Darbelerin meşrulaştırılmasının önüne geçilmeli!
Turgay Yerlikaya, 28 Şubat darbecilerinin salıverilmesi sonrasında yaşanan tartışmaların iktidar ve muhalefet açısından ne anlama geldiğini inceliyor.
Turgay Yerlikaya / Yeni Şafak
Yasa ve toplumsal meşruiyet: 28 Şubat
31 Mart seçimleri sonrasında ortaya çıkan tablo, Türkiye siyasetinin geleceği açısından önemli tartışmalara gebe. Sadece siyasi aks üzerinden ilerlemeyen bu tartışmalarda dikkat çeken husus, başta hukuk olmak üzere uluslararası ilişkilerdeki tercihlere de karşılık gelen bazı bağlamların açılıyor olmasıdır. Türkiye’nin özellikle birtakım davaları üzerinden gündeme gelen normalleşme ortamı, bu nedenle hukuk başta olmak üzere bazı beklenti ve sonuçlar üzerinden tartışılmaktadır.
Geçtiğimiz hafta içerisinde tam da siyasetteki normalleşme trendine yönelik beklentiler üzerinden değerlendirilen ve sonucu merak edilen iki olay vardı. Bir tanesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Şubat davasından hükümlü olan isimlerin kalan cezalarını affetmesi diğeri ise 6-8 Ekim olayları davasında çıkan kararlar. Hem 28 Şubat süreci ve Erdoğan’ın hukuktan kaynaklı yetki kullanımının hem de 6-8 Ekim davasının sosyo-politik bağlamı üzerine bir tartışma yapmanın önemli olduğu kanaatindeyim.
28 Şubat darbesiyle ilgili suçlu bulunarak hukuki müeyyidelere muhatap olan emekli askerlerle ilgili uzunca bir süredir bir beklenti vardı. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen Özgür Özel’in, Türkiye’nin gündeminde olan bazı hususlarla ilgili de talepleri olduğu iddiaları bu beklentileri artırdı. Darbeden hüküm giymiş askerlerin sağlık koşulları ve ileri yaşları sebebiyle talep ettikleri af, CHP’nin sahiplendiği bir süreç olmuş ve bu konuda bir adım atılması noktasında ısrarcı olunmuştur. Cumhurbaşkanı ısrarlı çabalara karşılık olarak yasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanmış ve hükümlülerin Adli Tıp Kurumu’nca verilmiş raporlara göre “sürekli hastalık” ve “kocama hali durumunda olmaları”nı gerekçe göstererek cezalarını affetmiş ve bu konu normalleşme bağlamı üzerinden olumlu bir adım olarak yorumlanmıştır.
Konuyla ilgili sürece muhatap olan ve Cumhurbaşkanının yetki kullanımı sonrasında affa mazhar olan isimlerden birisinin cezaevi çıkışında yaptığı konuşma, konunun kamuoyunda daha fazla tartışılmasına neden oldu. İlgili konuşma üzerinden bu isimlerin uzunca bir süredir siyasi saiklerle bir tutsak olduğu iddiası ve argü manını dillendirenlerin kısmen de olsa 28 Şubat’ı aklamaya dönük bir çaba içerisinde olmaları, üzerine düşünülmesi gereken bir husus. Bir pişmanlık yahut bu pişmanlığı ikrar etmek yerine sahiplenici bir söylem alanı oluşturan bu kişiler, konunun hukukiliğine yönelik bir reddiye de geliştirmektedirler. Tam da bu noktada bu davanın siyasi olduğu tartışmaları yapılmakta ve siyaset bağlamı üzerinden birtakım eylemler meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Hatırlayacak olursak 28 Şubat sürecinde siyasetin alanını daraltmaya dönük adımların darbe ile sonuçlanmasının ardından ilgili darbeyi diğer darbelerden tefrik etmek ve meşrulaştırmak adına “postmodern darbe” kavramı kullanılmıştı.
Yalnızca siyasete müdahale değil toplumsal alanı da tahrip eden 28 Şubat darbesi, sadece askerin müdahil olduğu bir süreç değildi hiç kuşkusuz. Darbe mekaniğini devreye sokarak işleten aktörler, asker ve hukuk bürokrasisinin aygıtları ile süreci hızlandırmış, medya ayağı üzerinden de darbe koşullarını oluşturmuşlardır. Kurumsal imkanları kullanarak uygulanan ve uzunca yıllar bu uygulamadan kaynaklı sorunlar yaşanmasına neden olan katsayı problemi başta olmak üzere başörtüsü ile ilgili dışlayıcı laiklik uygulamaları, on yıllar sürecek sosyal ve politik sorunların yaşanmasına neden olmuştur.
Sistematik bir yıldırma girişimi ile 28 Şubat süreci ve sonrasında karşımıza çıkan bu uygulamaların medya ayağı ile ilgili tatmin edici bir hukuki süreç işletilmese de darbeyi gerçekleştiren aktörler hem hukuk hem de maşeri vicdan önünde bir yaptırıma tabi tutulmuşlardır. Bu sebeple Cumhurbaşkanının kanunun verdiği yetkiyi kullanması sonucunda ortaya çıkan kararın geniş toplumsal kesimlerdeki meşruiyeti ile ilgili tartışma uzunca bir süre daha devam edecektir. Öyle ki kanun nezdindeki eylemlerin toplumsal meşruiyetinin tesisi noktasında ilgili aktörlere önemli görevler düşmekte ve süreçle ilgili pişmanlıklar bu konuda ciddi bir rol oynamaktadır. Böyle bir çaba ya da girişim var mı sorusu ise bizi başka tartışmalara sürüklemektedir.
Darbelerin meşrulaştırılması
Türkiye’deki bütün darbe süreçlerinden de anlaşılacağı üzere darbeyi gerçekleştiren aktörler kendilerine hem yasal hem de toplumsal birtakım hususlar üzerinden vazife çıkartmakta ve eylemlerine meşruiyet atfetmektedirler. Öyle olmasaydı 27 Mayıs darbesi bir ihtilal yahut bir devrim olarak tavsif edilmezdi. Yahut 28 Şubat gibi on yıllar sürecek bir mahrumiyet ve ardından travmalara neden olan bu süreç postmodern bir eylem olarak değerlendirilmezdi. Tüm bu tartışmalar bağlamında, Erdoğan’ın yasal yetkiye dayanarak kullandığı bu tercihini bir mecburiyet ve zorunluluk olarak kabul ettirmek ve bunun siyasetin normalleşmesi için kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu iddia etmek demokratik bir tutum olmasa gerek.
6-8 Ekim olayları ile ilgili davada çıkan kararlar da siyasetteki normalleşme çabalarının dikkate alınmaması üzerinden yorumlanmış ve kararların hukukiliğine yönelik tartışmalar yapılmıştır. Nitekim davanın siyasi olduğu argümanı üzerinden ortaya çıkan bağlam, diğer bütün tartışmaları gölgelemiş ve olayla ilgili çağrı yaparak sokağı terörize eden aktörlerin cezadan muaf tutulması gibi bir talebe dönüştürülmüştür. Başka bir yazıda ayrıntılandıracağımız bu süreç, siyasetteki normalleşme tartışmalarının ciddi meydan okumalara muhatap olduğunu da göstermektedir.
HABERE YORUM KAT