Deizm, inanç krizi ve Yakup Kadri örneği
Kamil Yeşil, Cumhuriyet edebiyatının önemli isimlerinin hepsinde görülen bir inanç krizinin sebeplerini sorguluyor.
Kamil Yeşil / Açık Görüş
Deizm, inanç krizi ve Yakup Kadri örneği
Ahmet Hamdi Tanpınar, 1959 tarihli "Türk Edebiyatında Cereyanlar" makalesinde, "Modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlar" der ("Türk Edebiyatında Cereyanlar", Edebiyat Üzerine Makaleler, haz. Zeynep Kerman, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998, 101-127[1969]. Tanpınar, asıl tarihimizin, cemiyette birbiriyle mücadele içinde bulunan ideolojilerin/anlayışların tetkikiyle ortaya konabileceğini söyler. Edebiyatın krizi, öncelikle yazarların, şairlerin ve düşünce adamlarının krizidir. Doğu mu Batı mı ikilemi; hem Doğu hem Batı, Batı'nın sadece tekniği ve bilimi gibi gelgitler, derin bir itikadi yara açar sinelerde. Münevver kesim, kendi iç dünyalarında yaşadıkları iman krizini aynı anda hem topluma mal ederler hem de eserleriyle yaygınlaştırıp derinleştirirler. Kısa zamanda ferde(yazara) ait kriz, toplum krizi haline dönüşmüştür. Kendini gerçekleştiren kehanet misali Batı'daki kimlik krizi bize de yansır. Yazarlar bu aşamadan sonra, yaydıkları krize derman arar rolüne soyunmuşlardır. Krizi derinden hissedenlerin bazıları nihilist olurken Beşir Fuad örneğinde olduğu gibi bazıları intihar etmiştir, Fatma Aliye'nin kızı İsmet Hanım, Fikret'in oğlu Haluk da din değiştirip Hristiyan olmuştur. Necip Fazıl kendini Arvasi Hazretlerinin elinde tasavvufa sarılarak kurtarmıştır.
Yahya Kemal, Hasan Ali Yücel, Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Halide Edip kriz döneminin en önemli yazar ve şairleridir. Bu kişilerin hayat çizgilerini ve eserlerini izleyerek krizin dışa yansımalarını görebiliriz. Sultanahmet Meydanında kara çarşaf ile İngiliz işgalini protesto eden, çocuklarına Ayetullah ve Hikmetullah adlarını veren Halide Edip, Kenan Çobanları'nı Kur'an'dan değil Tevrat'tan ilham alarak yazacaktır.
(Kanuni olmasına rağmen) üzerine ikinci kez evlenmek isteyen Salih Zeki'den boşanmıştır Milli Mücadele'nin Halide Onbaşı'sı daha sonra İngiliz Muhipler Cemiyetine üye olacak, Bedirhaniliği ile Selanikli olmak payesinden nemalanacak ve yurda M. Kemal öldükten sonra dönecektir.)
Nedir bu huzursuzluğun altında yatan sebep?
Bu bağlamda Süleymaniye'de Bayram Sabahı'na, Atik Valde'den İnen Sokak'a, Ezansız Semtler'de "eve" dönen Yahya Kemal de kendi iç (inanç) dünyasında rahat ve huzurlu değildir. Talebesi Tanpınar kendisinin de içinde olduğu bu 'Huzur'suzluğu romanda anlatacaktır. Müslüman Saati ile hatırladığımız Ahmet Haşim'de de benzer bir huzursuzluk hakimdir. Bu nesil içinde Yakup Kadri'nin krizi daha derindir. Kahire doğumlu Manisalı Yakup Kadri'den 'Manisa'nın Ramazanları'nı okursanız; safiyetine, sükûnetine, uhreviliğine hayran olursunuz. Gençlik döneminde Bektaşilikle tanışır. Onun etkisiyle Yunan ve Lâtin kaynaklarına dayalı yeni bir sanat anlayışını savunmaya başlar. (Neo-klasisizm-Nev-Yunanilik) Tevrat ve Doğu mitolojisiyle ilgilenir ve mistisizme yönelir. Bu yönelimin eseri olarak, Sodom ve Gomore romanı ismini Tevrat'tan alır.
'Bağa girdi, nasiplenemedi'
Necip Fazıl ile iyi bir dostluk kurar ve Necip Fazıl, efsanevi şiiri Kaldırımlar'ı ona ithaf eder. Daha sonra şeyhi Abdülhakim Arvasi Hazretlerine de götürecektir. Arvasi Hazretlerinden nasiplenemediği için Necip Fazıl, onun için "Erenlerin Bağına girmiş fakat üzümünü yiyememiştir." diyecektir.
Bektaşiliğe devam ettiği günlerin intibalarını Nur Baba romanında anlatır. İşgal yıllarında(1915) Çarşaf ve Peçeye Dair bir makale yazar ki bu yazıyı değme İslamcı (hâlâ) yazamamıştır.
"Bu çirkin asrın ve bu çirkin muhîtin (ortamın) yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. (...) Sizi böyle gördükçe bir kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum. (...) Niçin başka cinsten (toplumlardan) kadınlara bakıp da başınızda garip mütâlealara (görüşlere) meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne? (...) Peçeniz ve çarşafınız... Bunlardır ki, bana muhabbeti öğretiyor; hayata muhabbeti, aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti öğretiyor, bâhusus (özellikle) memlekete muhabbeti...(...) Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın, bu çirkin muhîtin ortasında, asâlet (soyluluk) ve zerâfete yegâne dâl (delil ve âlâmet) olarak, bunlar, sade bunlar kaldı."
'Ölüm yalnız burada korkunç değil'
Yakup Kadri, ait olduğu milletin dini hassasiyetine, uhreviliğine olan bağlılığını anlatmakta bu satırlarla yetinmez, ölüm sonrası âleme de aynı dinî inançla sahip çıkar. 'Çarşafa ve Peçeye Dâir' yazısının yer aldığı "Okun Ucundan (Erenlerin Bağından Kadınlık ve Kadınlarımız ve Diğer Nesirler) (Remzi Kitabevi, 1946) yeğeni Murat Belge'nin etkili olduğu yayınlar basmıyor bugün. (Kültür Bakanlığı (1985) baskısında bu makaleyi sansürlemiş ve yer vermemiştir.) Muradiye makalesinin de başına aynı talihsizlik gelmiştir.
"Uhrevi sükûnetin ve uhrevî rahatın ne olduğunu bilmek isteyenler Bursa'da Muradiye Türbesi'ne gitsinler! Ölüm yalnız burada korkunç değildir.(...) Merkadinin kubbesinde niçin yağmurlar bir menfez bırakmış? Türbedar yavaş bir sesle bize bu sırrı anlatıyor: "Bahar olunca bu toprağın üstüne bir avuç arpa atarım. Kubbedeki açıktan rahmet yağar, güneş vurur, birkaç hafta içinde mezarın ortası yemyeşil olur." Ona sormak istiyorum: "Şuracıkta bir köşeye kıvrılıp yatsam bana da bakar mısın?" Ve bir yıpranmış seccadenin üstüne diz çöküp kendi kendime (...) Ölü'nün serencamını kıskanıyorum."
Bu yazı nasıl sansür edilir? Yeni nesiller bu derûnî duyuştan neden mahrum bırakılır? Yakınları, dostları, sevenleri, Yakup Kadri'nin "Karımdan, dostlarımdan son dileğim, beni hastaneden doğrudan mezarlığa götürüp defnetmeleridir. Ölümümde ne resmî, ne de dinî merasim isterim." vasiyetine sadık kalmışlar ve Yakup Kadri'nin naaşı, bırakın Muradiye'deki gibi bir türbeye götürülmeyi, cenaze namazı bile kılınmadan birkaç yakının gözetiminde 13 Aralık 1974'te İstanbul-Beşiktaş'ta Yahyâ Efendi Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Haşim'in Müslüman Saati, Yahya Kemal'in Aziz İstanbul'undaki mistik İslam da bu dönemin eserleridir. Yazarlarımız bu dönemde yegane sığınağın, tek kurtuluş kaynağının din ve o dine gönülden bağlı Türk milleti olduğunu hemen keşfetmiştir. Bu "keşif" Birinci Meclis'te tamamen, İkinci Meclis'te kısmen vardır. Milletimizin bu maneviyatına dayanan ve güvenenler bu hissiyatında yanılmamış ve istenilen neticeyi almıştır fakat aradan birkaç yıl geçince milletimiz ve değerler aynı sebeple cezalandırılmıştır. Çünkü yenilerin ellerine aldıkları gücün kaynağını iyi görmüşlerdir.
Kınamalı mıyız?
Bu yazıyı yazabilmiş bir yazarı daha sonra verdiği karar, şahsi tutumu için kınıyor muyum? Kınamalı mıyız? Kesinlikle! Hayır! Memleketi kurtaracağız diye yola çıktılar, fakat kendilerini kurtaramadılar. Bunalımlarını da topluma taşıdılar. Bu yüzyıl öyle bir yüzyıl idi ki; iki dünya savaşı yaşattı insanlığa. Ve o savaşlar insanlığın bütün maneviyatını kırdı. Nesiller zayi oldu. Yeni neslin inancı bundan sonra Nihilizm oldu. Bu satırlarda ve yazarın diğer metinlerinde görülen inanç krizi, anladığım kadarıyla onları ateizme değil, deizme götürmüştür. Deizmin izleri, bu metinde adı geçen yazar ve şairlerde de mevcuttur. Bunu yazdıkları metinlerden anladığımı söyleyebilirim. Çünkü bu yazar ve şairlerin metinlerinde İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav) yoktur. Ahlakı ve örnek kişilik olarak yer almadığı gibi peygamber sevgisi olarak da yer almaz. İslam bu kişilerin eserlerinde, musiki, mimari ve diğer kültürel değerleri ile vardır ve önemsenir. Kur'an ve Kur'anla yürüyen bir İslam Peygamberine yer yoktur onlarda. Bundan dolayı yazar ve şairlerin deizme kayması mümkün ve kolay olmuştur.
Bu dönem aydınlarının, kendi iç dünyalarında yaşadıkları krizi/kırılmayı, Yakup Kadri örneğinde olduğu gibi, en yakınlarına ve sevenlerine de taşıdıklarını görüyoruz.
Yakup Kadri ve neslinin krizi, FG'den sonra başka bir boyut kazanmıştır. Dinî bir hareketmiş gibi ortaya çıktıktan sonra, İslam'a ait bütün değerleri ve kavramları istismar eden, istismarı sınırlar ötesine taşıyan bu kriz merkezi, insanları dinden, imandan, ahiret inancından uzaklaştırmıştır ve son yıllarda arttığı söylenen Deizm-Deist anlayış bu istismarın sonuçlarındandır. Deizm-Deistlik, İslam'ı Sünnet çizgisi ile birlikte ele almayan FG'nin açtığı yolun sonunda çıkmıştır ortaya.
Deizm-Deistligin son 6-7 senedir tartışılması tesadüf değildir. Tezatmış gibi görünse de FG'nin söylemleri, fiilleri, hareket tarzı Hz. Muhammed aleyhisselamı, onun ahlakını ve sünnetini dışta tutar. Bu konuda delilim bizatihi dizinin dibinde yetiştirdiği insan profilidir. Çünkü 'hareket'in merkezinde Sünnet değil FG vardır. Deizm de bu söylem ve süreçle ilgilidir. FG'nin bu ülkede açtığı en büyük yara budur.
HABERE YORUM KAT