor...
İbni Arabi hatemul evliya ise, said'i nursiye velilikten bir dirhem kalmaz. acaba onu da hiç düşündü mü? oysa ki said'i nursi kendi veliliği için yedi dereden değil belki yetmiş dereden su toplamıştir... maddeten evlad'i resul ile raptu zaptı mümkün olmadığı için,ben manen evlad'ı resulum demiş.(mehdilik için aday gösterilmek istendiğinde)
"İnşikak-ı kamer, dâvâ-i nübüvvete delil olmak için, o dâvâyı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette, âni olarak gösterildiğinden; hem, ihtilâf-ı metâlî ve sis ve bulutlar gibi rü'yete mâni esbâbın vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususi kaldığından ve tarassudât-ı semâviye pek az olduğundan; bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir; diyor. bu iddianın tenkiz'i de yine ayni eserde mevcuttur.şöyle ki: eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakıkattır. yoksa bize sihir etmiş.demişler. sonra sabahleyin yemen ve başka taraflardan gelen kafirler ihbar ettiler ki:"böyle bir hadiseyi gördük" sonra küffar yetimi Ebu talip..."
Yanıtla (0) (0)siz muhterem ahmet bey benim söylediğim ve yazdığım şeye şaşıp kalacağınıza,tövbe tövbe diyeceğinize bu iddiaya inanmaktan ötürü tevbe etseniz sizin için daha hayırlı değil mı dır?ne demiştim, saidi nursi ayın yarılmasını volkanik patlamayle izah etmeğe çalışıyor. kendiniz de yazmışsınız fakat yazdığınızdan haberiniz yoktur.çok okumuş ve böyle bir şey görmemişim diye tevbe tevbe çekiyorsunuz.demek ki,bakmak ile görmek arasında fark vardır.
ne diyor said'i nursi:"işte böyle gayet kati ve şuhudi mesailde teşkikat'ı vehmiye yapmak,akılsızlıktır. yalnız muhal olmamak kafidir. halbuki,şakk'ı kamer,bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür" sunnetullah'a ve insanların aklına aykırı olan bu konuyu volkanik patlamanın cebine sokmağa çalışıyor.
şunu çok iyi bilin ki,"ikterebet essaetu ven şekkel kamer" yani kiyamet yaklaştı ay yarıldı ile, yemen tarafından gelen küffarın şahitlik yaptıkları olayla alakası yoktur. bu ayet kiyamet esnasında ayın yarılacağı ile ilgilidir.
her nedense ayın yarılması olayıyla ilgili tüm hadis derleyicileri, olay sözde mekkede(noktası da belli değil iki ayri nokta gösteriliyor) cereyan etmiş;medine'de o sırada 4 yaşında olan enes bin maliki olayın ravisi olarak göstermeye çalışıyorlar.
acaba bizim peygamberimizin mucizesi mı büyüktür yoksa musa peygamberin mucizesi mı?
Yanıtla (0) (0)hani bizim peygamberimiz parmağıyla uzaktan ayı yarmış;musa peygamber ise bastonla yanındaki denize vurmuş deniz yarılmıştır.
yine musa peygamber kendi kavm'ı için su talep ederken Allah, bastonunla taşa vur demiş. bizim peygamberimizin ise parmakları arasından su akmış.
acaba bizim peygamberimiz eşrefi mahlukat olduğu için,levlake olduğu için,seyyidül murselin olduğu için mı dır ki,camide muezzin, "sallu ala nebiyyina" yani bizim peygambere salat edin; diye komut veriyor.
Eğer sâir taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattır. Yoksa bize sihir etmiş." demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: "Böyle bir hâdiseyi gördük." Sonra küffar, Fahr-i Âlem (A.S.M.) hakkında (hâşâ): "Yetim-i Ebu Talib'in sihri semâya da tesir etti" dediler.
Yanıtla (0) (0)İkinci Nokta
Sa'd-ı Taftazanî gibi eâzım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: "İnşikak-ı kamer; parmaklarından su akması, umum bir orduya su içirmesi, câmide hutbe okurken dayandığı kuru direğin müfârakat-ı Ahmediyeden (a.s.m.) ağlaması, umum cemaatin işitmesi gibi mütevâtirdir. Yani, öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-i kesîre nakletmiştir ki, kizbe ittifakları muhâldir. Hâle gibi meşhur bir kuyrukluyıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevâtirdir. Görmediğimiz Serendip Adasının vücudu gibi, tevâtürle vücudu katîdir" demişler. İşte böyle gayet katî ve şuhudî mesâilde teşkikât-ı vehmiye yapmak, akılsızlıktır. Yalnız muhâl olmamak kâfîdir. Halbuki, şakk-ı kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.
Üçüncü Nokta
Mu'cize, dâvâ-i nübüvvetin ispatı için, münkirleri iknâ etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise, dâvâ-i nübüvveti işitenler için, iknâ edecek bir derecede mu'cize göstermek lâzımdır. Sâir taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedâhetle izhâr etmek, Hakîm-i Zülcelâlin hikmetine münâfi olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhâliftir. Çünkü, "Akla kapı açmak, ihtiyârı elinden almamak" sırr-ı teklif iktizâ ediyor. Eğer Fâtır-ı Hakîm, inşikak-ı kameri, feylesofların hevesâtına göre bütün âleme göstermek için bir iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sâir hâdisât-ı semâviye gibi, ya dâvâ-i nübüvvete delil olmazdı, risâlet-i Ahmediyeye (a.s.m.) hususiyeti kalmazdı, veyahut bedâhet derecesinde öyle bir mu'cize olacaktı ki, aklı icbar edecek, aklın ihtiyârını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek; Ebû Cehil gibi kömür ruhlu, Ebû Bekir-i Sıddîk gibi elmas ruhlu adamlar
On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli
Yanıtla (0) (0)Şakk-ı Kamer mucizesine dâirdir
Kamer gibi parlak bir mu'cize-i Ahmediye (a.s.m.) olan inşikak-ı kameri, evhâm-ı fâside ile inhisâfa uğratmak isteyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallitleri diyorlar ki: "Eğer inşikak-ı kamer vuku' bulsa idi, umum âleme mâlûm olurdu; bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelirdi."
Elcevap: İnşikak-ı kamer, dâvâ-i nübüvvete delil olmak için, o dâvâyı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette, âni olarak gösterildiğinden; hem, ihtilâf-ı metâlî ve sis ve bulutlar gibi rü'yete mâni esbâbın vücudu ile beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususi kaldığından ve tarassudât-ı semâviye pek az olduğundan; bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir. Şakk-ı kamer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan şimdilik Beş Noktayı dinle.
Birinci Nokta
BİRİNCİ NOKTA: O zaman, o zemindeki küffarın gayet şedid derecede inadları, tarihen mâlûm ve meşhur olduğu halde; Kur'an-ı Hakîm'in demesiyle şu vak'ayı umum âleme ihbar ettiği halde; Kur'anı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse, şu âyetin tekzibine, yâni ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar.
Eğer o zamanda o hâdise, o küffarca kat'î ve vâki bir hâdise olmasa idi; şu sözü serrişte ederek, gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamberin iptal-i dâvâsına hücum göstereceklerdi. Halbuki, şu vak'aya dâir siyer ve tarih, o vak'a ile münâsebettar küffârın adem-i vukuuna dâir hiçbir şeyini nakletmemişlerdir. Yalnız âyetinin beyân ettiği gibi, tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar, "sihirdir" demişler ve "Bize sihir gösterdi.
Sadi çevik kardes sözlerinize çok şaşırdım ..Ben risale nur kulliyatını uzun zamandır okuyorum..Şakk-ı kamer mucizesi sözlerde 31. söz de gecer ..Said nursi haşa öle bir sey sölememiştir. töbe töbe şaştım kaldım ..aynı yeri kaç kere okudum ;ne volkanı yaw ...
Yanıtla (0) (0)çalışmalarınız arasına 'hz.İsa (a.s)' yaratılması, Hz.Süleyman'ın (a.s) hayvanlarla olan konuşma münasebeti gibi benzeri olaylarıda alırsanız oldukça isabetli olabileceği inancındayım. (net ortamında bu kısaslarla ilgili bir sürü efsane dolaşıyor)
Yanıtla (0) (0)hem kaleme aldıklarınız ve hemde yazdıklarınıza gelen yorumlar oldukça aydınlatıcı. zevk ve keyfle 'bilgi' ediniyoruz. emeği geçen herkesten Allah razı olsun.
muhterem sadi bey! said'i nursi müceddiddir.her asırda bir müceddid gelecekmış fakat said'i nursiden sonra da müceddid gelmiyecekmış.şahs'i manevi oluşmuş kendisi hatemul müceddidindir.İbn'i Arabinin hatemul evliya olduğu gibi...
Yanıtla (0) (0)bu şahıs, onun ifadesine göre hz. ali tarafından celcelutiye adlı eserinde övülmüş ondan bahs edilmiş;bin küsür sene önce hz. ali onun geleceğini ifade etmiş(nerden bildı ise) onun için o,volkanik bir patlama ile teşbih etmişse öyledir ne diyelim.
Ay yarılmış mı dır? ayın yarılması muhammed peygamberin mucizelerinden mı dır? said'i nursi ayın yarılmasını volkanik patlama ile izah etmeğe çalışıyor. bu konuyu niye irdelemiyorsunuz? yoksa işin içinde said'i nursi vardır diye, "eynel cesaret..." zira çorba taşlıdır.
Yanıtla (0) (0)Ta ki İbn-i Rüşt e kadar dayanan şu mucize telakkisi kanaatimce kayda değer
Yanıtla (0) (0)Bir iddianın en güzel isbatı ancak o iddianın dahilinde olur haricinde olmaz.Mesela doktor olduğunu iddia eden birinin bu iddiasını en güzel şekilde ancak bir hastalığı teşhis ve tedavi etmesiyle isbat edebilir makul olan yegane isbat şeklide zaten budur o doktordan iddiasının isbatı için bir dağı altına çevirmesini olağanüstü şeyleri vukua getirmesini veya enazından haydi doktorsan bize güzel bir yemek pişirde senin doktor olduğuna inanalım demek ya bir cehalettir ya ihtihzadır veya gündem saptırmaktır.
Peygamber efendimizin kuran da te kid edatlarıyla kendisinin ancak bir MUNZİR yani uyarıcı MUBEŞŞİR yani müjdeleyici olduğu veya NEBİ yani haber verici RESUL yani ALLAH tan gelen mesajları insanlara iletici olduğu iddialarını en güzel şekilde isbat eden delil ise zaten Kur an dır
Resullah ın yukarda zikredilen iddialarının haricinde başka bir iddiasımı vardıki kavmi ondan bu iddialarla hiçbir alakası olmayan olağanüstü şeyler bekledi. Hz Musa nın veya diğer peygamberlerin iddialarının da Resulullahınkinden farklı olmadığı kanaatindeyim.
Makalede zikredilen denizin yarılması ve sair olaylar bir mucizemiydi, makul veya rasyonel olaylarmıydı hüsn-i niyyet ile de olsa bunu mucizeci veya rasyonalist çabalarla izah veya tasrih etmeye çalışmanın ne tevhidle ne hidayetle ne nübüvvetle ne risaletle bir alakası olmadı kanaatindeyim
Maksadım kimseyi rencide etmek değil sadece bir durum tesbiti yapmaktır sayın İ. Eliaçık tan da C. Duman dan da Allah razı olsun.
Selamün aleyküm, Diyorsunuz ki; "Yazınızda net bir şekilde görülüyor ki Tevrat'ı Kuran'ın eksik bıraktığı noktaları doldurmak için "delil" gibi kullanmamışsınız." Bu cümlenizi şöyle açalım. Kur'an, kendisinden önce inen Tevrat ve İncillerdeki kıssalar üzerine nazil olan ve onlardaki tevhid ve hidayete yönelik sapmaları belagat ve icazat dolu ifadelerle tashih ederek asli konumuna döndüren bir kitaptır. Bu yüzden Kur'an'daki kıssalarda detaylar yoktur. Bu yüzden tarihsellik; coğrafya, biyografi, kronoloji gibi unsurlar yoktur. Kur'an tamamen Tevrat biyografisi ve kronolojisi üzerine inmiştir ve buradaki beşeri silsileyi ve peygamberler silsilesini asla reddetmememiştir. Ancak Tevrat ve İncillerde eksik olan mesela; Ad, Semud, Alim kul, ilaahir.. gibi kıssaları ayrıca serdederek onlardaki eksikleri de böylece tamamlamıştır. Kur'an kıssalarında Tevrat ve İncillere nazaran görülen farklılıklar, Tevrat ve İncil'deki muharref olguların tashihine dayanır. Bu yüzden mesela; Lut kıssasında şehir halkının meleklere hucumu, Meleklerin Hz. İbrahim ve Sara'ya müjdesi, Hz. Musa ve Firavun karşılaşmalarında farklı sahneleri "kıssa tekrarlar"ı olarak Kur'an'da yer almaktadır. Bunun nedeni biyografik ve kronolojik anlatımlı Tevrat ve İncillerdeki muharref ve eksik olan tevhid ve hidayete yönelik mesajların muhataplara anlatım usulünden kaynaklanmaktadır.Kur'an Tevrat'takileri aynen tekrar etmemektedir. Mesela şu anki konularımız olan Yunus ve İsrailoğullarının deniz geçişi kıssalarında olduğu gibi mücmel olarak fakat belagat ve icazat muhtevalı anltımlarla kıssaları vazetmektedir. Mufassal malumat zaten Tevrat ve İncil'de bulunmaktadır. Yunus'un nereden nereye kaçtığı, gemide niçin kura çekildiği, İsrailoğullarının Mısır'dan hicretlerindeki rota, muhacir İsrailoğulları nüfusu v.s gibi Bundan dolayıdır ki, kadim İslam tefsir ve tarih kaynakları detaylar için öncelikle Tevrat ve İncillere başvurmuşlar, ve Yahudi, Hristiyan'lıktan muhtedi olan, Müslümanlardan açılımlar istemişlerdir
Yanıtla (0) (0)Selamun aleyküm, Sayın İ.Eliaçık, Tevrat'ın muharrefliğinin altını çizerek; "Diğer kıssaların çoğu gibi Yunus kıssasınından da Yahudi bezirgânların düzdükleri Tevrat'ta "Yunus kitabı" adı altında bahsetmeleri kıssanın bozulmuş bir Ortadoğu halk mitolojisi versiyonuna dönüştüğünü gösteriyor. Orada Yunus kıssası bu mitolojikleşmiş versiyondan etkilenerek anlatılıyor." demekteydi. Oysa biz, Tevrat'ın Yunus kitabının sonradan kaleme alınmış v.s gibi olumsuz örmekliğine rağmen Kur'an'daki Yunus kıssası ile benzerliğine dikkat çekmiştik. İncil'lerde, İsa'dan sonra Hz. İsa'ya atfen yazılmalarına rağmen, Kur'an incil'e referans yapmaktadır. Yani İnciller'de sayın İ.Eliaçık'ın tabirine atfen;-Hristiyan papazların düzmelerine göre- düzülmelerine! rağmen, Kur'an İnciller hakkında şöyle demektedir: "İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.5/47 Dolayısı ile Tevrat'ın Yunus kitabının sonradan yazılması gibi bir sebebe sığınılarak en eski dini ve tarihsel metini "Yahudi bezirgânların düzdükleri" diyerek, kaldırıp atarak, tamamen beşerî yoruma dayalı olan arkeoloji verilerini ve buna dayanan indî muhayyile ile dolu senaryoları, kelimelerin etimolojisini payanda yaparak, alternatif olarak sunmak, kıssaları anlama hususunda usul hatası yapıldığı kanaatine bizi ulaştırmaktadır. Aynı şekilde İsrailoğullarının denizden geçişi kıssası hakkında, en eski dini ve tarihi belge olan Tevrat'tan alıntılarla, Kur'an kıssasını mufassallaştırmak hem tabii hem geleneksel bir metod olarak Kur'an'ın bakış açısına uygun bir algılama metodolojisi olarak gözükmektedir. Tabi burada geçmişte yapılan, İsrailiyat ile ve günümüzdeki rasyonaliteye dayanarak, kıssaları yorumlamada, ifrat ve tefrit anlayışına düşmemek gerekmektedir. Mucizeleri akıl ile açıklamak gerekmemektedir. Mesela " mucize dahi olsa sünnetullaha aykırı olamaz" gibi bir lafı; Alim kul ve Musa kıssasında öldürülen çocuk'ta kullanamazsınız.
Yanıtla (0) (0)DÜNYADA EN COK SEVİLEN KİŞİ diye bir oylama var....
Yanıtla (0) (0)2010 Şubatda sonuç belli olacak....
10 kişi var bu oylamada aday...
biri de Peygamber Efendimiz...
Oylama adresi: www.bestofmen.org
"Muhammed" yazan yeri seçip "vote"yi tıklayın.
(kusuruma bakmayın. bunca yorum içinde konu dışı bir şeyler karaladım. özür dilerim)
Sayın Duman, çalışma şekliniz, hevesiniz, üretkenliğiniz ve yaptığınız çalışmaların ardında duruşunuz nedeniyle bir okuyucunuz olarak tebrik ederim. Bazı yorumcuların aksine Tevrat'tan alıntılar yapmanızın çok iyi olduğunu düşünüyorum. Aslında bir yandan da neden tahrif edilmiş olduğunu açıklayacak kadar bile Tevrat'ı bilmediğimi anlamamı sağladığınız için teşekkür ederim.
Yanıtla (0) (0)Yazınızda net bir şekilde görülüyor ki Tevrat'ı Kuran'ın eksik bıraktığı noktaları doldurmak için "delil" gibi kullanmamışsınız. Sadece benzerliklere işaret etmişsiniz. Bu nedenle Tevrat'tan yapılan alıntıların çalışmanın önüne geçmemesi gerekirdi. Siz sözünüzü Kur'an'A dayandırmışsınız.
Başka bir çalışma konuyu belki bambaşka bir sonuca götürür ama incelikli açıklamalarınız, ayrıntıları izah edişiniz, titizliğiniz takdire şayan. Böylesi ayrıntılı bir araştırma yapmadığım için mucize mi, doğa olayı mı tartışmalarına girmiyorum ama Firavun'un secde halini yıllar sonraya ulaştıran son dakika imanının ancak bir mucize karşısında olabileceği yorumunuza da katılıyorum.
Yalnız, rasyonellikten ve akılcılıktan bu denli rahatsız olunması düşündürücü çünkü Kuran'da her şeyin cevabı, her ne açıdan bakılırsa bakılsın bulunuyor. Henüz bizim bulamamış olmamamız, olmadığını göstermez. Kuran kadar akla hitap eden, aklın onay verdiği başka bir şey de yok.
Sizin de bir cevabınızda kullandığınız, beşeri ilim yapanların önyargılı olduğu, uyduruk olduğu yaklaşımı ise bence sizin çalışmalarınıza zarar verir.(Ne var, onlar da yapıyor gibi bir anlam çıkıyor.)
Söylemeden geçemeyeceğim: Sümer tabletlerini ise okuyabilen ne kadar az insan var... Sümeroloji bilgim olsaydı, yorum yapmak isterdim okuyabilenleri değerlendirmek üzere)
Yunus kıssasıyla ilgili kanaatim de ihsan hocayla birebir konuştuğumuzda. o beldeye gittiğini ve tarihi olarak o bölgede yaşamış kavimlerin birkısım hayvan figürleri kullandığını belirtmişti. Kendisiyle ayrıntılı görüşebilirsiniz.
Yanıtla (0) (0)Kanaatimce insanın bir balığın karnında yaşaması mümkün değildir. Mucize olarak yaşadığını belirten arkadaşlar olacaktır bende derim ki: "" mucize dahi olsa sünnetullaha aykırı olamaz""
Hocam yapmayın biz coğrafya kitaplarının da Kurana uyanını kabul ederiz. Bakara 75 de
Yanıtla (0) (0)...... Allahın sözü olduğunda asla şüpheleri kalmadıktan sonra, bile bile tahrif ederlerdi.
diyor. Tabiiki Kuran tevratı doğrular çünkü kaynakları aynıdır. Ama kaynak değişmeden önceki tevratı. Kaynak yahudiler olunca(tahrif edilince) Kuran onu nasıl doğrular hocam.Bunların zamanla asıl nüshaları kaybolmuş, insanlar tarafından yeniden yazılmışlardır. Bu yüzden de içlerine hurafeler ve bâtıl inançlar karışmıştır. Meselâ Tevrat’ın, Hz. Musa’dan sonra uzun asırlar esir ve sürgün hayatı yaşayan, hattâ bir ara inançlarını bile kaybedip putperestliğe düşen Yahudiler tarafından muhafaza edilemediği; bugün elde olan nüshanın Hz. Musa’dan çok sonra bâzı din adamları tarafından yazıldığı, fakat Tevrat’ın aslı imiş gibi yeniden din kitabı olarak kabul edildiği bilinen tarihî gerçeklerdendir. Bu hususta Ebû Hüreyre (R.A.) şöyle demiştir: «Ehl-i Kitab, Tevrat’ı İbranice (metni) ile okurlar, Arab diliyle de Müslümanlara tefsir ederlerdi. Bu hususta Resûlüllah (A.S.M.)
ashabına şöyle buyurdu:
«— Siz ehl-i kitabın sözlerini ne tasdik, ne de tekzib ediniz. Ancak deyiniz ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’an’a; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yâkub ve torunlarına indirilenlere; Musa’ya ve İsa’ya verilenlere ve (bütün) peygamberlere Rablan katından gönderilen (kitab ve âyetler)’e îman ettik. Onlardan hiçbirini (kimine inanmak, kimini inkâr etmek suretiyle) diğerlerinden ayırdetmeyiz. Biz (Allah’a) teslim olmuş Müslümanlanz.” (Bakara, 136).»
Ben kesinlikle delil teşkil etmeyeceği kanaatindeyim
selam ve dua ile
Tevrat metninin tahrif edildiği gerçeğinin son bir asırdır batılı oryantalistlerin yaptığı çalışmalar neticesinde kesinlik kazandığını gözardı etmemek gerekiyor.
Yanıtla (0) (0)İbn-i Abbas tevratın metni tahrif edilmiştir derken sonraki islam alimleri- buna klasik diye tavsif edilen müfessirleride ilave etmek gerek-onlar bunun mümkin olamıyacağını çünkü tevrat mutevatir bir kitabtır metnin aslı üzere kaldığını tahrifatın ise manada olduğu söylüyorlar yani yahudi alimleri tevratı yanlış yorumluyarak tahrif etmişlerdir diyorlar
Klasik müfessirlerin tevrattan bu kadar istifade etmesine ve tutarlı tutarsız pekçok israiliyat mahsulu bilginin islamı ihata etmesine kanatim o ki tevrat metninin aslı üzere kaldığı kanaatinin hakim oluşundan kaynaklanıyor waLLAHUalem
Selamün aleyküm, "Belki doğru bilgi içeren kısımları kalmıştır ama hangi kısımları... " diye soruyorsunuz; cevabımız, Kur'an'a uyan tüm kısımları!olacaktır...
Yanıtla (0) (0)Bunlara İsrailoğullarının denizden geçiş anlatımları, Yunus kıssası anlatımlarının çoğu, ilaahir...
Kur'an ve muharref Tevrat bağlamı hakkında;
"Yunus Peygamberi Balık mı, Asur Hapishanesi mi Yuttu?" ve "İ. Eliaçık'ın Yunus Kıssası Tefsirindeki Çelişkileri" yazılarımızda yer alan bir pasajı alıntı yapalım.
"Bu husustaki metodolojinin ne olması gerektiğini daha evvelki yazımızda şöyle belirtmiştik: "Kur'an'ın mücmel Yunus kıssası sayesinde; Ehl-i kitab'ın da dikkati Yunus kıssasına çekilerek, yeni gelen vahy ile Yahudi ve Hıristiyanların ellerindeki kitabın geldiği evvelki vahiy arasındaki ortak noktalar hatırlatılmaktadır. Müslümanlar ve Ehl-i Kitap açısından bakıldığında Kur'an'ın beyan ettiği bu ve diğer kıssalar, Tevrat'taki benzerleri ile karşılaştırılıp Tevrat'taki mesaj sapmaları veya tahrifler böylece düzeltilerek hidayete yönelik tevhidi yaklaşım ortaya konulmuş olmaktadır. Yunus peygamber hakkında mitolojik veya edebî olarak malumat sahibi olan Müşrikler ise onun Tevrat ve Kur'an kıssaları nezdindeki yorumuna bakarak tevhidi açıdan ders alabileceklerdir.. Meğer ki, aklederek bu anlatılan Yunus kıssasına yaklaşabileler!.. Bakınız Kur'an'ın beyan ettiği Yunus veya diğer kıssalar nasıl işlevsel olmakta, toplum ve kişiler bazında hidayet yönünde tevhidi yapılanmayı yani pratiği nasıl sağlamaktadır."
Allah'a emanet olun.
Elinizdekini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur'an'a) iman edin. Sakın onu (Kur'an'ı)inkâr edenlerin ilki olmayın! 2/41
Yanıtla (0) (0)Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'an kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. 2/91
De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir. 2/97
(Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti. 3/3
Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun. 3/93
İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir. 5/43
Kendinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak peygamberlerin izleri üzerine, Meryem oğlu İsa'yı arkalarından gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nûr bulunmak, önündeki Tevrat'ı tasdik etmek, sakınanlara bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.5/46
İncil'e inananlar, Allah'ın onda indirdiği (hükümler) ile hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.5/47
Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi.... 5/44
"...Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi..." ayetindeki peygamberler, hangi peygamberlerdir, ve hangi şeyle hüküm verirlerdi, bir düşünün!?...
Taner kardeş; Klasik tefsir kitaplarından kastım kesinlikle bahsettiğiniz gibi modern olma arzusu değil. Haşa,bu tabirimden bir aşağılama algılanmasın.
Yanıtla (0) (0)Bilakis Özellikle rahmetli Elmalı\'nın tefsirine bakarsan birçok kaynak ve kişiden alıntı yapıldığını görürsün.
Aslında tefsir kaynaklarının birbirinden çok farklı olmadıkları, şimdiye kadar toplanmış bilgilerden derlenmiş olduklarını görürsün. Elbetteki hepsi muteber kaynaklardır.ancak Anlat geç, İnan geç diğemeyiz.Biz bu toplumda sorumluluk sahibi kişileriz. Önce bizim kalbimiz mutmain olcak ki birilerine birşeyler verebilelim.
Seçkin kardeşimin sorduğu İsra 59 ayetinde kayadan deve çıkma diye birşey sözkonusu değil. Herkese nasıl veriliyorsa onlarada öyle verilmiş. Bir farkla ki yanlarında Peygamber olduğu için; o deveyle sınanacaklarını onlara bildiriyor. Nuh (as)\'ın yeryüzünü suların kaplayacağı vahyine binaen gemi inşa etmesi gibi. Oysa gemi ayaklanıp yürümemiş, suyun kaldırmasıyla yüzdürülmüştür. Yani Allah (cc)\'u Bir delil, ayet mıcize vermiş olsa dahi onu bugün fizik kuralları denen Sünnetullah çerçevesinde vermiş,Kendi koyduğu kuralları birine öyle birine böyle uygulamamıştır. Gerçekleşen helakların hepside birer doğal afet şıklinde cereyan etmiştir.
Evet İhsan Eliaçık beye yakın yorumlardır. Doğruyu kim söylerse almak gerekir. Bir farkla ki İhsan hoca bence kendisini herşeye mutlak bir açıklama yapmak zorunda hissetmiş ve bazı zorlamalarda bulunmuştur.Ancak tefsirindeki tarih, hayat ve tabiat olarak belirlediği tefsir yöntemi gerçekten çok önemlidir. Çünkü Allah hayata, tabiata hitap etmeyen ütopik bir kitap indirmekten münezzehtir.
Cengiz Duman hocama; Tevratın delil olarak verilmesi konusunda ikna olmadığımı söylemek istiyorum. Bir parçası bile bozulmuş olması tamamını sakıt eder. Belki doğru bilgi içeren kısımları kalmıştır ama hangi kısımları...
Çok geniş bir konu önemli olan insanların kafasında soru işaretleri oluşturmak, Aksi takdirde araştırmıyorlar..Allahın Rahmet ve Bereketi üzerinize olsun
Selamün aleyküm, Uğur kardeşimizin, M.İslamoğlu tefsiri olarak öne sürdüğü; "...bu deniz büyük bir bataklık rabbimiz birgece önceden kuvvetli rüzgarlar estirmek sureti ile bu bataklığı kurutuyor ve hz MUSA ile israiloğluları için geçişi mümkin hale getiriyor sonra Fravun avanesi geçerken rüzgarlar birden kesiliyor ve bataklık tekrar sulanarak fravun ve avenesi boğuluyor..." yorumu Kur'an ayetleri ile çelişkilidir. Yazımızda üzerinde önemle durduğumuz iki husus vardır. Bu önemli hususlar, İslamoğlu hocamızın, yorumunda olduğu gibi sayın, İ.Eliaçık yorumunda da boşlukta kalmaktadır. Birincisi, denizin yarılıp ikiye ayrılmasıdır. buradaki Kur'an ve Tevrat anlatımları; ortadan geçilecek bir yol kalacak ve iki taraftaki suların (Kur'an'a göre)dağ/(Tevrat'a göre)Duvar, gibi olma tasviridir. Bu tasvirler, M.İslamoğlu ve İ.Eliaçık'ın ve diğer çağdaş müfessirlerin de yorumlarında üzerinde durulmayan ayrıntılardır. İkincisi ise; bu iki, dağ/duvar gibi sular arasında kalan yolun kuru olması keyfiyetidir. Yani balçık, batak veya geçişe engel olacak fiili durum ayrıca düzeltilmektedir. Klasik tefsirlerde bu hususlar görülmekle beraber İsrailiyata dalınması! ile birlikte olay saf halden karışık anlatımlara boğulmaktadır. Çağdaş tefsirlerde ise bu iki husus ya kale alınmamakta ya da bunların rasyonel açıklamalarına yer verilmektedir. Nitekim bu iki husus kaçırıldığında ya Endonezya'nın Jindo adası veya Hamburg'da civarında meydana gelen med-cezir hareketi sonucu ortaya çıkan vakıalar örnek olarak verilmektedir ki, bu örnekler asla İsrailoğullarının denizi geçmesi mucizesi ile kıyaslanamaz. Yahudi ve Hristiyan literatüre dayanan çizim,resim veya filmlerde mutlak vurgulanan husus, denizin iki parçaya ayrılması ve her iki tarafta dev su sütunları tasviridir . Oysa çağdaş İslam müelliflerinde ise bu olay gözardı edilerek ve hatta İ.Eliaçık gibi İsrailoğullarına has bu özel durum, onların "ırkçı" "düzmelerinden" oluşan abartılan bir konu olarak gösterilmektedir. Allah'a emanet olun.
Yanıtla (0) (0)1-Şu’ara 63-66 ‘’ Mûsâ'ya "Vur asan ile denize"
Yanıtla (0) (0)olay öncesinde bir vahyin söz konusu olduğunu bildirilmekte
2-Tâ-Hâ Sûresi 77 ‘’ Yetişilmekten korkmayarak ve haşyet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de onlara denizde kuru bir yol aç'
Emir veriliyor Hz. Musaya.
Mûsâ peygamberin asasını denize vurmasıyla yalnızca suların ikiye ayrılıp büyük dağlar gibi iki yana yığılmakla kalmadığı, aynı zamanda üzerinde yürümeye elverişli çamursuz kuru bir yolun da açıldığı anlaşılmakta.
3- Dûhân: 23–24 ‘’ Kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenenlersiniz. Karşıya geçince denizi olduğu gibi açık bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.’’.
Mûsâ peygambere kavmiyle birlikte denizi geçtikten sonra "denizi açık bırakması" emri var.
‘’Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur’’........
Klasik tefsir eserleri diye eleştiride bulunanların kastettiği aslında şu ana kadar yazılmış olan bütün tefsir eserleridir ,çünkü klasik diye nitelendirilenlerin dışında kendi savundukları iddialar bir kaç modernist olma gayretinde olan ve müsteşriklerin etkisi altında kalan ,ezikliklerini İslam'ın tarihi birikimine saldırarak tatmin etmeye çalışan aslında bir avuç aydın(!),bilge(!) insandır.Yani şimdi asanın ejderha oluşunu aklen kabullenemediğimiz için red mi edeceğiz, Hz. İsa'nın doğumunu nasıl izah edeceğiz ,haşa mantıken (!)yorumlarsak ne diyeceğiz ,ölüleri diriltmesi ,hastaları iyileştirmesi nasıl oluyordu, kendisi doktor değildi yani ! O dönemlerde olan mucizeleri beklemekte neyin nesi Allah aşkına ...Gökten sofra inmemişte ne demek Haşa Hz. İsa boş bir dua mı yapmış ,ya da Allah bunu gerçekleştirmekten haşa bu kadar mı aciz?_Diğer mucizeler içinde aynı durum söz konusu ...Allah resulune tefsir ve yorumlama hakkı tanımayanlar ,bu hakkı kendilerine verirlerse olacağı budur zaten,her kafaden bir ses ve hiçbir sınır tanımadan ,kafalarına göre yorumlama ...Rivayet namına hiçbirşeyi kabullenmeyenler ,sözüm ona Kur'ancı ,Kuran eksenli iddialarıyla edebiyat yapanlar keşke yabancı ,müsteşrik ve pozitivistlere kafa beyin vereceklerine biraz da rasule kulak verseler ya...
Yanıtla (0) (0)kur an da ..bizi mücize göndermekten alıkoyan,ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır...17/59 ayeti vardır, bu ayetten biz daha önceki peygamberlere mücizevi bazı olaylarla peygamberlik veya uyarı misyonuna destek,korkutma ile imana gelmeleri istenmekte mücize ile desteklendiklerini çıkarabiliriz,Allahu a'lem. Peygamberimize mücize verilmediğinide çıkarabiliriz bu ayetten, keza diğer ayetlerde;inkar edenler için,mücize isteyenler için yani olağan üstü olaylar isteyenler için Rabbimiz .. mücize olarak onlara vahy,kuran yetmiyormu!!... der.Süleyman Altun kardeşimden, isra59 ayeti ışığında mücize(olağan üstü olaylar)ı tekrar değerlendirmesini istirham ederim,bilmediklerim varsa öğrenmek istiyorum aslında.Bazen diyorum kendim içinde çokmu akli davranıyorum,buna benzer benimde çok sorularım oluyorS.ALTN kardeşim gibi;ama Peygamberlerin vahiy almasını hangi kural ve formul çerçevesinde açıklayacağız,ancak kuranda ki geliş şekline inanır,Allaha ,gayba vahye, cennete, cehenneme,hesaba vahyin bize bildirdiği şekilde iman ederiz,aklı vahye tabi tutma mecburiyetinde değilmiyiz ne dersiniz.Hz isa nın babasız doğuşunu hangi aklilik ve formulle açıklayabilirizki öyle inanmaktan başka bi seçeneğimiz varmı?....Allah aklını kullanmayanların üzerine azabı,alçaltıcı zelilliği,pisliği koyar,verir... Bu Allahın, yaradanın olduğunu duyup,kitab,peygamber,ahiret,hesabın geleceğini duyduğu halde,kulak arkası yapan savsaklayan,kendini,dünyayı tüm canlıları anlamaya okumaya çalışmayan,yaradan insan ilişkisi,insan tabiat ilişkisi,insan canlılar ilşkisi ve insan insan ilişkisini vahye göre düzenlemeyenlerin,vahiy çerçevesinde akletmeyenlere,düşünmeyenlere ve yaşamayanlara;Allahın azabını hak edeceği gerçeğidir olsa gerek.....şüphesizki Kuran en doğru olanı gösterir.... selam ve dua ile.
Yanıtla (0) (0)Birkaç yıl önce M. İslamoğlu nun TefsiriulKur an tevilulFurkan isimli çalışmasında bu olayla ilgili şöyle bir şey dinlemiştim
Yanıtla (0) (0)İslamoğlu hoca yazıda da belirtildiği gibi bu denizin neresi olduğunun sabit olmadığı bir kaç yerin zikredildiği zikredilen denizlerden birinin şuan kurumuş bir yer olduğu daha önce buranın bir bataklık olduğunu söylüyor ve kuran ve tevrat kaynaklarına istinaden rasyonalist değilde altarnatif bir görüş olması için olayı şöyle açıklıyor
bu deniz büyük bir bataklık rabbimiz birgece önceden kuvvetli rüzgarlar estirmek sureti ile bu bataklığı kurutuyor ve hz MUSA ile israiloğluları için geçişi mümkin hale getiriyor sonra Fravun avanesi geçerken rüzgarlar birden kesiliyor ve bataklık tekrar sulanarak fravun ve avenesi boğuluyor
Tabi daha teferruatlı malumat için M islamoğlu nun mezkur çalışmasına muracaat etmek gerekir ki bu izah med-cezir izahından daha oturaklı daha makul görünüyor
ibn-i haldun israiloğlularının nufusu için verilen 600000 rakamının mümkin olamıyacağını mukaddime isimli eserinde izah etmiş. Bedir savaşı esnasında rabbimiz yağmur yağdırmak sureti ile hem müslümanların su kaygısını gidermiş hemde zemini kaygan hale getirerek müşriklerin işini zorlaştırmıştır yani yağmurun yağması inkarcı için sıradan bir olayken olayları Allah ile ilişkilendiren mumin için kur an la tekid edilen bir mucize hulasi kelam artık tekkerruru neticesinde sıradanlaşmış bir olay yani yağmurun yağması bedir savaşı günü nasıl bir mucizeye dönüşüyor
Yanıtla (0) (0)Mucize: Allah teala tarafından peygamberleri tasdik ve teyid sadedinde vücuda gelen ve tabiat kanunlarına aykırı olay.
Yanıtla (0) (0)Kuranda peygamberler elinde gerçekleşen ve tabiat kanunlarına aykırı görünen olaylar "aklen mümkün ise ve tabii bir sebebe bağlı olarak vücuda geldiği kesin bir şekilde ortaya çıkmadığı sürece" mucize olarak vücuda gelmiş kabul edilir.
Bunları sebebsiz rasyonalize etmenin yani tabii sebeblerle ortaya koymanın faydası nedir? veyahut bunları mucize kabul etmenin zararı nedir?
selametle
Cengiz Duman diyor ki: 'Cenabı Hakk, kıyamete kadar her süreçte kendine inananlar için mucizeler, inkâr edenler için azablar hazırlayacaktır.' Kendisinin anladığı, Hz. Musa'nın ve beraberindekilerin yaşadığı anlamda bir mucize bugün nedir? Bizim mucizemiz de Kur'an-ı Kerim mi diyecek?
Yanıtla (0) (0)''Hem inananlar hem de inanmayan tüm Kur'an muhatapları -en başta Mekke müşrikleri ve onların ileri gelenleri- bu kıssadan dersler ve ibretler almalıdır.''diyor Cengiz Bey! İnanmayan bir adam niçin ders ve ibret alsın ki?
Süleyman Altun Bey'in soruları üzerinde düşünülmeye değer sorulardır ki, buna benzer soruları İhsan Eliaçık da dile getirmektedir. Bir kalemde reddedilecek şeyler de değildir.
Selamün aleyküm, Bazı kardeşlerimizin dile getirdiği konulara cevap verelim.
Yanıtla (0) (0)EYÜP YILDIRIM'IN,ELEŞTİRİSİ; "Yine birinci makalede olduğu gibi İhsan Eliaçık'ın baştan karşı durduğu Tevrat'tan bolca alıntılar yapılmış durumda. Bu kadar alıntı gereksizdi diye düşünüyorum."
SÜLEYMAN ALTUN'UN,ELEŞTİRİSİ; "İkinci yanlışınız ise klasik tefsir kitaplarında da sık raslanan Tahrif olmuş bir kitaptan(tevrat) sürekli alıntılar yapmanız. Bunlar delil değil ki. Ne yani birkaç hahamın uydurduğu masallardan bize ne.
Bunlara A. Reşit EKŞİ'NİN, CEVABI; "..hahamların uydurduğu tavratdan" bahsetmiş... Bunu herkes biliyor. Tevrat;Tarihsel bir veri, ayıklanarak okunacak, içinde hakikatlerin de bulunduğu dini bir metin olarak neden araştırmacılarca okunmasın, faydalanılmasın? Tevrata ve İncil'e bakmadan nasıl ilmi olunabilir? Beşeri ilimlerle yola çıkanlar, tarihçileri, sosyolagları falan çok önyargısız zennediyorlar galiba. Kurgulama iyi yapıldıktan sonra "tanrıların arabaları" gibi garip bir kitap bile insanları inandırabiliyor. Daniken'in bu hileli metodu sanki beşeri ilimlerde hiç kullanılmıyor. İlmiye Çığ denen sümeroloji lafazının gözünde o tarih nasıl gözüküyor?! Uydurma işi sadece hahamlara ait değil.Allah muhafaza insan rasyonalist olayım derken de pekala uydurmaya başlayabilir ki, maalesef örnekleri çoğalmaya başladı.." (tamamen katılıyorum. c.duman)
EYÜP YILDIRIM'IN, ELEŞTİRİSİ; "Kur'an'da anlatılan her bir kıssanın günümüzde de yaşanabilmesi gerekir tezi de, çok güçlü ve haklı bir tezdir. Rasyonalite deyip, aklı bir tarafa bırakmannın da hiç kimseye bir faydası yok."
CEVABIMIZ; Sayın Eliaçık'da aynı şeyi söylemektedir, ancak ne denizin İsrailoğullarına yarılması, ne Sara ile meleklerin mükalemesi, ne Musa ne İsa'nın Allah ile mükalemesi kıssaları, ne de Tur dağının havaya kalkması, Adem, Tufan, ilaahir.. Bu gibi kıssaların yeniden olması mümkün değil, beklemekte akli değildir. Sadece bu kıssalar nezdinde olumulu-olumsuz verilen mesajlar kıyamete değin önemlidir.
"İhsan Eliaçık'ın mucize kavramına getirdiği anlam ve yorum çok daha akla yakındır."
Yanıtla (0) (0)Eyüp YILDIRIM'ın yorumundaki şu cümleler tartışmaların özünü gösteriyor.Allah Azze Ve Celle'nin yarattığı herşeyde elbette bir mucize vardır. Ancak asıl manasıyla mucize, daha önce rastlanmamış, rastlansa bile vuku buluş zamanı çok farklı olan hallerdir. Çekirgelerin firavun ve taraftarlarına musallat olması mesela. Daha önce de çekirgeler mutlaka bir yerlere musallat olmuştur. Ancak Hz. Musa ile çekişmenin ardından vuku bulması bunun mucize olduğunu onlara bile gösterdi(vuku buluş anından dolayı)...Akılcı ! ve rasyonellik diye tutturanların ne yaptığını, amaçlarını anlamak çok zor.Bir başka yorumcu da "hahamların uydurduğu tavratdan" bahsetmiş... Bunu herkes biliyor. Tevrat;Tarihsel bir veri, ayıklanarak okunacak, içinde hakikatlerin de bulunduğu dini bir metin olarak neden araştırmacılarca okunmasın, faydalanılmasın? Tevrata ve İncil'e bakmadan nasıl ilmi olunabilir? Beşeri ilimlerle yola çıkanlar, tarihçileri, sosyolagları falan çok önyargısız zennediyorlar galiba. Kurgulama iyi yapıldıktan sonra "tanrıların arabaları" gibi garip bir kitap bile insanları inandırabiliyor. Daniken'in bu hileli metodu sanki beşeri ilimlerde hiç kullanılmıyor.İlmiye Çığ denen sümeroloji lafazının gözünde o tarih nasıl gözüküyor?! Uydurma işi sadece hahamlara ait değil.Allah muhafaza insan rasyonalist olayım derken de pekala uydurmaya başlayabilir ki, maalesef örnekleri çoğalmaya başladı..
Cengiz kardeşim,kanaatimce zikri geçen konuda gayet mutedil bir araştırma yapmıştır.
Yanıtla (0) (0)Birileri farklı şeyler söyleme veya rasyonellik takıntısı ile illede klasik tefsirin dışında nasıl yorumlar yapılır diye düşünebilirler.Kur'anın"nasıl daha makul tefsiri yapılabilir?" düşüncesi ayetlere zorlama yorumlar giydirilmesine sebeb olmaktadır.M.Esed'de kısmen ve i.Eliaçık ta,ileri düzeyde(Allah onlara rahmet eylesin.)bu zaaf sözkonusudur.
Bence kur'andaki bu mucizevi muhtevadaki mesajlarda en önemli husus,"bu ayetlerin bize,günümüze ne mesaj verdikleri" sorusunun cevabını bulmaktır.yoksa "o olaylar vuku bulmuş bunlar bize niye anlatılıyor?deyip,işin içinden sıyrılabiliriz.
işte bu nokta gözönünde bulundurulursa "mekkedeki islami mucadeleyede,günümüz islami mücadelesinede bu ayetlerle gerekli hangi dersler verilmektedir."maksadı en önemli maksad olur,ve böylece ayetlerden istifadenin manası gerçekleşir.
Bu noktada cengiz kardeşim ayetlerin lafzi mana ve maksadını gözeterek,vahyin lafızlarına zorlamayla anlam idhal etmeden, makul ve makbul izahlar yapmış,kıssadan islami mücadele için çıkarılacak hisselerede sonuç bölümünde yer vererek,olayın güncel maksadını da karınca kararınca vermeye çalışmıştır.
Allah hepimizi her tür klasik veya modern tahrifattan beri kılsın.
Öncelikle yazarın dilinde ciddi kusurlar bulunduğunu ve çok yorucu cümleler kullandığını belirtmeliyim. Örnek vermeyeceğim.
Yanıtla (0) (0)Yine birinci makalede olduğu gibi İhsan Eliaçık'ın baştan karşı durduğu Tevrat'tan bolca alıntılar yapılmış durumda. Bu kadar alıntı gereksizdi diye düşünüyorum.
İhsan Eliaçık'ın mucize kavramına getirdiği anlam ve yorum çok daha akla yakındır. Kur'an'da anlatılan her bir kıssanın günümüzde de yaşanabilmesi gerekir tezi de, çok güçlü ve haklı bir tezdir. Rasyonalite deyip, aklı bir tarafa bırakmannın da hiç kimseye bir faydası yok.
İlla olağanüstü bir olay olmuş şartlanmasıyla yaklaşılınca da böyle bir durum ortaya çıkıyor.
Netice itibariyle bu makalenin, İhsan Eliaçık'ın görüşlerinin yanlışlığını ortaya koyma noktasında sıkıntılarının olduğunu söyleyebilirim. Fazla uzatmadan...
Anlatılan kıssa az çok tefsir okuyan herkesce bilinen bir anlatıdır. Oysa bizim Haksözden beklediğimiz daha ciddi akılcı olmasını beklerdim. Oysa yazınızın başında akli yorumda bulunanları rasyonalcilikle suçlayıp akli düşünenleri bertaraf etmişsiniz. İkinci yanlışınız ise klasik tefsir kitaplarında da sık raslanan Tahrif olmuş bir kitaptan(tevrat) sürekli alıntılar yapmanız. Bunlar delil değil ki. Ne yani birkaç hahamın uydurduğu masallardan bize ne.
Yanıtla (0) (0)Kur'an sizin de bildiğiniz gibi defalarca AKLA vurgu yapar. İnsanları ve olayları uçtu kaçtı masallarla açıklamıyor. Bu tür olaylar belli bir sünnetullaha göre cereyan etmiştir. Fakat bize sadece bizim ibret alacağımız kısmı anlatılmış, boşluklar ise esatirul evvelinlerle doldurulmuştur. Aslında bizim yapamayacağımız hiçbirşeyi Allah(cc) bize örnek göstermemiştir. Asırlardır yerçekimi kuvveti vardır. Taş serttir. Suyun kaldırma kuvveti vardır. Havasız insan yaşayamaz. Peygamber bile olsa bu böyledir. Hiçbir zaman gökten sofra inmemiştir. Kayadan Deve çıkmamıştır. Eğer sünnetullahta böyle şeyler olsaydı günümüzde de olması gerekirdi.
Şimdi bir düşünelim İsrailoğullarının yanında Musa (as) var, Harun(as) var, Asa var, Pınarlar Deniz yarılmaları. Salih(as)ın kayadan çıkan bir devesi var Peygamber yanlarında peki bizim yanımızda hiçbirşey yok, bu adil bir sınav mı
Biz dünyaya gelmişiz mucize yok, peygamber yok.
Arkadaşlar Kur'anın ayet dediği, halkın mucize dediği her şeyin akli bir manası mutlaka vardır. Mucize arıyorsanız yeryüzünde ne yana bakarsanız bakın insanı acze düşürecek nice harikulade olaylar olmaktadır. Ama herşey bir kural ve formul çerçevesinde. Ne kadar ermiş olursanız olunuz peygamber dahi olsanız herkesin suyu deniz seviyesinde 100 derecede kaynar. Aksi takdirde Uhutta Peygamberimizin dişinin kırılmasını nasıl açıklarız. Haşa Allah peygamberini koruyamadı mı diyeceğiz.
selam ve dua ile