Davutoğlu yerini buldu
Bakanlar Kurulu'nda yapılan değişikliklerin, hükümetin genel eğilimi ve izleyeceği politikalar bakımından ne gibi sonuçlar doğurabileceğini bilmiyorum.
AKP'yi ve AKP'lileri izledikleri politikalar ve söylemleri temelinde tanıyorum. Ama hükümete giren (ve çıkan) kişilerin çoğu hakkında yeterli bilgi sahibi değilim. Bunun bir ölçüsü şu: Son hükümette giden ve gelen 31 bakan arasında, bir vesileyle elini sıkmış olduklarımın sayısı 12'yi, bir vesileyle sohbet etmek fırsatını bulduklarımın ise 7'yi geçmiyor. Bu performansla herhalde "Ankara'nın en yabancısı olan köşe yazarı" yarışmasına katılabilirim. Ne var ki, siyasetçiler hakkında bir kanaat sahibi olmak için onları şahsen tanımak, tabii, gerekmiyor. Bu koşullar ile Bakanlar Kurulu değişikliği ile ilgili değerlendirmelerimi şöyle sıralayabilirim.
Cemil Çiçek'in başbakan yardımcılığında kalmasından memnun değilim. Çünkü Çiçek'in yerinin AKP değil MHP olduğunu düşünüyorum. Gerek Ermeni, gerekse Kürt sorunu ile ilgili çıkışları bu konuda tereddüde yer bırakmıyor. Çiçek'in başbakan yardımcılığına devam etmesi herhalde, bir siyasi koalisyonu andıran AKP içindeki milliyetçi-muhafazakâr kesimi temsil etmesiyle ve asker–sivil bürokrasi ile iyi anlaşmasıyla açıklanabilir. "Tehcir ve mübadele gerekliydi" sözleriyle tanıdığımız Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de herhalde aynı vasıfları nedeniyle yerini koruyor. Elbette ki savunma bakanlığına, mesela Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay gibi, AKP'nin cılız sosyal demokrat kesiminden, askerin siyasi rolüne inanmayan bir siyasinin gelmesini tercih ederdim.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun kabineden çıkarılmasını ve yerine çevre sorunları, özellikle de iklim değişikliği konusunda daha bilgili ve bilinçli birinin gelmesini isterdim. Onun yerini koruması, çevre konularında AKP iktidarının "sıfır" niteliğinin bir belirtisi. Kabineden ayrılanlar arasında Kemal Unakıtan, Said Yazıcıoğlu ve Hüseyin Çelik takdir ettiğim, koltuklarını dolduran kimselerdi. Unakıtan herhalde sağlık sorunları nedeniyle, Hüseyin Çelik de laikçilerin gazabına uğradığı (ve Van'da seçim kaybedildiği) için ayrıldı. Yazıcıoğlu neden ayrıldı, fikrim yok.
Kabinede kalanlar arasında, ehliyetleri itibarıyla takdir ettiğim kimseler Mehmet Aydın, Ali Babacan ve Mehmet Şimşek. Şimşek, başka hiçbir nedenle değilse, Batmanlı bir Kürt köylü ailesinden gelip bakanlığa yükselmesi itibarıyla Türkiye'nin övünç duyması gereken bir değer. Kabineden ayrılanlar arasında olan Kürşad Tüzmen'i her zaman, AB'nin Türkiye ile katılım müzakerelerine başlamasına verdiği desteği Fransa halkına izah için "Hepimiz Bizans çocuğuyuz" diyen, o zamanki Fransa Başkanı Jacques Chirac'a cevaben, "Biz Osmanlı çocuğuyuz, Avrupa'nın ne çocuğu olduğunu Avrupalılar bilir..." sözleriyle hatırlayacağım. AKP hükümetlerinde hiç kimse bu denli utanılacak bir söz etmedi.
Kabineye girenler arasında tanıdığım, ayrıca takdir ettiğim iki kişi var. Bunlardan biri başbakan yardımcılığını üstlenen, TBMM eski Başkanı Bülent Arınç. Arınç, Milli Görüş Hareketi'nin Refah Partisi'nden "muhafazakâr demokrat" Adalet ve Kalkınma Partisi'ne dönüşümünde ön planda rol oynayan üç isimden biri. (Abdüllatif Şener'i hiçbir zaman önemli bir oyuncu olarak görmedim. Öyle olmadığını da fazlasıyla kanıtladı.) Arınç'a, kararlı demokrat tutumu dolayısıyla ve özellikle de 1 Mart tezkeresine gösterdiği dirayet nedeniyle saygım var.
Diğeri ise Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu. Davutoğlu'nu Başbakan'ın dışişlerinden sorumlu başdanışmanı olarak göreve geldiğinden beri periyodik olarak düzenlediği basını bilgilendirme toplantılarında ve yazdıklarını okuyarak tanıma fırsatını buldum. Davutoğlu, AKP'nin, bazı noktalarda eleştirmekle beraber, genelde çok başarılı bulduğum dış politikasının mimarı. Üstün bir zeka ve yetenek. Tevazu ve nezaket sahibi, insan bir insan. Dışişleri Bakanlığı'nı üstlenerek yerini buldu.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT