David Hearst: Halep Düşerse Felluce Olur
David Hearst, Suriye ve Irak özelinde Ortadoğu’nun güncel meselelerini değerlendirdi.
Suriyeli muhaliflere yakın Middle East Eye sitesi Genel Yayın Yönetmeni David Hearst, Al Sharq Forum’un 8-9 Ekim’de yaptığı toplantıya katılmak için Türkiye’ye geldi. Dünya Bülteni sitesi de bu vesileyle kendisiyle bir röportaj yaptı.
Deniz Baran imzasını taşıyan ve Dünya Bülteni sitesinde yayımlanan bu röportajı okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.:
Deniz Baran: Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı konusunda ne düşünüyorsunuz?
David Hearst: Suriye’de hâlihazırda askeri müdahalede bulunan birçok ülke var. Türkiye ise en başlarda Esad’ı halk isyanına karşı vereceği vahşi bir yanıt hususunda durdurmayı denedi. Öncelik başlarda bu olduysa da istenen noktaya varılamadı ve esasında Türkiye son 1 senedir askeri bir müdahale niyetini taşıyordu. Zira Türkiye’nin zaten en baştan beri Suriye’nin kuzeyinde uçuşa yasak bölge oluşturma isteği vardı. Ancak bu niyetin fiiliyata dönmesi 15 Temmuz’daki darbe girişimini takiben olabildi. Belki de 1 yıl öncesindeki ortamda generaller direniyordu yahut ordu içinde farklı faktörler vardı. Ancak şu açık ki Erdoğan, darbe girişiminin atlatılması sonrasındaki süreçte kendini daha bağımsız hissediyor.
Müdahalenin sebepleri ise belli. Sınır güvenliğiyle alakalı sebepler bir yana asıl hedef PYD’yi durdurmak. Yani PYD eliyle kurulmak istenen bir Kürt koridorunu ve devletini engellemek.
Türkiye’nin şu anki askeri müdahalesine bir sempati beslediğimi söyleyebilirim ancak esasında herhangi bir gücün Suriye’deki müdahalesini felaket olarak görüyorum. Yani demek istediğim, müdahalelere genel olarak karşıyım ama şu an durum o kadar karışık bir hâle geldi ki mevcut müdahaleye olumsuz bakmak zor. Ancak asıl bakmamız gereken bu müdahalenin nasıl devam edeceği. Bölgeye askeri müdahalede bulunan tüm aktörler gibi Türkiye de çok dikkatli olmalı. Hassas bir güç dengesi mevcut.
ABD’deki başkanlık seçimleri artık çok yakın. Bu seçimin sonuçları Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl etkiler?
Son skandalların patlak vermesinden sonra Clinton’ın ipi göğüsleyeceğine dair çok az şüphe var. Trump’ın kampanyası çöktü; bağışçılar çekiliyor, Cumhuriyet Partililer desteğini çekiyor. Clinton da Obama’dan daha dış müdahaleci bir karaktere sahip. Eğer beklendiği gibi seçilirse muhaliflere daha fazla destek sağlayacaktır.
Putin şu an açık bir fırsat penceresi bulmuş durumda. Halep’e yönelik hamlelerle oyunu değiştirme imkânı var ve bunu yapmak için sivilleri bombalamaktan, her gün katliam yapmaktan çekinmiyor. Hem de ateşkes anlaşması yapılmış olmasına rağmen… Cenevre’ye kadar bu tavrı sürecek gibi duruyor. Obama ise muhalifleri silahlandırma konusuna karşı olduğundan ötürü elinden gelenin en azını yapacaktır.
Ancak Doğu Halep düşerse Felluce gibi bir durum ortaya çıkar diye düşünüyorum. Çünkü Sünni nüfusa sahip bir şiir, mezhepçi Şiilerin eline düşmüş olacak. Yani Doğu Halep’in olası bir düşüşü savaşın sonu anlamına gelmeyecektir.
ABD ise her zamanki problemi ile karşı karşıya: Zaferin ne olduğundan emin değil. Yani muhalifler zafer kazansa ABD açısından nasıl gözükeceği şüpheli. Muhalifler galip çıksa El Nusra iyice öne çıkabilir mesela, zira Esad geri çekilirse muhalifler her yere yayılabilecek. Bu yüzden ABD kontrpiyede kalmış bir pozisyonda. Bir de Rusya ile savaş ihtimali söz konusu. Clinton, dış işlerinden sorumluyken Rusya ile yürütülen diyaloğun başındaydı. O zamanlar Rusya ile yakınlaşma adımlarının atılması hedefleniyordu. Ancak Rusya yaptığı işgali (sanırım Ukrayna’yı kastediyor) manivela olarak kullanmak istedi. Daha sonra ekonomik yaptırımlar geldi ve baştaki politika sona erdi.
Sonuç olarak, ABD’de kim başkan olursa olsun eli oldukça kısıtlı olacak.
Yakınlarda yazdığınız bir yazıda da Putin’in bir fırsat penceresini bulduğunu ve Halep’teki hamleleri için doğru vaktini geldiğini düşündüğünü ancak askeri müdahaleyi uzatırsa bunun kendisi için felaket olacağını yazmıştınız. Suriye’nin Rusya için ikinci bir Afganistan olma ihtimali var mı?
Yukarıda belirttiğim gibi Putin bir fırsat buldu. ABD seçimleri yapılıp yeni yönetim idareyi ele alana kadar 3-4 ayının olduğunu gördü ve kaydadeğer bir değişimi bu süre içerisinde yaratabileceğini düşündü. Şu an bunu yapıyor. Taktiksel bir tercih… Bu yüzden Afganistan gibi değil Grozny gibi bir durum olduğundan bahsettim, Putin fırsatçı bir lider olarak fırsatı değerlendiriyor. Ancak bu strateji uzun vadede Rusya için felakete yol açar. Çünkü Putin birliklerini orada daha fazla tuttukça hem kazanımlar düşecek hem de durum daha kötüye gidecektir.
O zaman tahmininizi soralım, sizce Putin bunu öngörüp zamanında çekilir mi?
Evet, ben böyle yapacağını tahmin ediyorum. Afganistan’daki gibi bir durum olmaz. Ayrıca şu an Türkiye ile güçlü bir diyalog var. Türkiye gibi Suriye’deki muhaliflerle çok yakın olan bir ülkeyle diyaloğun sürdürülmesi de Rusya’nın hamlelerini doğru bir zamanlamayla yapmasına yardımcı olacaktır.
Suudi Arabistan’ın dış politikasında nasıl büyük değişimler oluyor?
Mısır’da Hüsnü Mübarek’in düşüşünden sonra Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşleri birincil tehdit olarak tanımladı. Başlangıçta dış politika buna endeksliydi. Hatta Yemen’deki Müslüman Kardeşler Hareketi olarak bilinen Islah Partisine karşı Ali Abdullah Salih üzerinden Husilerle görüşmeler yapanlar da Suudiler’di (hatırlayalım şu an Suudi Arabistan ve Husiler amansız bir savaşın içerisinde). Bu sebeple, o dönemlerde asıl tehdit İran değildi.
Fakat Kral Selman’ın başa gelmesiyle işler tamamen değişti. Orta Doğu’daki dört büyük başkentin İran nüfuzu altına girmesiyle İran en büyük bölgesel tehdit konumuna yükseldi. Sonra da Yemen’deki savaş patlak verdi. Tabi, Obama’nın dış politika tercihleri bağlamında ABD’nin Orta Doğu’dan geri çekilmesi de İran’ın tehdit olduğu algısını iyice arttırdı.
Türkiye ve Rusya demişken, geçtiğimiz hafta İstanbul’da yapılan enerji zirvesine bu iki ülkenin yakınlaşması damga vurdu. Sizce enerji transferine dair yapılan planların Orta Doğu’daki ilişkilere etkisi ne olacaktır?
Zirveyi, Al Sharq Forum ile denk gelmesi sebebiyle çok yakından takip edemedim. Ancak enerji anlaşmalarının Orta Doğu’da önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum çünkü işbirliği ve yarar odaklı yakınlaşmaları üretiyor. Bir boru hattı projesi yaptığınızda örneğin, bu işin meyvelerii 5-10 yıldan aşağı alamazsınız. Hatta projenin inşasından önce imza aşaması dahi uzun zaman alabiliyor. Tüm bu süreç de tarafların karşılıklı bir güvene sahip olmasını gerektiriyor ki bu bölgedeki ilişkilerin düzelmesi için iyi bir şey.
Yakınlarda yazdığınız bir yazı da Mısır’daki cunta rejiminin lideri Sisi’yi politik olarak bitmiş şekilde tasvir ettiniz ve hatta alternatiflerinin kimler olabileceğini yazdınız. Mısırlı arkadaşlarımla bu yazıyı paylaştığımda betimlemenize pek katılmadılar ancak siz Sisi’nin yakın gelecekte koltuğundan olacağını düşünüyor musunuz?
O yazıyı yazmam için bana ilham veren ilginç bir video vardı: Mısır’daki bir tuktuk (Mısır’da görebileceğiniz “mini minibüs” diyebileceğimiz bir toplu taşıma aracı) şoförü mevcut duruma veryansın ediyordu. O videodan anladığım kadarıyla insanlarda Sisi’nin ülkeyi çakılmaya götürdüğü hissi mevcut. Ben bundan bahsediyordum, yoksa ne kadar yakın bir vadede Sisi’nin yönetimde devrileceğini tartışmadım. Bize yansıyan imajı kullandım.
Alternatif isimler ise Mısır’a milyarlarca dolar para desteği sağlayan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri çevrelerinde konuşulun isimlerdi. Benim kanaatimi soracak olursanız, Sisi’nin yerine gelmesi en muhtemel kişi yine bir general olur. Politik geçiş sürecini yönetebilecek bir general. Ancak dediğim gibi analizim daha çok Sisi yönetimindeki Mısır’daki ekonomik ve politik atmosferi yansıtmayı amaçlıyordu. IMF ile anlaşma yapıldıktan sonra devlet yardımları da azıldı ve Mısırlılar henüz isyan etmese de durum oldukça kırılgan. Hiç kimse ne zaman kıvılcım çakacağını bilemez. Nitekim Tunus’ta da böyle olmuştu Arap Baharı’nın başında… Mısır’da da her an her şey olabilir. En azından halkın tatminsizliğinin ve hoşnutsuzluğunun emareleri ortada. Sisi destekçileri dahi durumu sorguluyor. Sisi’nin kırılganlığı gitgide yükseliyor.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mısır’la siyasi kanalların açılmasını Müslüman Kardeşler liderlerinin hapisten salıverilmesi şartına bağlayan bir konuşma yaptı. Buradan yola çıkarsak, Müslüman Kardeşler yakın politik geleceğinde böyle bir imkâna sahip olabilir mi?
Sisi yakında büyük bir kararla karşı karşıya kalacak. Müslüman Kardeşler liderlerinin idam edilmesine dair temyiz başvuruları sonuçlanacak ve Sisi, Mursi’yi idama götürüp götürmemeye dair zorlu bir karar verecek.
Mursi bir figür olarak Sisi’ye baştan beri sıkıntı yarattı. İyi veya kötü bir lider olduğu tartışmasını bir kenara bırakalım, Sisi en azından seçilmiş, meşru bir liderdi. Sisi de onun meşru pozisyonundan hep çekti. Bu yüzden Mursi’yi idam sehpasına yollamak cazip gelebilir. Öte yandan bunu yapması Mısır’da kıvılcımın çakmasına da sebep olabilir. Şayet Mursi’yi hayatta bırakırsa da Mursi meşru Cumhurbaşkanı olarak hapiste kalmaya devam edecek. Çok zor bir durum. Ne karar vereceğini ben de merakla bekliyorum.
Ancak bana kalırsa akıllıca olan şey Müslüman Kardeş liderlerini bir nebze serbest bırakmak olurdu. 40 bin politik mahkum var ve çok kötü hapis şartları altında kalıyorlar. Bazıları hapislerde ölüyor. Böyle bir durumun yaratacağı krizden ancak bazı liderlerin, mahkumların serbest bırakılması ile kaçınılabilir. Çünkü diyalog ancak serbest bırakılan o kimseler aracılığıyla sağlanır.
Müslüman Kardeşler de politik olarak bölünmüş durumda. Genç kanat, Tahrir devrimcilerine daha yakın bir mantalitede ve genelde İstanbul’u mesken tutmuş olan yaşlı kanattan farklılaşıyorlar. Genç kanat olanlardan ders çıkarmış durumda. Direk hükümet oluşturma gibi bir hedefleri yok, koalisyon yönetiminin daha doğru olduğunu düşünüyorlar. Dava ile politik çalışmaları aynı Tunus’ta olduğu gibi birbirinden ayırma taraftarılar. Nihayetinde de Müslüman Kardeşler’in organizasyonu hâlâ orada duruyor. Sisi artık liderleri hapse atmakla dahi uğraşmayıp suikastlar yaptırsa da organizasyon yok olmayacak.
HABERE YORUM KAT