Deney No 1: Hikmet
Emre Aköz sordu. Güzel soruydu. CERN Deneyi'nden yola çıkarak “bu bilim işini, müntesiplerinin Çin'e gitmesini teşvik edecek kadar ciddiye alan bir dine rağmen neden desteklemiyoruz, en azından konuşamıyoruz” mealinde bir şey. Nitekim, yaşı Cumhuriyet'ten de eski o klişenin “İslam, bizi geri bıraktırdı” tezinin, tekzibi yahut teyidi biraz da bu sualin cevabına bağlıydı.
Doğruydu, çünkü bugün “irtica geliyor” şeklindeki kozmik korkuların, atomaltı alemlerini araladığınızda karşınıza bu 'inanç' çıkar. Doğrusunu söylemek gerekirse; temizliğe hayati bir kıymet atfeden bir dinin mensubu yemek sonrası yağlı ellerini rengi fümeye dönmüş beyaz kıyafetine sürterek temizliyor; bilimi haddini aşmış bir zirzoplukla, en hafifinden fazla dünyevi olmakla suçluyor ve hayatının dışına itiyorsa, Müslümanların bilim algısını oturup uzun uzun tartışmakta fayda var.
Ama İslam'ın değil.
Çünkü; Atlas deneyi yani, bilimsel metodla kutsal varoluş parçacığını aramak, nazarımda bir nevi hikmeti aramaktır. Bigbang'i yani büyük patlamayı yeniden canlandırarak varlığın temelini aramaya yönelen insanoğlu, bugün bildiğimiz ve bilemediğimiz şeylerin olduğunu, o devasa egosuna rağmen nihayet itiraf edebilmiş olan insanoğlu, hesaplayamadığının, bilemediğinin, akledemediğinin peşine düşüyor ki, bu son derece iyidir.
İşin deneyselliği pozitivizmi çağrıştırmasın; çünkü bu insanlar, aklımızla ve duyularımızla algılayamadığımız cisim ve nesnelerden, gerçeklik ve hakiki varlığın birbirini değillemesi gibi haniyse ucu zen budizmine dokunan şeylerden bahsediyor, neredeyse dinin şifreler ve kapalı anlamlı ifadelerle haber verdiği dilden konuşuyor. Düşünsenize, bunlar pozitivizmin en sevmediği şey.
Einstein haklıydı belki; “Akla karşı günah işlemeden bir yere varmak imkansız”. Walker Percy de doğru söylüyor; “Allak bullak bir çağda yaşıyorsunuz, her zamankinden daha allak bullak, çünkü büyük bilimsel buluşlar ve teknolojik gelişmelere rağmen, insanoğlunun kim olduğu ya da ne yaptığı hakkında en ufak bir fikri yok.”
Henüz görmedik ama, bu deneyin öngörülemez sonuçları arasında dünyayı yutabilecek ölçüde büyük karadeliklerin açılması; zaman-uzay bükülmesiyle topumuzun birden paralel evrene naklolacağımız gibi kıyamet ihtimalleri sayılıp dökülmüştü.
Bir annenin “karadelik evladımı yutar” korkusuyla çocuğu okula göndermemesi gibi 'magazin'leri es geçerek, “hocam orda tembellik ya da tembelliğin hiperuzayı olan asla yerinden kımıldatılamaz insan yaşam formu varsa geçeyim şu pararel evrene, yoksa kalsın” türü Türk usulü geyiklerin üstünden atlayarak söylersek, yeni fiziğin geldiği “yeryüzü ne ki?” noktasının, burayı bir “misafirhane” olarak tevil eden dini inançla örtüştüğünü pekala iddia edebiliriz.
Kuantum fiziğinin vardığı evrenin sadece yüzde 4'ünün 'kütlesi' olan maddelerden varolduğu bilgisine gelince; kitabında bizim bilmediğimiz, görmediğimiz alemlerden bahseden Yaratıcı'nın göğü genişletmekten, kabri daraltmaktan, başka alemlerden muradını anlar gibiyiz artık sanki. Kara delikler, paralel evrenler, kara kütleler ve boşluklar üzerine kafa yoran bilim adamlarının Atlas deneyi, şatafatlı bir başarısızlık olarak kalabilir ya da bir şey olur bir şey keşfedilir ama bu kez de onun kaynağını aramak gerekecektir. Ta ki, yolculuk aslolan istikametin varış noktasına gelene dek.
Bugün, kestirilemezlik ve kaos teorisiyle insan kibrine sıkı bir tekme atmış olan kuantum fiziğindeki başarılar sayesinde; insanoğlunun 'bildiği'nin 'bilmediği'nden az olduğunu keşfi, bir şeylerin “seçimlerimiz” dışında olabileceğine dair geliştirmeye başladığı itikatla atbaşı gidiyor çünkü.
Kontrol ve denetim fetişizmiyle maddi manevi, elini atmadık, burnunu sokmadık tek yer bırakmamış insanoğluna kendi küçüklüğünün tespiti ve teslimi yaptırılıyor; “Hayır yavrum diyor, ötelerden bir ses, öldükten sonra çürüyüp toprağa karışmayacaksın, bilme zamanın gelecek, kabrin genişleyecek ya da daralacak. Ne, nasıl, n'olamaz' deme hakkının bulunması için bugünden iyi çalışmalısın.”
İnsanoğlu sandığından daha yoksun, sandığı kadar seçme şansı yok. Gerçeklik algısı iade edebilir, muteber buldukları anında paçavraya dönüşebilir; akılla açıklanabilmiş bir doğanın merakına çare olmadığını fark etmiş, dünyanın düz ve basit olmadığını 'kanıtlayabilecek' bir imkanın, ihtimalin peşine düşmüştür. Kuantum fiziği nedir ki sonuçta; bilim adamlarının asla telaffuz edemediği ama hep bildiği gibi; bir “düş”. Takdir edersiniz ki, dünya da öyledir.
Yeni Şafak gazetesi
YAZIYA YORUM KAT