Demokrasinin 'lahika'sını yazmak
Türkiye'de siyaset, kâbuslar ve karabasanlarla dolu bitmek bilmeyen bir geceye benziyor. Uyanmak ve kurtulmak için uğraşıyoruz, ama ülkenin üstüne çöken ve nefes almasını güçleştiren kötü ruhlar izin vermiyor.
Darbeler ve muhtıralarla dolu karanlık bir geçmişi geride bırakmak istiyoruz, siyasete musallat olan iblisler huzur vermiyor. Elbette sonsuza kadar sürecek bir kâbus değil bu. Hiçbir ülkenin "bünyesi" de böylesine bir gerilimi, bu kadar yüksek bir ateşi sürekli taşıyamaz. Ama Türkiye normalleşmeyi başaramadığı sürece, bu gerilim ve çatışmalar olacak. Taraf'ın gündeme getirdiği, Genelkurmay'ın sivil topluma ve siyasete müdahale planına ilişkin haber, bu kararsız dengedeki ayrışmayı belirginleştirdi. Çünkü habere göre bu belgeyle ordu veya ordunun içindeki bir odak açıkça suç işliyor; yargı, üniversite, medya ve sanat alanlarına bir plan dahilinde müdahale ederek ideolojik manipülasyon yapıyor, siyasi iktidara karşı muhalefet oluşturuyor ve kendisine emanet edilen kamu kaynaklarını, ideolojik duruşunu beğendiği bazı STK'ları desteklemek, diğer bazılarını da karalamak (belgede "yıpratmak" diyor) için kullanıyor. Genelkurmay'ın 2007 tarihli "Bilgi Destek Planı ve Faaliyet Çizelgesi", EURO 2008'deki yarı final coşkusunun ve o coşkuyu fırsat bilerek olayı unutturmaya çalışacak malum medyanın bile görmezden gelemediği kritik bir tartışmayı başlattı. Genelkurmay'dan gelen "komuta katınca onaylanmış bir plan veya evrak yok" açıklaması ise CHP medyasını ve hatta CHP'nin kendisini bile tatmin etmedi.
Genelkurmay açıklaması gerçekten de yeni bir açıklamaya ihtiyaç gösterecek kadar netlikten yoksun. Komuta kademesi tarafından onaylanıp onaylanmamasından bağımsız olarak kurum içinde böyle bir belgenin üretilip üretilmediğine veya belgede sözü edilen faaliyetlerin yapılıp yapılmadığına ilişkin bir bilgi de verilmedi. Oysa bu belgede yazılı olan faaliyetler bir yana, böyle bir belgenin varlığı gerçek ise, toplum olarak vahim bir durumdayız demektir. Çünkü biz, ordu içinde bu türden siyasi faaliyetleri yürüten Batı Çalışma Grubu adlı yasadışı oluşumun damgasını taşıyan bir yakın geçmişten geliyoruz. Andıçlanmış bir gündemin can yakıcı sonuçları hâlâ hafızalarımızda. Bugün de "Cumhuriyet Çalışma Grubu" adlı illegal bir oluşumdan söz ediliyor. Kısacası, eğer bu belge uygulandıysa, üzerinde bulunduğumuz kararsız dengede, sözde "ülkenin iyiliği" adına bizi diktatörlüğe savurmaya yönelik ciddi bir darbe almışız ve hâlâ da alıyoruz demektir. Bu durumda:
Genelkurmay Başkanlığı "komuta düzeyinde onaylanmış" olmasa bile, kurum bünyesinde böyle bir belgenin üretilip üretilmediği konusunda somut ve net bir açıklama yapmalıdır. Mevcut açıklamanın, söz konusu skandalı görmemek için gözlerini kapatmaya veya doğru olması durumunda olayı geçiştirmeye hazır olan medya organlarını bile tatmin etmediği açıktır. Bir hukuk devletinde hiçbir kurum böyle bir hukuksuzluk karşısında, birilerinin iyi ya da kötü niyetinden söz ederek bu sorumluluktan kaçamaz.
Söz konusu belgenin varlığının ortaya çıkması durumunda, yetkilerini aşarak siyasi bir faaliyete girişenler açığa çıkarılmalı ve cezalandırılmalıdır. Çünkü tarafsızlık esasına göre hareket etmesi zorunlu olan bir kamu kurumunun ve görevi gereği siyasetle ilgilenmemek zorunda olan asker bürokratların, belirli bir siyasi hedef doğrultusunda, üstelik de kamu kaynaklarını kullanarak birilerini desteklemeleri veya ideolojik duruşlarını beğenmedikleri birilerini yıpratmaları, bunun için basınla, yargıyla, üniversitelerle veya başka bir kişi veya kurumla işbirliği yapmaları, hukukun çiğnenmesinden ve yasadışı faaliyetten başka bir anlam taşımaz.
Belgenin gerçekliğinin tespit edilmesi durumunda, bu plan dahilinde bugüne kadar desteklenmiş olan gazeteci, yazar, sanatçı ve sivil toplum kuruluşları açıklanmalı, yıpratılmış olanların zararları tazmin edilmelidir.
Daha vahim olanı ise yargı ile ilgili iddialardır. Eğer "lahika"da sözü edilen ilişkiler doğruysa ve yüksek yargı organlarının üyeleri ile asker bürokratlar arasında siyasi ve ideolojik hedeflere yönelik işbirliği varsa, son zamanlarda yargının siyasallaştığına ilişkin şikâyetlerin temelsiz olmadığı da kanıtlanmış demektir. Bunun gerçek olması, üniversite ve medya ile ilgili bilgilerin gerçek olmasından daha vahimdir.
Hukuksuzluğun sıradanlaşmasına izin vermemek
Bugün sorunumuz, andıç veya lahika, adı her neyse, o tür belgelerin varlığından veya yokluğundan ibaret de değil. Belki de onun kadar yıpratıcı başka bir sorunumuz daha var. Bu sorun, böyle bir haberle karşılaşınca şaşıramayışımız, "hayır, demokratik bir hukuk devletinde yaşıyoruz, böyle bir şey mümkün mü?" diyemeyişimiz. Çünkü biz, öteden beri, hukukun çiğnenmesinden daha kötü bir durumu, hukuksuzluğun sıradanlaşması durumunu yaşıyoruz. Sayısını bilmediğimiz "Andıç"ların hazırlandığı ve uygulandığı bir ülkede bu haberler infial uyandırmıyor. Çünkü bu ülkede "savcıları uyarmak" için "birkaç bomba patlattıklarını" söyleyip cezasız kalan bürokratların varlığını hatırlıyoruz. İstanbul'un gayrimüslim vatandaşlarımıza dar edildiği utanç günlerinin, 6-7 Eylül barbarlığının "muhteşem bir organizasyon" ilan edilişini ve bu itirafların kulak arkası edilişini hatırlıyoruz. Şemdin Sakık'ın, Abdullah Öcalan'ın ifadelerinin arasına yalan serpiştirip sonra bu işe teşne olan basına servis yapıldığını, birçok gazetecinin hedef gösterildiğini, bazı başyazarların "alçakları tanıyalım" diye yazıp bu dezenformasyona katkıda bulunduklarını, Akın Birdal'ın kurşunlandığını ve sonra da bütün bunları beraberinde getiren yalan haberlerin "Andıç" adı verilen bir "belge"nin ürünü olduğunun ortaya çıkarıldığını hatırlıyoruz. Ama hatırladıklarımız bundan ibaret değil. Şaşkınlık içinde böyle bir suçun cezalandırılması için başımızı ilgili makamlara çevirdiğimizi, ama onların sanki bütün bu yaşananlar rutin bir olaymış gibi sustuklarını, yargının da bu kriminal olayı tezgâhlayanları cezalandırmadığını, hatta bir dava dahi açılmadığını, güneşli havalarda demokratlık yapan basının bu skandalı görmezden geldiğini de hatırlıyoruz.
Ancak hatıralara teslim olmanın zamanı değil. Gözlerimizi sorundan kaçırmanın da. Kaçmaya çalışıp başaramadığımız, kötülüğün her seferinde yetişip bizi yakaladığı bu kâbustan uyanma iradesini göstermek zorundayız. Bu kararsız dengede, ibreyi kesin bir biçimde demokrasiden yana çevirebilmek için, artık açılmış olan bu tartışmanın sona ermesine izin vermemeliyiz. Haberi gündeme getiren Taraf'a yönelik saldırılara birlikte karşı durmalı, basın özgürlüğü ve demokrasi mücadelesinde onu yalnız bırakmamalıyız.
Bu süreç, yaşattığı bütün sıkıntılara rağmen demokrasiden yana olanlarla ona karşı olanları ayrıştıran bir turnusol testi işlevi görüyor; çözümün ilk şartı olan sorunun net bir biçimde teşhis edilmesini sağlıyor. Güneşli havalarda demokratlık yapıp, kritik zamanlarda gerçeğin üstünü manşetleriyle örten basının gerçek yüzünü gizleyemeyecek hallere düşmesini sağlıyor. Tutum almamanın, taraf olmamanın imkânsız olduğu bir gündem bu. Neyse ki eskisi kadar kolay inanmıyoruz. Artık öylesine "şerbetlenmiş" durumdayız ki, örneğin "alçakları tanıyalım" türünden bir yazı gördüğümüz zaman, o yazının "lahikasını" anlıyoruz. Geriye sadece demokrasinin lahikasını yazmak kalıyor. Kolay değil, ama gerçeğin bu kadar açık olduğu bir ülkede bunu yapmak eskisi kadar da zor değil.
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT