Darbenin senaryosu ABD’den oynaması yerli figüranlardan!
Balyoz sanıklarından Ergin Saygun, bir kitap yazmış.
2003’te Mustafa Balbay tarafından Cumhuriyet’in sürmanşetinden verilen “Genç subaylar rahatsız” haberinin, aslında ABD’de bir düşünce kuruluşunda tartışılan bir senaryo olduğunu hatırlatmış..
Cumhuriyet mitingleri sırasında da “Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu suikaste uğrasa, Taksim’de bomba patlatılıp 50 insan ölse” türünden bir senaryonun ABD’de tartışıldığı gündeme gelmişti..
Demek ki ABD’de, bu işler önce senaryo olarak tartışılıyor. Sonra burdaki adamları, senaryoyu hayata geçiriyorlar..
Senaryonun gönüllü figüranlarına, olayın sıcaklığı içinde hatırlatıyoruz, “Yaptığınız suçtur. Darbeye tahriktir. Bir gün bunun hesabı, mahkemelerde sizden sorulur!”
“Zırtoo!” diyorlar.
Nasıl olsa yargı ellerinde. Asker ellerinde. Barolar, üniversiteler. Her şey ellerinde..
İyi niyetli uyarıları, ciddiye bile almıyorlar..
ABD’de önceden senaryosu yazılıp, Balbay tarafından Cumhuriyet’in sürmanşetine çekilerek oynanan “Genç subaylar rahatsız” başlıklı haber yayınlandığında, bakın biz hangi uyarıyı yapmışız..
Tarih: 26 Mayıs 2003. Yazımın başlığı, “Balbay’ın 146/2’den haberi var mı?”
Yazının içeriğini de, hiç dokunmadan aktarıyorum.. Ki, o günlere biraz dönelim.. O günleri, bire bir yaşayalım..
“Nerden çıktı bu ‘Genç subaylar’ hikâyesi?
23 Mayıs 2003 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki Mustafa Balbay imzalı manşet haberden.
Manşetin konusu, hafta içindeki Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök arasındaki görüşme..
Önce olayın resmini çekelim.
Sayın Özkök, Başbakanlığa geliyor.
Kapalı bir odada Başbakan ile baş başa görüşüyorlar. Arkasından Sayın Özkök Başbakanlıktan çıkıyor.
Ne Hilmi Özkök’ten, ne de Tayyip Erdoğan’dan bir açıklama gelmiyor.
Daha sonra yazılı bir açıklama da yapılmıyor.
Şimdi iki kişinin baş başa yaptığı bir görüşme, üçüncü bir kişi tarafından anlatılıyorsa, burda üç ihtimal vardır.
Ya taraflardan birisi görüşmenin ayrıntısını üçüncü kişiye aktarmıştır.
Ya görüşmenin yapıldığı yere gizli kayıt cihazı konulmuş ve üçüncü şahıs bu kanalla görüşmenin içeriğinden haberdar olmuştur.
Ya da üçüncü kişinin iddiaları yalandan ibarettir..
Şimdi her üç ihtimali de büyük skandal olan bu şıkları masaya yatırıp, gereken yapılmalı iken, biz teferruata takılıp, boğuluyoruz.
Elimizde tek bir somut delil var.
Mustafa Balbay’ın kendisi..
Çıkıp söylemeli; söylemiyorsa hukuk devleti ona söyletmeli, bu üç şıktan hangisinin doğru olduğunu...
Çünkü her üç şık da suç... (...)
Türk Ceza Kanunu’nda sadece darbe yapmak değil, darbe yapılacağı fitnesi çıkarmak da aynı ceza ile cezalandırılmıştır.
Yani bir subayın, meşru hükümeti devirmeye kalkışması ile, bir gazetecinin ‘Subaylar meşru hükümetten rahatsız. Böyle giderse sivil yönetime darbe yapıp, yönetime el koyacaklar’ demesi aynı cezayı gerektiren bir suçtur.
‘Genç subaylar tedirgin’ veya ‘rahatsız’ diye manşet atanlar, ne demek istiyorlar?
Rahatsızlık konularında; meşru hükümet, subayların sözünü dinlemezse, yönetime el koyar..
Bunun ima edilmesi bile, mevcut kanunda en ağır suç..
Alın kanuni mesnedini de vereyim..
Türk Ceza Kanunu..
Madde 146, ikinci fıkra.. ‘... gerek yalnızca gerek bir kaç kişi ile birlikte, kavli (sözlü) veya tahriri (yazılı) veya fiili fesat çıkararak veya meydan ve sokaklarda veya nâsın toplandığı mahallerde nutuk irat veyahut yafta talik ve neşriyat icra ederek bu cürümleri (TBMM iskat veya vazifesini men’e cebren teşebbüs etmek) işlemeğe teşvik edenler hakkında, yapılan fesat teşebbüs derecesinde kalsa dahi, idam cezası (değiştirilmiş şekli ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası) hükmolunur.’
Kapalı, müphem bir yanı var mı kanunun?
Çok açık bir şekilde darbe yanlısı neşriyat yapılması, darbe ihtimali içeren fesat niteliğindeki yayın yapılması, aynen darbe suçunu işlemek gibi en ağır ceza ile cezalandırılacağı kanunda yazılı..
Dolayısıyla, Mustafa Balbay’ın yazısının hukuki tanımını yaparsanız, TCK 146/2’deki suçla bire bir örtüştüğünü görürsünüz.”
Bunları yazmış ve Balbay’ın DGM ‘de (bugünkü özel yetkili mahkemelerin o günkü karşılığı) yargılanması gerektiğini hatırlatmışız.
Şimdi, “olması gereken” hayata geçince, ciyaklıyorlar..
Oysa söylemişiz. O günden hatırlatmışız. Dinlememişler bizi..
Şimdi ise ağlaşıyorlar!..
Balyoz’dakiler de aynı durumda..
Yarın öbür gün hakkında karar verilecek olan Balbay da, aynı durumda!
Naneyi yediler..
Şimdi masum rollerine yatıyorlar!
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT