Demokrasi ipinin yerine devletin sopasına sarılmak!
Coplar inip kalkıyor, su sıkılıyor, biber gazı atılıyor. Sokak aralarında kovalamaca, arbede, çatışma... Taksim Meydanı’ndan, İstiklal Caddesi’nden, Şişli’deki DİSK Genel Merkezi’nin önünden, Osmanbey’den insanın içini daraltan görüntüler...
Televizyonda 1 Mayıs!
İşçinin, emekçinin bayramı!
İçimi acıtan manzaralar gözümün önünden geçtikçe bir kez daha düşünüyorum, neden bu kadar zor bir ülkemiz var sorusunu...
Özgürlükler bizi neden bu kadar korkutmaya devam ediyor? Eli sopalı hoyrat devletten niçin hâlâ medet umuluyor?
Bu demokrasi korkusu niye?
Evet niye?..
Neden olmasın diye düşünüyorum:
Polisler, 1 Mayıs sabahı Taksim Meydanı’nın girişinde işçileri, emekçileri ellerinde çiçeklerle karşılayamazlar mıydı? İktidardan muhalefetten siyasetçiler hep birlikte emekçinin, işçinin dayanışma gününü kutlayamazlar mıydı?
Evet, neden olmasındı?
Bu soruları en başta Başbakan Erdoğan’ın kendine sorması gerekiyor. Kendisi bunu sağlayabilirdi.
1 Mayıs’ı emeğin bayramı olarak bir ‘demokrasi şöleni’ne çevirmek varken, çiçeklerle, şarkılarla, danslarla Taksim’de hep birlikte kutlamak varken, televizyon ekranlarından bütün dünyaya yayılan şu tüyler ürpertici manzaralara bakın.
Yazık değil mi?
Taksim Meydanı abluka altında, kimsecikler sokulmuyor. 1977’nin o felaket 1 Mayıs’ını gösteriyor televizyon.
Anımsıyorum o günü.
Cumhuriyet’te nöbetçi sekreterdim. Taksim’den o korkunç fotoğraflar, katliam görüntüleri akmaya başladığında nasıl dehşet içinde kalmıştım.
Bir film daha, yine 1977’nin baharı.
Bu kez Ecevit Taksim’de. Başbakan Demirel’den gelen suikast ihbarıyla birlikte CHP lideri her şeye meydan okuyor. Kürsünün hemen dibindeyim, elimde fotoğraf makinesi, Cumhuriyet muhabiri olarak izliyorum olağanüstü mitingi.
Yüz binler Taksim’de.
Meydan dalgalanıyor.
Karaoğlan, iktidara doğru yükseliyor. Karşı konulması güç bir duygu fırtınasına tutulmuş, Ecevit’in ‘faşizme karşı demokrasi’ çağrılarını kürsünün dibinden dinliyor, heyecandan güçlükle not tutuyorum.
Yeni bir umuda yolculuk başlıyor.
Otuz bir yıl geçmiş aradan.
Sonra yaşanan hayal kırıklıkları, 12 Eylül aklıma takılırken, değişim ve demokrasinin zorluğunu düşünürken, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi gözüküyor ekranda.
Sesi kısılmış, öfkeli:
“Bu iktidar sadece türbana özgürlük istiyor. Başka dertleri yok. Biz çiçeklerimizle gitmek istedik Taksim alanına, engellediler. Bu iktidarın antidemokratik politikalarına karşı tavrımızı haykırmak için alana girmek istedik, sokmadılar. ‘Ayaklar baş mı olacak?’ diyebilen bir Başbakan şunu iyi bilsin. Biz bir bedel ödedik; ama biz de Başbakan’a bir bedel ödeteceğiz, tabii ki demokratik yollardan...”
Geriliyor Türkiye.
Kutuplaşıyor.
Başbakan Erdoğan görmüyor mu?
1 Mayıs dolayısıyla sendika liderleriyle, işçilerle, aydınlarla ya da Nevruz ve Kürt sorunu yüzünden Kürt aydınlarıyla, Kürt siyasetçileriyle çatışıyor.
Kendisi bir kuşatma altında olan bir Başbakan, hedef küçülteceğine hedef büyütüyor.
Kendisi bir kuşatma altında olan bir Başbakan, ‘demokrasinin ipi’ne sarılacağına meydanlarda ‘devletin sopası’na sarılıyor.
Öylesine bir durum ki, herhalde, Erdoğan’la AKP’nin defterini dürmek isteyenler şu sıralar çok memnundur.
Milliyet Gazetesi
YAZIYA YORUM KAT