Demokratik özerklik -2
Cumartesi günkü yazımda Demokratik Toplum Kongresi'nin kamuoyuna deklare ettiği "demokratik özerklik taslağı"yla ilgili üzerinde genişlemesine müzakere yürütülmesi gereken 8 soru sormuştum. Söz konusu sorulara mutabakata dayalı cevapların aranıp bulunması gerekir. Bugün taslağın anlamı ve müzakereci siyaset açısından taşıdığı değer üzerinde durmaya çalışacağım.
"Demokratik özerklik"le ifade edilen taslak metni siyasi bir taleptir, yani mahiyeti itibariyle siyasi bir metin veya proje taslağıdır. Bir siyasi proje taslağını bir sorunun kendisiyle özdeşleştiremeyiz. Sorunun kendisi adına "Kürt" denen kalabalık bir insan topluluğunun -buna etnik grup, halk, kavim veya başka şey diyebilirsiniz- kimliklerinin tanınması ve anadilleri üzerindeki baskıların kaldırılması sorunudur. 1990'dan bu yana kişisel olarak altını çizdiğim üç nokta, çözümün ana çerçevesini tayin etmektedir:
1) Kürtlerin etnik kimliğinin tanınması önündeki anayasal ve yasal engellerin ortadan kaldırılması. Bu düzenleme sadece ve münhasıran Kürtler için değil, isteğe bağlı olmak üzere diğer etnik topluluklar (Çerkezler, Gürcüler, Boşnaklar, Arnavutlar vd.) için de söz konusu olmalıdır.
2) Anadil üzerindeki yasakların kaldırılması; resmi ve yaygın dil Türkçe olmak üzere anadilin isteğe bağlı olarak medyadan eğitime kadar her alanda kullanılabilir hale getirilmesi.
3) Bölgenin (Güneydoğu ve Doğu Anadolu) ekonomik ve sosyal refah seviyesinin yükseltilmesi, gerektiğinde ve gerektirdiği kadarıyla kısmi pozitif ayrımcılıklara başvurulması.
Yöre, köy, nehir vb. isimlerin iade edilmesi veya çift isim kullanılması; silahlı eylemlere karışmamış PKK'lılara af çıkarılması, bölge ülkelerinde yaşayan diğer Kürtlerle ekonomik, ticari, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi, bölge ülkeleri arasında AB benzeri sınır geçişlerinin kolaylaştırılması vs. adımlar yukarıda sıraladığımız üçlü çözüm çerçevesinin içindedir. Çerçeve elbette genişletilebilir. Başka çözüm teklifleri de mümkündür, ama çözümlerin hepsi siyasidir, tartışmanın da pozitif-kanuni, siyasi zeminde algılanıp sürdürülmesi gerekir.
Demokratik Toplum Kongresi'nin projesi, sadece hazırlayıp tartışmaya açanları değil, çok sayıda tarafı ilgilendirir, çünkü onların toplumsal, idari ve politik hayatlarını derinden değişikliğe uğratır. Bu açıdan bakıldığında "özerklik" taslağı a) Türkiye kamuoyunun tamamını (73 milyon insan), b) Kürtlerin tamamını, c) Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaşayan Türkleri, Arapları ve Süryanileri de yakından ilgilendirmektedir.
Böyle olunca hiçbir siyasi-idari proje oldubittiye getirilemez, emrivakiyle kabul ettirilemez; devlet gücüne veya silaha güvenerek herkese empoze edilemez. Eğer rızaya aykırı bir şeyi 'devlet gücü'yle kabul ettirmek mümkün olsaydı Kürt sorunu olmazdı; silah gücüyle bir fikri kabul ettirmek mümkün olsaydı PKK bugüne kadar 10 kere zafer ilan ederdi. Esasında "çözümsüzlükten beslenen gayrı tabii iç ve dış unsurları" bir kenara bırakacak olursak, şunu söyleyebiliriz: Sorunlarımızı tartışıp çözüm aramak için siyasi baskılara veya silaha ihtiyacımız yoktur; kendi aramızda müzakere yapabilme olgunluğuna sahibiz.
Diğer nokta, kimsenin benim çözümüm "hak ve özgürlüklerin yegane teminatıdır ya da demokratik çözümün ta kendisidir, diğer öneriler hak ve hukuk dışıdır" diyemez. Belirtmek gerekir ki sıkı veya gevşek markaj versiyonlarıyla özerklik, üniter devlet çatısı altında kuvvetlendirilmiş yerinden yönetim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yerinden demokrasi veya federasyon türünden çözümler birbirlerinden 'derece farkı'yla ayrılırlar, özleri itibariyle mahiyetleri aynıdır. Radikal yöntemlerle bir başka forma geçmek ilk anda cazip gelebilir, ama muhtemel sonuçları iyi hesaplanmadığında daha yıkıcı sorunlar ortaya çıkabilir.
Perşembe günü, Batı'dan ithal edilen modellerin ve 2004'te Cumhurbaşkanı Necdet Sezer tarafından veto edilen "Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması Kanunu"nun da neden gerçekçi ve kalıcı çözüm olmadığını ve hangi referanslara başvurulması gerektiğini yazmaya çalışacağım.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT