Demokrasi paradoksu mu, yoksa eksiği mi?
Bayram günlerinde gazetelerde Türkiye'de kadının durumu üzerine iki dikkate değer mülakat çıktı.
Biri, Bilkent Üniversitesi'nden Doç. Dr. Dilek Cindoğlu ile "Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık: Uzman Mesleklerde Başörtülü Kadınlar" konulu raporu (TESEV) üzerineydi. Cindoğlu'na göre, Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağı sadece başlarını örten kadınları değil bütün kadınların konumunu olumsuz bir şekilde etkiliyor; geleneksel, tutucu ve erkek-egemen cinsiyet ideolojisini topluma dayatıyor. Yasağın "yayılma etkisi"yle başörtülü kadınların özel sektörde de iş bulmaları zorlaşıyor, kadınların hak talepleri dikkate alınmıyor. (Zaman, 14 Kasım / Today's Zaman, 15 Kasım)
Öteki mülakat ise Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yeşim Arat ile "Türkiye'de din, siyaset ve cinsiyet eşitliği: Demokratik bir paradoksun işaretleri mi?" (Third World Quarterly, Vol. 31, No. 6, 2010) başlıklı incelemesi üzerineydi. Arat'a göre, Türkiye'de demokrasinin, dolayısıyla dinî özgürlüklerin genişlemesine koşut olarak kadınlara ikincil roller yükleyen dinsel değerler, kamu bürokrasisi, eğitim sistemi ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla topluma yayılıyor. Sonuçta demokratikleşme, kadınların ikinci sınıf yurttaş kalmalarına yol açıyor. (Radikal, 19 Kasım)
Arat'ın "demokrasi paradoksu" tezi beni meraklandırdı; makalesini okudum. Temel görüşleri şöyle özetlemek mümkün: Cumhuriyet'le birlikte kurulan ve kadın-erkek eşitliğini hedef alan laik sistem, demokrasiye geçişle birlikte bozulmaya başladı. Bu eğilim İslamcı kökenleri olan AKP'nin iktidara gelmesiyle daha da güçlendi. Zira AKP her ne kadar liberal bir programa sahipse ve amacı toplumu İslamlaştırmak olmasa da, gerek lideri gerekse tabandaki kadroları kadınların toplumdaki yeri konusunda din kaynaklı, gayet tutucu bir anlayışa sahip. Bugün gerek AKP hükümetinin denetimi altındaki Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, gerekse tarikat ve cemaatlerin telkinleri ile cinsiyet eşitsizliği meşrulaştırılmakta. Özetle Türkiye'de bir "demokrasi paradoksu" yaşanmakta: Demokrasi İslam'ı güçlendirdi, ama kadının konumunu zayıflattı.
Arat'ın, buradan hareketle, demokrasiden vazgeçilmesini ve dinî özgürlükleri baskı altına alan otoriter laiklik rejiminin tahkim edilmesini önerdiğini düşünebilirsiniz. Ama Arat bunu savunmuyor; çare olarak Müslüman ve laik liberallerin ve feministlerin kadın hakları için güçbirliği yapmalarını öneriyor. (Pek umutlu görünmese de) AB ile, (olmazsa) dünyayla uluslararası hukuk, piyasa, iletişim ve turizm aracılığıyla bütünleşmenin de bu olumsuz gidişi önleyebileceğini söylüyor.
Ben umutluyum. Yeryüzünde belki en büyük sömürünün, kadınların erkekler tarafından sömürülmesi olduğuna dair feminist tezlere hak veriyorum. Bir toplumun temel gelişmişlik ölçüsünün kadınların toplum hayatına katılımı olduğunda da en küçük bir tereddüdüm yok. Kadınların erkeklerle eşit sosyal, ekonomik ve siyasal haklara sahip olmaları, onlar kadar iyi eğitilmeleri ve toplum hayatına aynı ölçüde katılmaları gerektiğine inanıyorum. Her zaman dinle ilgili olmayan ataerkil, erkek-egemen ideolojinin, ancak bu şekilde geriletilebileceğini düşünüyorum. Bunu başaran toplumların tecrübeleri buna işaret etmekte.
Bugün Türkiye'de kadın-erkek eşitliği açısından, belki BM İnsani Gelişmişlik Endeksi'nin ima ettiği kadar değil, ama çok geri bir noktadayız. Ama gelecek için ümitli olabiliriz. Çünkü AKP iktidarının izlediği politikalarla, "tarikat ve cemaatler"in teşvikiyle büyüyen ekonomi ve ilerleyen dünyayla bütünleşme, kadınlara toplum hayatına artan ölçüde katılmanın yollarını döşüyor. Başörtüsü, muhafazakâr ailelerden gelen kadınların toplum hayatına katılmalarını kolaylaştırıyor. Başörtüsü yasağının ise yüksek eğitim görmelerini, iş bulmalarını, parlamentoya girmelerini önleyerek kadınların ikinci sınıf statüde kalmalarını meşrulaştırdığı muhakkak. Benim gördüğüm demokrasi "paradoksu" değil demokrasi eksiği. [email protected]
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT