Değişen İran Üzerine
Nükleer müzâkereler sona erdi ve Îran, Batı ile yaptığı anlaşmayla düzlüğe çıktı. Gelişmelerin ardından, Türkiye'de çeşitli çevrelerde hemen ekonomik hesaplar yapılmaya başladı. İlk değerlendirmeler, tablonun olumlu olduğu yolunda. Îran'a uygulanan ambargonun kaldırılması sonucu, iki ülke arasında Türkiye'nin kazancını arttıracak yaklaşık 30 Milyar Dolarlık bir ticâretin başlayacağı öngörülmekte. Bu beklentinin yanlış olduğunu söyleyemem. Ama, dünyâda her şey ekonomik değil. İşin siyâsal bir boyutu da; özellikle de bölgesel karşılıklarıyla ihmâl edilmemelidir.
Gelişmelerin siyâsal-kültürel plandaki ilk etkisinin dünyâ, daha doğrusu hâkim Batılı algıdaki Îran algısının “yerli yerine” oturmasıdır. “Yerli yerine” tâbirini özellikle kullanıyorum. Meselâ oryantalist külliyatın “şeytanlaştırıcı” etkileri düşünüldüğünde Türklerin şampiyonluğu kimseye kaptırmayacağı âşikârdır. Türkleri, ikinci derecede Arapların izlediği söylenebilir. Kadim Pers-Grek savaşlarında resmin siyah tarafında yer alıyor olsa da, Îranlılar nedense oryantalist yargılamada biraz dışarıda bırakılırlar. Malzeme de hayli zengin sayılabilir. Îranlıların Hind-Avrupa köklere sâhip edebî dilleri, uzun bir târihe karşılık gelen müesses düzenleri onlara Batı'nın gözünde özel bir konum kazandırmıştır. Asyaik ve göçebe bir târihe sâhip olan «vahşi» Türklere nispetle «medenî» Farslar, Batı algısında garip bir yakınlığın ve sıcak bir ilginin konusu olmuşlardır. Birinci derecede Ömer Hayyam şiiri ve Rûmî olarak tanıdıkları Mevlânâ “felsefesi” bu algının sembolik karşılıklarıdır.
1979 Îran Devrimi, bu algıyı büyük bir krize soktu. Daha mühimi, lâik Türkiye'nin değerini arttırdı. 12 Eylül müdahalesi ve Türkiye'nin hızla küresel dünyâdüzenine entegrasyonu, bu gelişme atlanarak anlaşılamaz. Îran Devrimi, Türkiye'deki siyâsal kültürü de derinden etkiledi. Yarı-taşralı, yarı kentli bir genç nesil arasında târihselliği sorunlu, Pakistan-Afganistan ve Îran temelli bir İslâmcılığın doğuşuna şâhit olduk.
Türkiye'nin yıldızının parlaması bedelsiz olmadı. Memleket ağır bir borç yükünün altına sokuldu. Diğer taraftan kaynaklar, üretime dönük kullanılmadı ve ağır bir iç talan sonucu kurutuldu. Ama zaman içinde Türkiye, jeo-politik ve jeo-stratejik olarak kendisini parlatan bir sürecin bağımlılık doğuran şartlarını gerileten bir dinamik gösterdi. 2000'li senelerde belini hayli doğrulttu. Bütün dengeleri bozulan ve boşluğa düşen Ortadoğu'ya müdâhil oldu. Kritik aşamalarda A.B.D'nin beklentilerini boşa çıkaran hamleler yaptı. İsrail'e kafa tuttu. Ortadoğu ticâretinde Türkiye'nin aleyhine işleyen ambargoları ise by-pass eden bağımsız siyâsetler izledi. Hâsılı, Batılı çıkarlar karşısında sicili gittikçe bozulan bir güç haline geldi. Türkiye'nin süreçte izlediği siyâsetlerin hatası ayrıca tartışılabilir ama; Arap Baharı'nın dönüşümü, içerdiği bütün açılımların boğulduğu bir savrulmaya uğra(tıl)ması biraz da Türkiye'nin hizâya getirilmesi olarak okumak doğru olacaktır.
Şimdi gelinen aşamaya bir bakalım: İhvan merkezli bir demokratik Sünnî siyâsal hareket ezilmiş durumda. Bunun yerini IŞİD aldı. IŞİD'ın İhvân'a yönelik «Bize biad edin›› çağrısını dikkatle izlemek gerekiyor. Eğer İhvan hareketi, Allah esirgesin ama, özellikle Mısır'da îdamlar gerçekleşirse, şiddete kayabilir. Sina'daki tablo buna işâret ediyor. Bu durumda Sünnî siyâsetleri IŞİD ile özdeşleşmiş olacaktır. Bu durum, Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer körfez memleketlerini derece, derece off-side'a düşürecektir.
Suud zaten İhvân'a da tepki duyuyordu. Bu sebeple IŞİD'ın bölgeye sızmasına tepki göstermedi. Ama Sünnî protest siyâsetin IŞİD ile özdeşleşmesi ve karşısında Îran'ın öncülüğünde bir Şii blokunu bulması Suud'u fiili olarak IŞİD'a daha da yakınlaştıracaktır. Diğer taraftan bu da, Suud ile Ortadoğu'daki yeni konumunu anti-IŞİD olarak belirleyen A.B.D'nin arasını açacaktır.
Türkiye ise İhvansız bir Ortadoğu'da hayli yalnızdır. Batı'daki algısı ise Sünnî olması sebebiyle pro-IŞİD olarak görülmektedir. Şii blokun anti-IŞİD bir çizgide çatışmalara dâhil olduğu ve A.B.D ile aynı safa girmesi, Türkiye'yi çepere itmektedir. Böylelikle Batı, Türkiye'den eski hesapların öcünü alabilecektir. (Unutmayalım ki Türkiye'de kronikleşen “Anti-Erdoğanizm”in dünyâ konjonktüründeki koordinatları da buraya oturuyor). Türkiye ile IŞİD'ın birbirine yakın algılatılması için enformatik olarak elden gelen yapılıyor. Bu biraz da Suud-A.B.D geriliminin perdelenmesine yarayacaktır. Önümüzdeki dönemde Îran'ın parlatılacağı, Türkiye'nin ise gözden düşürüleceği günler göreceğiz. Daha genel söyleyelim: Parlatılmış bir Îran, biraz da Türkiye'yi söndürmek içindir.
Sürecin en mühim çıktılarından birisi de, anti-IŞİD bir bloka yerleşen Kürt hareketinin yeniden eski aksına, yani Îran-Sûriye aksına oturtulmasıdır. Üstelik bu defa A.B.D destekli olarak. Tablonun en fazla karardığı nokta da budur.
30 Milyar dolarlık bir ticâret hacmi ihtimâline bakıp, ellerini ovuşturanlara hatırlatılır...
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT