Davetçinin Vasıfları
Kendine müslümanım diyen herkes salih ameller işleyerek gücü nispetinde insanları Allah’a çağırmalıdır. İnsanlara İslamı tebliğ etmek bazı özel yeteneklere sahip olanların veya belirli iş grubundaki insanların işi değildir sadece. Tam aksine davet, pazarcının, esnafın, doktorun, öğretmenin, öğrencinin sorumluluğu olduğu gibi inşaat işçisinin, mühendisin, yazarın, ev hanımının ve nihayetinde hepimizin ertelenemez bir sorumluluğudur.
Bu durum böyle olmakla birlikte, İslam davetçisinin sahip olması gereken bazı temel vasıfların olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi belirli başlıklar halinde davetçinin vasıflarını irdelemeye çalışalım.
İslam Davetçisi Yüzünü İhlasla Rabbine Dönmüştür
İhlas sözlükte, bir şeyi halis, saf ve katıksız yapma demektir. Kavram olarak baktığımızda ise ihlasın, kişinin yaptığı ibadetleri Allah için yapması anlamına geldiğini görürüz. İslam davetçisi en temelde yüzünü Rabbine dönmüştür. O her işinde Rabbinin rızasını arar ve onu önceler. Onu, insanların kendisi hakkında düşündüklerinden çok, kendisinin Rabbi katındaki değeri ilgilendirir. Onun yaptığı işlere Rabbinin rızasını kazanmaktan başka bir niyet karışmaz ve o bilir ki öyle olduğunda ihlastan eser kalmaz; saf ve katıksız olan niyet bulanıklaşır ve saflığını ve samimiyetini yitirir.
İslam davetçisi, dini sırf Allah’a halis kılarak O’na ibadet etmekle emrolunduğunu unutmaz ( 39/11) ve sürekli ayetin gerektirdiği bir hayatı yaşamanın çabası içerisinde olur.
Davetçi Dinini En Güzel Şekilde Öğrenmelidir
İslam davetçisinin insanlara İslamı tebliğ etmesi için dinde derin bir bilgiye sahip olmasına gerek olmadığını söylemekle beraber, kendine davetçiyim diyen herkesin ilim öğrenme anlamında bir çaba içerisinde olması gerektiğini söyleyebiliriz. Davetçinin insanlara İslamı tebliğ edebilmesi için öncelikle İslamı bilmesi gerekir ve bu durum da belirli bir çabayı gerektirir.
İslam davetçileri arasında bu durumla ilgili, iyi niyetle söylendiğinden kuşkumun olmadığı, şöyle bir örneğin verildiğine şahit olmuşsunuzdur. ‘Bugünkü gençler olarak bizler sahabenin bildiğinden çok daha şey biliyoruz.’ Bu örnek genelde amellerin insanlar üzerinde daha etkili olduğu konusunda zikredilir. Bu söylenenin, sahabeden daha fazla bilgi sahibi olduğumuzun, çok da doğru olmadığını düşünmekle beraber velev ki öyle olsa bile bu durumun bizleri bir şeyleri öğrenmeme tembelliğine sürüklememesi gerektiği konusunda dikkatli olmalıyız.
Bilmeliyiz ki Rabbimiz, insanlar içerisinde ancak âlim olanların kendisinden hakkıyla korkacaklarını belirtmiştir. (35/28)
Yine peygamber efendimiz bir çok hadisinde müslümanları bilgisizlikten sakındırmış ve onları bilgilenmeye teşvik etmiştir.
Genç davetçiler, yaşadıkları toplumun yapısını göz önünde bulundurmalıdırlar. Özellikle topluma İslamı anlatmaya çalışırken, toplumdaki bireylerin bizlere yönelteceği sorular hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmamız bizim faydamıza olacaktır. Bu konuyla ilgili özellikle genç davetçilerle ilgili şöyle bir sorunun olduğunu söyleyebiliriz. Davetçiler kendilerince klasik(!) diye adlandırdıkları fıkıh bilgisinin içerisinde boğulmamamız gerektiğini söylerler, bu konuda haklıdırlar da. Ancak bu durum davetçiyi en temel fıkıh bilgisine sahip olmaya çalışmaktan alıkoymamalı.
Dahası davetçi, temel anlamda fıkıh, tefsir, mezhepler tarihi, sünnet konularında bilgi sahibi olmaya çalışmalıdır.
Davetimizi insanlara götürürken, peygamber efendimiz (sav)’in örnekliğinden çokça faydalanmamız gerektiği ortadadır. İslam davetçisi bu anlamda Resûlullah’ın hayatını en güzel şekilde okuyup öğrenmeli, onun hayatından kendisine dersler çıkarmalıdır.
O, İslam’ı Yaşayışta Örnektir
İnsanları bir şeye davet eden kişinin öncelikle kendisinin o işi yapıp yapmadığına bakılır. Bu anlamda İslam davetçisi, dini en güzel şekilde yaşamaya çalışıp etrafındaki insanlara güzel örneklikler oluşturmalı, söyledikleri ile yaptıklarının uyum içerisinde olmasına dikkat etmelidir.
Rabbimiz Kur’an’da yapmayacağımız şeyleri söylemememiz gerektiğini, bu durumun kendisi katında azabı gerektiren bir durum olduğunu bildiriyor.(61/2) Yine kitapla yükümlü tutulup onun hakkını vermeyenlerin kitap yüklü merkeplere benzetildiğini görüyoruz. (62/5) Başka bir ayette Rabbimiz bizlere, kendimizi unutup insanlara erdemli olmayı öğütlememizin aklımızı kullanmamak olduğunu bizlere bildiriyor. (2/44)
Öyleyse İslam davetçisi, insanları davet ettiği şeylere öncelikle kendisi uymalıdır. Kendisinin yapmadığı şeylere insanları çağırmasının ne kendisine ne de davet ettiği kişiye bir faydasının olmayacağını bilmelidir.
Davetçi İslamın Ahlakı İle Ahlaklanmıştır
Bizler, “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” diyen bir peygamber’in (a.s) ümmetiyiz.
Hz. Ayşe’ye (r.a.) sorarlar: Resûlullah’ın (as) ahlâkı nasıldı?
Aldıkları cevap şu olur:
“Siz Kur’anı okumadınız mı? Resûlullah’ın (as) ahlâkı Kur'an’dı.”
İslam davetçisi, Kur’an’ın ahlakı ile ahlaklanmak için çabalar. Onun bu konudaki örneği peygamber (as)’dır. Şüphesiz ki o üstün bir ahlâk üzeredir. (68/4) Ve yine onda, Allah’ı ve ahireti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için, uyulacak bir çok güzel bir örnek vardır. (33/21)
Peygamber efendimiz güzel ahlakın önemine şu hadisinde değinmiştir:
‘’Kötü ahlâk, iyileri yer bitirir, ibadet ve tâatleri boşa çıkarır. Sahibini cehenneme sevkeder. Nitekim kendisine gündüzleri oruçlu, geceleri de namazlı geçiren; fakat kötü huylu, diliyle komşularına rahat vermeyen bir kadından bahsedilince: “Onda hayır yoktur ve o cehennemliklerdendir.”
Doğruluk ve güvenilirlik İslam davetçisinin ahlakının temelini oluşturur. Nitekim insanların kendisine güvenmediği bir insanın, topluma tebliğ etmesi düşünülemez. İslam davetçisi mütevazidir, hoşgörülüdür, adaletlidir, emanete riayet eder. Yine İslam davetçisi güler yüzlü, güzel sözlüdür.
O, Dünyadan ve Dünyanın Süslerinden Vazgeçmiştir
Dünyadan ve dünyanın süslerinden vazgeçmek, bir kimsenin İslam davetçisi olabilmesi, dahası İslamı hakkıyla yaşayabilmesi için, kendisinde mutlaka bulunması gereken bir özelliktir. Nitekim hesapları bu dünya üzerine kurulu olanlar İslami davet sorumluluklarını hakkıyla yerine getiremeyeceklerdir.
Peygamber efendimize ilk dönemlerde vahyedilen surelerin konularına baktığımızda, bu dünyanın geçiciliği karşısında ahiretin asıl varılacak yer olduğuna sürekli bir vurgu yapıldığını görürüz. Bu dönemde inen ayetler müslümanların istikametlerini düzeltip, onların doğru bir hedefe yönelmelerini sağlamaya çalışıyordu. Çünkü yükü omuzlayabilmeleri için bu gerekliydi. Bu yola girecek olan kişilerin elde edeceği şeyler dünyevi menfaatler değildi, aksine bu yol dikenli bir yoldu ve bu yola başkoyanların direnebilmeleri gerekiyordu. Bu yolun yolcularının asıl hedefi ahiret mutluluğuydu.
Peygamber efendimiz (as) bir hadislerinde konuyla ilgili şöyle buyurmuşlardır:
‘’Kimin amacı sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği devamlı aklına getirir. Kimin de amacı ahiret ise, Allah işlerini toparlar, huzurunu artırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Hakkında hayırlı olan herşeyi hızla ona yaklaştırır.’’
Bugünün davetçileri de bu dünya hayatının çok kısa olduğunu sürekli hatırlarında tutmalı, bu dünyanın işlerine boğulmamak gerektiğini de unutmamalıdırlar.
O, İbadetlerini Şuurlu Bir Şekilde Yapar
Davetçi hayatının her alanını ibadet bilinciyle yaşamalıdır. Yaptığı ibadetleri, ne yaptığını, niçin yaptığını bilerek yapmalıdır.
İbadetin, alışkanlık haline geldiği için belirli bazı hareketleri yapma şeklinde olması durumu onun şuurlu bir şekilde yapılmadığını gösterir. Şuurlu yapılan bir ibadet kişiyi kötülüklerden alıkoyar. (29/45)
Davetçi Kur’an’ı Sürekli Okumalıdır
Bir İslam davetçisinin Kur’an’ı okumaması düşünülemez. O bilir ki Kur’an, bir öğüttür ve ileride ondan sorumlu tutulacaktır. (43/44) Yine davetçi bilir ki, hayatını Kur’an’ın istediği bir şekilde idame ettirmek için onunla sürekli bağını kuvvetlendirmelidir.
Kur’an onun davetinin merkezinde bulunur. Onun beslendiği kaynak Kur’an’dır. O, insanlara Kur’an’la bazı şeyleri hatırlatır. O, Kur’an okuduğu için tadı da güzel, kokusu da güzel turunçgile benzer. Tadı kokusu olmayanları Kur’an’a çağırır. Kur’an okumadığı için harabe bir eve dönüşenleri, evlerini onarsınlar diye onunla uyarır.
İslam davetçisi her gün ama her gün mutlaka Kur’anı anlayarak okumalıdır. Ve eğer mümkünse bu bir cüzden az olmamalıdır.
Kur’an’ı okumalıdır ki, ruhsuzluğun diz boyu olduğu bu zamanda Kur’an ona ruh katsın. İnsanların yollarını şaşırıp, kaybettikleri bu dönemde Kur’an onun yolunu aydınlatsın ve ona yol göstersin.
O, Davet Yolunda Başına Gelenlere Karşı Sabreder
İslam Davetçisi bu yolun dikenli bir yol olduğunu, bu yolda yürürken etrafındaki insanların kendisini rahatsız edeceğini, önüne engeller koyacağını bilir ve bunun gerektirdiği bir şekilde sabreder.
Davet yolunda yürüyenlerin durumu çağlar boyunca aynı olmuştur. Allah’ın dininin yeryüzüne hakim olması için çabalayanların karşısına Firavun’lar, Nemrut’lar, Karun’lar dikilmişlerdir. Ancak Firavun, Nemrut ve Karun’ların baskı ve yıldırma çabaları sonuç vermemiş ve zafer her zaman inananların olmuştur. Nitekim peygamber efendimiz (as) döneminde de müslümanlar türlü sıkıntılar yaşamış ve bir çok zulme maruz kalmışlardır. Çağın Firavun ve Nemrut’ları üzerlerine düşeni yapmış ve İslam davasının başarıya ulaşmaması için ellerinden geleni yapmışlardır. Ancak müslümanlar yılmamış ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar direnmişlerdir.
İslam davetçisi de Rabbinin, ‘’Ey iman edenler! Sabredin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (birbirinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabilesiniz. (3/200) ayetini sürekli hatırında tutmalıdır. Ve Rabbinin, kendi yolunda eziyete uğrayıp sabredenleri cennetle mükafatlandıracağını da unutmamalıdır.
Davetçi Verdiği Sözü Tutar
Verdiği sözü tutma çok farklı anlamlarda değerlendirilebilir. Ancak burada bizlerin bir sorunu haline gelmiş bir durumdan bahsetmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Genelde bizlerin programları zamanında başlamaz. Oysa eğer bir söz verilmişse, ki o saatte programın yapılacağı belliyse ve biz de katılacağımızı söylemişsek söz vermişizdir, sözümüzü tutmamız gerekir. Çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir. İnsanlara verdiği sözü tutamayanlar, Rablerine verdikleri sözü de tutamayacaklardır.
İslami davet çalışmalarımızın daha bereketli olması için çalışmaların belirli bir düzen içerisinde yapılması gerekir. Düzenin temelini de verilen sözlerin yerine getirilmesi oluşturur. Öyleyse İslam davetçisi en temelde Rabbine verdiği sözünde durmalı ve sorumluluğun farkında olmalıdır.
İnşallah bir sonraki yazımızda Davetçinin vasıfları üzerinde durmaya devam edeceğiz.
YAZIYA YORUM KAT