Darbecisine acıyan demokrat...
Yolun bir tarafında uzun boyu, kısa kesilmiş sarı jöleli saçları, beyaz puanlı siyah eteği, dizine kadar uzun beyaz ceketi, siyah ayakkabıları ve eteğiyle aynı desenli çantası ve tabii özgüven dolu, gür sesiyle bir kamera ordusu tarafından izlenen, herkesin canlı yayına almak istediği Ferda Paksüt.
Yolun tam karşısında ise megafonlarla seslerini 10 metre ilerilerinde Ferda Paksüt’ü kovalayan basın ordusuna duyurmaya çalışan, ellerinde babaları, eşleri ve yakınlarının fotoğrafları, terliklerle, en ev halleriyle Silivri’ye gelmiş ürkek, kısa boylu, kavruk yüzlü kayıp yakını kadınlar.
Dün başlayan Ergenekon’un İkinci Davası’nın ilk gününden aklımda kalan en unutulmaz görüntü buydu.
O kayıp yakınlarının ellerinde tuttukları pankartlarda hesap sorulmasını istedikleri eski askerlerden Levent Ersöz ve Atilla Uğur, avukatlarının söylediğine göre mahkemeye “Tedavi gördükleri GATA’ya mahkeme celbi gelmediği” için gelemediler. Yani celp gelse mahkemeye gelme ihtimalleri vardı. Davanın iki numaralı sanığı, ağır hastalığı yüzünden tahliye edilen Hurşit Tolon’un geldiği gibi.
Demek ki bol yıldızlı asker sanıkları bir bir GATA’ya sevk eden hastalık her neyse onların mahkemeye gelmesine engel değil. Sağlık ciddi bir meseledir, siyasi hesaplara alet edilmemelidir. O yüzden Tolon’un sağlığından endişe edenler için iyi haber vermekle yetineyim: Paşa tıpkı kürsülerden sert mesajlar verdiği muvazzaf günlerindeki gibi çok sağlıklı, çok dinç görünüyordu. Yan yana masalarda yemek yedik. Köfte, tavuk, pilav, cacık, sütlaçtan oluşan menüden tattı. Cezaevi restoranının sorumlusuna yemekleri çok beğendiğini anlattı.
Keşke kanser olduğuna Adlî Tıpçıları bir türlü ikna edemeyen ve penceresiz bir odada hayata veda eden İsmet Ablak’a da böyle birkaç özgür saat geçirme şansı verilseydi.
Teğmenler Tolon içtimasında
Davanın iki numaralı sanığı olan bir orgeneral tutuksuz yargılanırken, genç bir teğmen (Mehmet Ali Çelebi) tutuklu yargılananlar arasında oturmaktaydı.
Teğmen Çelebi’nin iddianamede Karargâh Evleri yapılanmasında kendisine aralarında hiçbir akrabalık bağı yokken “ağabeylik” ve “ablalık” ettiği söylenen Aydın Kardeşlerin hemen yanında oturması, aynı yapılanma içinde tutuksuz yargılanan teğmenlerin de bağlantılı oldukları bir yayınevi sorumlusuyla (Hatice Bahtiyar) birlikte oturmaları fiili kanıt gibiydi.
Uzun boylu, yakışıklı genç teğmenleri restoranda masalarına uğrayan ve ayağa kalkıp selamladıkları Hurşit Tolon ve Ferda Paksüt teskin etmeye çalıştı.
Silivri Sendromu
O teğmenlerden 1988 doğumlu, davanın en genç sanığı olan Harp Okulu öğrencisi Yaşar Tozkoparan kendini tanıtırken insanın içi ister istemez cız ediyor. Mahkemede yargılananlar darbeci dahi olsa mahkeme salonundaki çaresizlikleri, incelen sesleri, oradaki hiyerarşi dünyaya hep mağdurlardan yana bakmış bir Ergenekon karşıtının bile kafasını karıştırabiliyor. Daha önce de başıma geldi. Ben buna Stockholm Sendromu gibi Silivri Sendromu diyorum.
Ama herhalde zayıflamış ve sesi titreyen Mustafa Balbay kendini tanıtırken hüzünlenmek “Ergenekonculara karşı bir zaaf anı” değildir. Salondaki bir iki başörtülü kadından biri olan Balbay’ın yaşlı annesini ve babasını “Allah’a inanıp güvenmek lazım” diye teselli etmek ise her yere ve herkese yetişen Ferda Paksüt’e düştü yine. Ondan daha kuru ve soğuk olan Osman Paksüt’ün bütün hayatının, tıpkı dün gün boyu mahkeme tribününden yaptığı gibi hiperaktif olan eşini izlemekle geçtiği kesin.
Biri Taraf mı dedi?
Mahkemenin kafeterya ve holü küçük bir mekân. İnsan ister istemez konuşulanları duyuyor. Mesela Osman Paksüt ve Emin Şirin Taraf dediği anda o tarafa doğru ister istemez bir döndüm. Yine Paksütlerin Tuncay Özkan fanlarıyla olan dayanışma konuşmaları, Serruh Kaleli’nin adının geçtiği diyaloglar ister istemez kulağıma geldi. Bağırarak konuşan Ferda Paksüt’ü duymak için duvarlara bardak dayamaya da gerek yok zaten.
Klimalar çalışmıyor ama Tuncay Özkan çalışıyordu
Emek Sineması’na benzeyen yeni mahkeme salonunda günün konusu çalışmayan klimalardı.
Başta mahkeme başkanı olmak üzere herkesin terlediği ve daha da terleyeceği mahkemenin önündeki en ciddi ve en mevsimsel olmayan sorun ise sıcaklar değil; Tuncay Özkan.
Birara mahkeme salonu, fanatik bir emekli amca ve ev hanımı kitlesi olan Tuncay Özkan’ın hapisteyken kurduğu Yeni Parti’sinin olağanüstü kongresine döndü.
Fanlarının mahkeme salonundaki ömürlerini kısaltan alkışları, “güneş gibi doğacağız” sloganlarına aralarda öpücükleriyle karşılık veren Özkan, birara Silivri Cumhuriyet Mitingi’nde konuşur gibiydi. Galiba mahkeme başkanı hem klima meselesine bir çözüm bulacak hem de dünkü Silivri Cumhuriyet Mitingi provasına bundan sonra tahammül etmeyecek.
Tıpkı mahkeme dışında toplanan Biz Kaç Kişiyiz platformu üyelerinin basın açıklamasını Cumhuriyet Mitingi’ne çevirmesine jandarmanın tahammül etmediği gibi. “Türkiye laiktir laik kalacak” diye bağıran grubun üstüne doğru yürüyen Jandarma Çevik Kuvveti’ni, grubun “En büyük asker bizim asker” sloganları bile durduramadı.
Galiba günü özetleyen anlardan biri de buydu: Ellerinde Türk bayrakları, Atatürk resimleri olan ve “Türkiye laiktir laik kalacak” diyen bağıran grubun üstüne doğru yürüyen askerler.
Evet, galiba dün sahiden de bir darbeyi yargılamaya başladık...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT